(Röportaj) Suriyeli devrimci Ghayath Naisse: “Demokratik ve sol güçler kendi cephesini oluşturmalı”

19.03.2015 - 08:59

Suriye Devrimi’nin 4. yıldönümünde, Devrimci Sol Akım üyesi Ghayath Naisse, Sosyalist İşçi gazetesine ülkede bugün gelinen noktayı, bunda emperyalizmin ve altemperyalist güçlerin rolünü ve bu durumdan nasıl çıkılabileceğini anlattı.

Röportaj şöyleydi:

Geçtiğimiz günlerde bir CIA yetkilisi, önceliklerinin Baas rejimi değil IŞİD olduğunu ve Şam’daki hükümetin çökmesini istemediklerini açıkladı. Batı’nın Suriye’ye müdahalesine ne diyorsunuz?

Biz devrimin en başından beri, 2011’de muhalefetin bazı bölümleri, Suriye Ulusal Konseyi dış müdahale isterken, bunun kabul edilemez olduğunu söylüyorduk. Sadece bu da değil, böyle bir müdahalenin gerçekleştirilebilir olmadığını dile getiriyorduk. Batılı büyük güçler, Suriye’ye askeri olarak müdahale etmek istemiyorlardı çünkü amaçları rejimi devirmek değildi. Bazı değişiklikler istiyorlardı. “Yemen çözümü” gibi tepedeki bazı değişiklikler. Yönetimin yöneliminin o ana kadar olduğundan daha Batı’ya yakın olmasını sağlamak istiyorlardı. Devrimin 4 yılı, bunun doğru olduğunu gösterdi. CIA şefinin dedikleri de bunu doğruluyor.

Niye Suriye’ye müdahale etsinler? Petrol yok. Bir şey var, o da bölgedeki jeostratejik konumu. İsrail’in güvenliği söz konusu. Suriye’de hangi rejim gelirse gelsin, bunun güçsüz olmasını istiyorlardı. Baas rejimi de bu anlamda her şeyi yaptı. Ülkeyi yıktı, askeri kabiliyetlerini imha etti. Batı’nın bugün de istediği Esad rejiminin üst kademelerindeki bazı küçük ve yüzeysel değişikliklerle kalması. Ve belki bunun içine muhalefetin Batı yanlısı kanatlarının bir miktar entegre edilmesi. Hepsi bu.

Bunların yanı sıra, Suudi Arabistan, Katar veya Türkiye gibi bölgesel güçlerin müdahalesi devrimi nasıl etkiledi?

Tüm bu yağmacı güçler devrimi etkiledi. Birincisi, dediğimiz gibi, Batılı büyük güçler Suriye’nin dostları olduklarını söylediler fakat rejime direnişe yardım etmediler. İkinci olarak, Türkiye, Suudi Arabistan ve diğerleri, İran gibi bölgesel güçler, hepsinin kendi çıkarları vardı. Suudi Arabistan, bölgedeki karşıdevrimin merkezi. Suriye Devrimi’nin bir halk devrimi olarak zaferi, bu ülke için bir tehdit. Dolayısıyla eşitliği ve özgürlüğü sağlayacak böyle gerçek bir zaferi istemediler. Bu yüzden, devrimdeki gerici güçlere, İslamcı ve selefi güçlere yardım ettiler ve bugün bu yardımlarının, mali ve askeri yardımlarının sonuçlarını görüyoruz. Sadece Suudi Arabistan değil, Katar ve diğer Körfez rejimleri için de böyle.

Türkiye hükümetinin çıkarı ise farklı, jeopolitik bir çıkardı. Müslüman Kardeşler’in bölgedeki siyasi güçlerin arasına yerleştirilmesi fikrini savundular. Bölgedeki etkilerini artırmak istediler. Suriye, Türkiye’nin sınırında ve ilgilenmemezlik yapamazlardı. Dolayısıyla olan bitenleri bölgesel bir büyük güç olma amacı için kullanmak istediler. Bu anlamda çıkarları bazen Batılı büyük güçlerle, bazen İran ile bazen Suudi Arabistan ile çelişti. Suriye’nin geleceğinde rol oynayan bir siyasi güç olmak istediler. Bunu gerçekleştirmek için her şeyi yaptılar ve gerici güçlere, daha az gerici güçlere yardım ettiler.

ABD ile Türkiye, bir grup muhalifin Türkiye’de “eğit-donat” programı kapsamında askeri olarak yetiştirilmesi konusunda anlaştı. Bu bir şeyi değiştirir mi?

Olayların gidişatını değiştireceğini düşünmüyorum. Yapacakları şey birkaç bin militanla ilgili. Ve bunlar da ABD tarafından “dikkatle” seçilecekler. Bu güçlerin birinci amacı IŞİD’le mücadele olacak, öyle diyorlar. ABD tarafı, Suriye’de kendi stratejilerine bağlı bir bileşen yaratmak istiyor. Küçük ve verimsiz de olsa gerçekten sadık bir müttefike ihtiyaçları var. Böylece yakın gelecekteki olayların gidişatında etkili olmak istiyorlar. Hepsi bu.

Rusya, Çin, İran ve Hizbullah gibi güçlerin dış müdahaleyle Esad’a verdiği desteği dengeleyecek bir karşı müdahale olmadan devrimin kazanamayacağı iddia ediliyor. Buna ne diyorsunuz?

Bu argüman için artık çok geç. Muhalefetin içinde silahlı halk direnişinin, Özgür Suriye Ordusu’nun güçlü olduğu zamanlarda, iki veya üç yıl önce böyle bir iddia öne sürülebilirdi. Bu muhalefeti silahlandırabilirlerdi ama yapmadılar. Bugün elimizde olan, üçgen şeklinde bir silahlı mücadele. Bir köşede, bazı bölgelerde ilerleyen rejim güçleri. Diğer köşede gerici güçler. Ve en güçsüz olarak halk direnişi. Konfigürasyon bu. Dolayısıyla, kime yardım edecekler? Halk direnişi karşıdevrimci farklı güçler tarafından ezilirken hiçbir şey yapmadılar. Birkaç ay önce Suriye Devrimciler Cephesi, ülkenin kuzey batısında El Nusra Cephesi tarafından ezildi. Hiç yardım edildiğini duydunuz mu? Hiçbir şey olmadı. Bir ay önce bir başka güç, Hazzm Hareketi, yine El Nusra tarafından imha edildi. Yardım hakkında bir şey duydunuz mu? Hayır. Halk hareketine destek vermek için hiçbir şey yapmadı Batılı güçler.

IŞİD’e karşı ABD liderliğindeki koalisyon güçleri, aylardır Suriye’yi bombalıyor. Bunun nasıl bir etkisi oldu?

Bu tarz Batılı koalisyonların başka yerlerde yaptıkları düşünülürse, olup bitenler şaşırtıcı. Demek istediğim şu: Libya’da iki aydan kısa bir süre içerisinde rejim imha edilmişti. Irak işgal edildiğinde 70’den az günde Baas rejiminin savunma sistemi ve askeri kapasitesi yok edilmişti. Bugün aylardır bombardıman var ve IŞİD hâlâ ayakta, saldırıyor. Burada bir çelişki var. Nedir? Bence IŞİD’i hızlıca bitirmek istemiyorlar. Ne diyorlardı ABD yetkilileri? Tarihte ilk kez, “Çok zor ve uzun süren bir mücadele olacak” dediler. IŞİD, bölgedeki etkinliklerini artırmak için zaman kazanacakları bahaneyi oluşturuyor.

Örneğin, Irak’ta koalisyon IŞİD mevzilerini bombaladı. Buna rağmen IŞİD duruyor, Musul’da ve diğer yerlerde. Diğer yandan İran, Irak güçlerini ve kendi askeri güçlerini IŞİD’i daha hızlı imha etmek için ittiriyor. Çünkü İran da Irak’taki askeri ve siyasi varlığının ve etkinliğinin tasdiğini sağlamaya çalışıyor. ABD de Irak’tan çekildikten sonra bölgeye geri dönmek için kendisine ihtiyaç olduğunun anlaşılması için zamana gerek olduğunu düşünüyor. Irak hükümeti ABD için “Sahada askerlerini istemiyoruz” dediler ve bu geri dönüşün ilerlemesi için kapıyı kapattılar. İranlılar ABD’ye “Size sadece gökyüzü açık. Alanda biz varız” dediler. Dolayısıyla iki farklı strateji, ABD ve İran’ın stratejileri bölgedeki etki alanları için kapışıyor.

Bugün gelinen noktada, devrimin başındaki birleştirici sloganlar yerine mezhepçiliğin yeniden yükselişte olduğunu görüyoruz. Bunun sebepleri nelerdir ve mezhepçilik nasıl yenilebilir?

Evet mezhepçilik yükseldi, bu bir gerçek. Birinci olarak rejim bunu tırmandırdı. Devrimin ilk yılında, en başlarında sosyal medyaya düşen bir videoda, rejim askerleri göstericileri işkence edip öldürürlerken mezhepçi sloganlar atıyorlardı. “Biz Aleviyiz ve sizi, Sünnileri imha edeceğiz” diyorlardı. Rejim çok açık bir şekilde bu mesajın alınmasını istedi. Beşar Esad, devrimi ilk ayından itibaren cihatçıların, tekfirci grupların işi olarak tanımladı. Bu diskuru kullandı. Devlet medyasında bunun tüm azınlıklara tehdit oluşturan dinci bir mücadele olduğu anlatıldı.

İkinci unsur şu: Bölgesel ve küresel güçler tarafından inşa edilen muhalif siyasi yapılar, Suriye Ulusal Konseyi gibi, aynı diskuru kullandı. Onlar da mezhepçi bir dil kullandı.

Üçüncü unsur ise Suudi Arabistan ve Körfez petrol monarşileri, devrimin bir halk hareketi olarak zaferini istemedikleri için buna yardım ettiler. Tekfirci grupları desteklediler. El Cezire, El Arabiya gibi medya organları da mezhepçi bir anlatı geliştirdiler.

Ve son olarak, rejimin ülkede, kentlerde, kasabalarda ve köylerde yarattığı yıkım, toplumsal dokunun da imha edilmesi anlamına geldi. Ülkenin yarısının yaşadığı bu toplumsal yıkım da mezhepçiliği, IŞİD ve El Nusra gibi grupların yükseldiği zemini oluşturdu.

Bunun üstesinden gelmek çok zor olacak. Bunun yolu: Birincisi, bu felaketin yaratılmasında birinci derecede sorumlu olan rejimin devrilmesi. İkinci olarak, demokratik ve sol güçlerin mücadelelerini birleştirerek üçüncü bir kutup oluşturmaları. Bu acil bir ihtiyaç. Böyle bir devrimci cephenin kurulması çağrısını yıllardır yapıyoruz. Bugün gücümüz zayıf da olsa, ancak böyle bir birlik Suriye’deki güçler dengesini değiştirebilir.

Sadece Suriye’ye değil, bölgenin genelindeki duruma bakarsak, her yerde karşıdevrim dalgası kazanıyor. Devrimler geri dönecek mi?

Evet, şu anda bütün bölgede karşı devrim ilerliyor. Bölgesel olarak durum bu. Birçok yıllık devrimci dinamiğin içinde, bunu belirli bir an olarak ele almak zorundayız. Filmin sonu değil. Sürecin içindeki sadece bir an. Kesin olarak sürecin sonu değil.

Suriye’de bir “siyasi çözüm” bulunsa, rejim bir şekilde kalsa ve bazı muhalif figürler de ona entegre edilse dahi, kitlesel ayaklanmayı yaratan dinamikler ve sebepler ortadan kalkmış değil, halk tatmin olmayacak. Sosyal adalet ve eşitlik gibi talepler karşılanmayacak ve devrimci dinamik yıllar boyu sürecek.

Bu sadece bir an, çok zor bir an. Ama bir sonraki anın denklemini de bizim bu 4 yıldan çıkardığımız dersler, yeni bir kutup oluşturup oluşturamayacağımız ve mücadele içinde yeni bir siyasi liderlik inşa edip edemeyeceğimiz belirleyecek.

Şu an yaşadığımız bir devrimci kriz ve yıllarca böyle olacak. Alttakilerin eskisi gibi yönetilmeyi kabul etmedikleri, üsttekilerin ise eskisi gibi yönetemedikleri bir durum.

Kobanê’de Kürtlerin IŞİD’e karşı verdikleri mücadele için ne düşünüyorsunuz?

Böylesi bir anda, Kobanê’de olup biten, örgütlü kitlelerin direnişi anlamında çok önemli bir sembol ve örnek oldu. Böylesi bir karşıdevrimci süreçte Suriye’deki tüm devrimciler için bunun yaşanması çok önemliydi.

Diğer yandan, Kürt siyasi güçlerinin motivasyonu ulusaldı. Bize göre, böylesi bir dönemde, Kürt ulusal hareketi, bizim doğal bir müttefikimiz. Devrimin müttefiki. Dolayısıyla devrimin zaferi için eylemlerimizi koordine etmeliyiz. Bu zafer, yalnızca Kürt halkının değil, tüm Suriye halkının özgürleşmesinin ihtimalini yaratacak.

IŞİD uzun vadede nasıl yenilebilir?

Sürekli Devrim dergisine yazdığım son makalede bir fikir ileri sürdüm. Tamamen kişisel. IŞİD’i “yeni faşist” bir hareket olarak tarif ettim. Geleneksel tekfirci ve selefi gruplardan tamamen farklılar. Sadece Afganistan’dan veya Tunus’tan gelen teröristlerden oluşmuyorlar. Aynı zamanda toplumsal bir tabanları var. Dolayısıyla buna karşı çıkmak için daha önce dediğim üçüncü kampı inşa etmeliyiz, siyasi ve toplumsal bir program ile.

Ama ikinci olarak, böylesi bir hareketle başa çıkmak için, aynı zamanda askeri olarak da mücadele etmeliyiz. Gücümüz olduğunda direnmeli ve bu hareketi imha etmeliyiz. Bundan başka şansımız yok. Çünkü onlar varlığını, kontrol ettikleri bölgelerde her tür otonom, bağımsız ve demokratik oluşum ve eylemleri ezmelerine borçlular. Yapabildiğimiz zaman, IŞİD’i askeri olarak da ezmeliyiz.

Türkiye’de Suriye Devrimi’ni destekleyen sosyalistlere mesajınız nedir?

Hem Türkiye’de hem de diğer yerlerdeki yoldaşlara söylemek istediğim şudur: Sadece teoride değil pratikte de şunu anlıyoruz ki, enternasyonalizm sadece diğer ülkelerdeki yoldaşlara yardım etmek ve destek ifade etmek değil. Sınıf mücadelesi ulusal değil, uluslararası. Türkiye’de veya Avrupa’da devrim olduğunda, bu bizim devrimimizdir. Onun zaferi bizim zaferimiz, yenilgisi bizim yenilgimizdir. Sınıfsal ilişkiler ve mücadele uluslararası. Dolayısıyla bu bir lüks değil, entelektüel veya teorik bir şey değil, pratikte de böyle olmak zorunda. İlk nokta bu.

İkincisi, devrimler bitmediğine göre, yalnızca Suriye’de değil Bahreyn veya Mısır’da da bitmedi, her ülkedeki yoldaşların pratik olarak bölgedeki mücadelelerle dayanışacak komiteler inşa etmelerine ihtiyacımız var.

Türkiye’deki yoldaşlara teşekkür ediyoruz. Duygusal olarak söylemiyorum, bizim için, Devrimci Sol Akım için, son bir yılda şunu söyleyebiliriz: Türkiye’deki yoldaşlarımızın bizimle aynı kampta ve barikatlarda olduğunu tecrübe ettik. Sadece hissetmedik, yaşayarak gördük. Bugüne kadar yaptığınız, bugün yapmakta olduğunuz ve gelecekte yapacağınız her şey için teşekkürler.



Bültene kayıt ol