Yunanistan: Böyle olmak zorunda değildi

06.03.2015 - 10:30

Troyka şimdilik Syriza hükümetine kendi isteklerini uygulatmayı başardı. Oysa başka seçenekler de mevcuttu. Ve hâlâ mevcut.

Yunanistan’ın radikal solu Syriza hükümeti ile Avrupa Birliği maliye bakanları arasında Şubat’ta varılan anlaşmaya en sert tepkilerden birini 92 yaşındaki Manolis Glezos verdi. Bu eski direniş savaşçısı –1941’de Akropolis’te göndere çekilen gamalı haçı indirmesiyle tanınıyor ve şu anda Syriza’nın Avrupa Parlamentosu üyesi- anlaşmayı “balığı et olarak yeniden adlandırmaya” benzetti.

Nefret edilen Troyka (Avrupa Komisyonu, Uluslararası Para Fonu ve Avrupa Merkez Bankası) “kuruluşlar” olarak yeniden adlandırıldı ama Yunanistan’ın kurtarma programını kontrol edecek gücü elinde bulundurmaya devam ediyor. Eski Yunanistan hükümeti ve Troyka arasındaki Memorandum, “anlaşma” oldu. Bu vitrin dekorasyonunun arkasında, bu durum, hiç şüphesiz, Syriza’nın Ocak seçimlerinden zaferle çıkmasına yardımcı olan sözlerinden geri adım attığını gösteriyor.

Tabii ki, Yunan halkının devam eden çilesinin baş sorumlusu Troyka, Avrupa’daki başlıca ülkeleri yöneten hükümetler ve daha en başta bu karmaşıklığın ortaya çıkmasında rolü olan Yunan kapitalistleri. Çekilen ızdırabın boyutu şaşırtıcı. Yunanistan’daki gençlerin yarısı işsiz. Eğitime yapılan harcama yüzde 33 azaldı. Bir milyon insan yoksulluk sınırının altında yaşıyor. İntihar oranı yüzde 45, ölü doğum oranı yüzde 21 arttı. Mali yardım, bu insanlık dramını hafifletmek için kullanılmıyor; paranın yüzde 90’ı direkt bankalara ya da borç veren şirketlere geri verildi.

Syriza pazarlığa başladığında zayıf taraftı. Anlaşmanın yapıldığı gün, banka hesaplarındaki 1 milyar Euro yurt dışına aktarıldı. Yunan bankacılık sistemi sarsıldı. Yine de, mümkün olan tek çözüm uzlaşma değildi. Syriza, Avrupalı mali bakanların boyun eğmesini umarak verdiği sözlerin arkasında durabilirdi. Almanya mali bakanının Syriza’dan gelen her şeyi –kapitülasyonlar dışında- reddetmesi, bu ihtimali fiilen ortadan kaldırdı.

Almanya hükümeti, eğer boyun eğerse, ekonomik kriz patlak verdiğinden bu yana Avrupa’nın dört bir yanında uygulanan kurtarma ve tasarruf sistemlerinin çökeceğinden korktu. Bu korku, diğer tasarruf karşıtı partilerin –özellike, Aralık’ta seçime gidecek olan İspanya’da Podemos’un- yükselişe geçmesiyle daha da pekişti. Bu nedenle, Alman hükümeti, Portekiz ve İspanya hükümetlerinin desteğine güvendi, çünkü Syriza kazansaydı bu ülkelerdeki muhalefet güçlenirdi.

Fakat bu uzlaşmazlığa rağmen, Syriza sağlam durup planlarını tek taraflı olarak gerçekleştirebilirdi. Bu durumda, Yunan hükümeti, sermayeyi kontrol ederek bankalardan para akışını durdurmak ve faaliyetlerinin harcamalarını karşılamak için gereken parayı kendi para birimini oluşturarak sağlamak zorunda kalacaktı. Bu, Yunanistan’a, Euro Bölgesi'nden çıkış kapısı aralayarak borçlarını ödememesi imkanını tanırdı. Yunan işçilerin alım gücünü azaltarak ve muazzam bir ekonomik kaymaya sebep olarak acı verici de olurdu.

Ama bu acı, denetimini işçilerin yapacağı, insani krizi dindirmeye yönelik sosyal programlar oluşturularak azaltılabilirdi. Sağlık ve radyo-televizyon gibi sektörlerdeki bazı Yunan işçiler, daha şimdiden bu konudaki hünerlerini göstermeye başladılar.

Ne yazık ki, ortak para biriminden kopma ihtimali, mali bakan Yanis Varoufakis ve başbakan Alexis Tsipras tarafından peşinen reddedilmişti. Bu yüzden, Almanya, “Ya bizim şartlarımızı kabul edin ya da Euro’dan çıkın” diyerek bahsi yükseltince, Yunan delegeler teslim oldular.

Bu, basitçe, Syriza içindeki sağ kanattaki çoğunluğun ideolojik tercihi değil. Önde gelen Yunan kapitalistlerin ezici çoğunluğu Avrupa’yla entegrasyona büyük önem veriyor; entegrasyonu, Yunanistan’ın Balkanlardaki yerel güç olarak oynadığı rolü güvence altına almak için olmazsa olmaz bir durum olarak görüyor. Syriza'nın sol kanadındaki bazıları bu mantığı reddediyorlar. Fakat onlar bile partiyi iki sahada –parlamento içinde ve dışında- mücadele veriyor gibi görmeye meğilliler; bir yandan da bu iki mücadeleyi birleştirmeye uğraşıyorlar.

Fakat kapitalizmde iktidarda olmak, yani kapitalist bir ekonomiyi yönetmek, sokaklardaki ve iş yerlerindeki hareketin istekleriyle çatışmak anlamına gelebilir.  

İşte burada, Yunan Sosyalist İşçi Partisi (SEK) ve parçası olduğu koalisyon Antarsya gibi örgütlerin rolü önemli. Bu örgütler, kapitalizmden kopmak istedikleri için gerekli sert tedbirlerin alınmasını savunabiliyor.

Fakat bu, soyut bir suçlamadan oluşan sekter bir politika anlamına gelmiyor. Antarsya üyeleri, özellikle sendikal mücadelelerde ve Yunanistan’daki ırkçılık karşıtı harekette aktif rol oynadılar. Bunlar, Syriza üyelerinin ve destekçilerinin de katıldığı hareketler. Bu tür mücadeleler, hükümete sağlam durması için baskı uygulayabilir, ve muhtemelen, kendi çözüm önerilerini toplumda uygulamaya başlayabilir.

Dört ay sonra anlaşmanın süresi dolacak –bu da tabii anlaşmanın o zamana kadar yaşayacağını var sayarsak böyle. Troyka’nın kurtarma parasını geri alma “hakkı”, Syriza’nın kendi isteği doğrultusunda yönetme “hakkı” ile tekrar çatışacak. Marx’ın dediği gibi, “Eşit haklar arasında son sözü baskı söyler”. İşyerlerinden ve sokaklardan gelecek baskı ve bu mücadelelerin merkezindeki anti-kapitalist akımlar ne kadar kuvvetli olursa, bu iç karartıcı anlaşmanın tekrarlanma ihtimali o kadar azalır.

Joseph Choonara

(Socialist Review'den Türkçe'ye Özge Karakale çevirdi)



Bültene kayıt ol