SEK'ten Syriza-AB anlaşmasına ilişkin açıklama: “Anlaşmaya hayır, bu yasa geçmeyecek!”

01.03.2015 - 14:35

Syriza'nın Avrupa'nın egemenleriyle borç anlaşmasının uzatılması konusunda anlaşılması üzerine, Yunanistan'daki Sosyalist İşçi Partisi (SEK) bir açıklama yaptı.

Açıklama şöyleydi:

20 Şubat Cuma günü SYRIZA hükümeti ve Eurogroup arasında yapılan anlaşma, kemer sıkma politikalarının süresinin uzatılması ve işçilerin taleplerinin savunulması konusunda verilen en ufak sözlerin bile terk edilmesi anlamına geliyor.

Hiçbir laf cambazlığı, resmi açıklamanın ilk satırlarında açıkça ortaya konulan gerçeği gizleyemez: “Bu süre uzatmanın amacı, Yunan otoriteleri ve kurumlar tarafından ortak olarak belirlenecek olan belirli esnekliği en iyi şekilde kullanarak, gözden geçirmenin geçerli anlaşmadaki şartlar temelinde başarılı bir şekilde tamamlanmasıdır.”

Gündelik Yunanca'da bu Memorandum’un (şimdi “geçerli anlaşma”) süreceği, Troyka’nın kontrolünün (“gözden geçirme”) devam edeceği ve geçmişte olduğu gibi değişimlerin sadece (“belirli esneklik”) Troyka’nın (şimdi “kurumlar”) onayı altında gerçekleşeceği anlamına geliyor.

Bu anlaşmadan kazançlı çıkanlar, sadece Avrupa Merkez Bankası’ndan fon almayı garantileyen ve bu “likidite”yi borcu çevirmek için kullanan, bankaların kontrolünü ellerinde tutmaya devam eden bankerler. Daha önce olduğu gibi, AB kurumlarından gelen kredi dilimleri yine sosyal ihtiyaçların karşılanması için kullanılmayacak, bankerlere olan borç ödemesine gidecek.

Yeni bakanların göreve getirilmelerinin hemen ardından verdikleri de dâhil olmak üzere, işçilerin taleplerine dair verilen tüm sözler askıya alındı.

Harcamalarda kısıntıya gidilerek devlet bütçesinin ‘uygun’ bir fazla vermesi hedefleniyor. Özelleştirmelerin geri alınmasından vazgeçilmekle kalınmadı, özelleştirilmelere devam etme kararı alındı. Yeni hükümet kamu sektöründe işten çıkarılanların geri alınması sözünü ise sadece yeni işçi alımlarının iptal edilmesi halinde tutacak.

Düşük gelirlilerin vergiden muaf tutulması düzenlemesi Troyka’nın iznini beklerken, gemi sahiplerine uygulanan vergi muafiyeti sürecek, vergi kurumlarına büyük borçları olan zenginlere kolaylıklar sağlanacak. Asgari ücretin arttırılması şimdi “sosyal taraflar”ın sorumluluğu, yani bu konu sendikalar ve patron örgütleri arasında belirlenecek.

Yunan otoriteleri, “kurumlar tarafından belirlenen önlemlerden vazgeçmek, politikalarda ve yapısal reformlarda tek taraflı değişiklikler yapmak gibi mali hedefleri, ekonomik iyileşmeyi ve finansal istikrarı olumsuz etkileyecek her türlü eylemden kaçınacakları” vaadinde bulundukları için emeklilik maaşlarındaki son kesinti planı hâlâ uygulamada.

Geriye doğru sadece bir değil, pek çok adım atmış olan Alexis Çipras hâlâ meydanlarda gösteri yapan halkın desteğine sahip olduğunu iddia ediyor. Manolis Glezos, bu illüzyondaki suç ortaklığı nedeniyle özür dilemekte haklı.

Şimdi sorun, bu yıkıcı gelişmenin nasıl engelleneceği. Bir alternatif var mı ve bu alternatif nasıl uygulanabilir? Üç adımı atmak gerekiyor.

Birincisi, son dönemde Troyka memorandumu kaynaklı saldırılara direnen işçi mücadelelerinin sürdürülmesi. Yeni anlaşmanın getirdiği “dondurma politikası”na karşı çıkılmalı ve işçi mücadelelerinde öne çıkan tüm taleplerin uygulanacağı ilan edilmelidir:

İşten atılan tüm işçiler geri alınmalı, devlet televizyonu ERT ile geçtiğimiz yıllarda kapatılan tüm okullar, hastaneler vb yeniden açılmalı. Daha fazla “ulaşılabilirlik”e, daha fazla “değerlendirme”ye, kamu sektöründe daha fazla ücret kesintisine hayır demeliyiz.

COSCO gibi özel sektör yırtıcıları, limanlardan, havaalanlarından, demiryollarından, su ve elektrik şirketlerinden atılmalıdır. Yeni ve eski tüm kesintilere karşı maaşlar, emeklilik maaşları ve toplu sözleşmeler eski düzeyine getirilmelidir.

Sadece mültecilere ve göçmenlere değil, tüm işçi sınıfına saldıran ırkçı “memorandum” (İkinci kuşak göçmenlerin vatandaşlığının kaldırılması, polisin göçmenlere yönelik “Misafirperver Zeus” adını verdiği baskınları, toplama kampları, Türkiye sınırında örülen duvar, Frontex devriyeleri) durdurulmalıdır.

Neo-nazi Altın Şafak’ı koruyan tüm mekanizmalar, her nerede olurlarsa olsunlar (polis, yargı, gemi sahiplerinin makamları) parçalanmalıdır. Neo-nazi katillerin yargılanmasını ve cezalandırılmasını istiyoruz.

Grevlere, gösterilere, işgallere ve oturma eylemlerine yeniden başlamalıyız. Bize Manolada gibi yeni mücadeleler gerekiyor. Gücümüz seçim sandıklarında değil, işçi sınıfının örgütlü kesimlerinde ve onun mücadelesinde yatıyor. Hiçbir “referandum” bizi kurtarmayacak ve eğer bu yola başvurulursa memorandumun bu şekilde yasallaştırılmasına izin vermeyeceğiz.

İkinci adım, antikapitalist bir geçiş programı kullanılarak işçilerin mücadelelerinin ve taleplerinin politik genelleştirilmesi: Borcun silinmesi, avrodan ve AB’den çıkılması, bankaların işçi kontrolü altında kamulaştırılması. Her mücadelenin başarılı olabilmek için genel bir perspektife sahip olması gerekiyor.

Avrupa Merkez Bankası’nın likiditeyi durdurarak bankaları harap etme şantajlarına yenik düşmemek için, spekülatörlerin paralarını yurtdışına çıkaracağı bir bankalardan para kaçışını provoke edeceğinden korkmamak için, bankacılık sistemini, para birimini ve sermaye akışlarını kontrol altına almak önem taşıyor.

Bu antikapitalist önlemlerle birlikte işçilerin yürüteceği bir “Hayır, borcu ödemiyoruz” kampanyasını destekleyebilir ve kâr için ücretlerin, emekli maaşlarının ve sosyal hizmetlerin kan kaybetmesini durdurabiliriz.

Resmi bütçe rakamları bile, geçtiğimiz 30 yılda muazzam bir borç ödememize rağmen, borcun azalmayıp arttığını gösteriyor. Borcun ödenmemesi kampanyası en olgun talep ve en genel çıkış yolu. Gündelik mücadele için gerekli bir tamamlayıcı.

Üçüncü adım, devrimci antikapitalist solu güçlendirmek. SYRIZA ve Eurogroup bankerleri ve onların kurumları arasındaki anlaşma, reformist yolun çıkmaz sokak olduğunu bir kez daha gösteriyor. Bu anlık bir yenilgi değil, ANEL üyesi Kamenos ve yeni Başkan Pavlopoulos gibi sağcı politikacılarla, kapitalist sınıfın kurumları ve siyasi kişilikleriyle ittifaklar kurmak ve köprüler inşa etmek isteyen stratejinin ayrılmaz bir parçası.

Rosa Luxemburg, Reform ya da Devrim ikileminden bahsedeli bir yüzyıl geçmiş olabilir ama bu ikilemin güncelliği önümüzde duruyor. Bu ikilemi ortadan kaldırabileceğini düşünüp SYRIZA’yı “eski ayrım çizgilerini aşan yeni radikal sol” olarak vaftiz edenler şimdi rahatsız bir durumdalar. Cesur olanlar özür dilemek istiyor, pişman olmayanlar ise bahane arıyor.

Bu hayal kırıklığına uğranacak ve geri çekilecek bir zaman değil. Beş yılda dört hükümet devirmiş olan hareketin içinde yer alan bizler, kapitalizmin devrilmesi ve işçilerin ürettikleri zenginliği ve kendi hayatlarını kontrol ettiği bir toplumun kurulması perspektifine sahip devrimci sola katılabiliriz ve katılmalıyız.

(Türkçe'ye Onur Devrim Üçbaş çevirdi)



Bültene kayıt ol