Deutsche Bank 1870’te, Almanya’nın birleşmesinin hemen arifesinde kurulduğundan bu yana Alman kapitalizminin simgesi olmuştur. Rudolf Hilferding, büyük yatırım bankalarının sanayi şirketleriyle birleşmesini anlattığı klasik Marksist çalışması Finans Kapital kitabını (1910) yazdığında Deutsche Bank’ı düşünüyor olabilirdi.
Geçtiğimiz on yıllarda Deutsche, geri kalan Avrupa bankalarından daha iyi durumdaymış gibi gözüküyordu. Eski rakibi Dresdner Bank ortadan kalkmıştı ve Goldman Sachs ile JP Morgan gibi Wall Street devlerinin küresel yatırım bankacılığındaki egemenliğine meydan okumayı amaçlıyordu.
Şimdi ise Deutsche Bank’ın başı belada. Hisse senetlerinin fiyatı bu yıl yüzde 50’den fazla düşüş gösterdi, geçen hafta perşembe günü son 33 yılın en düşük rakamı olan 8,64 Sterlin’e geriledi. 2007-2008’deki finansal krizden önce bu rakam 90 Sterlin’e yakındı.
Deutsche’in 2000’li yılların ortasında usulsüz olarak sattığı iddia edilen mortgage temelli menkul kıymetler için ABD hükümeti bankadan 11 milyar Sterlin tutarında bir ceza talep ediyor. Bu ceza şirketin borsadaki değerinin biraz daha azına tekabül ediyor.
Deutsche’nin sorunları, geniş anlamda, finansal krizin ortaya çıkardığı sorunların pek çoğunun çözülmemiş olduğunun işareti. Avrupa hükümetleri, krize İngiliz-Amerikan bankalarının kanunsuz hareketlerinin yol açtığı ve Avrupa bankalarının masum kurbanlar olduğu efsanesini safça onaylıyor. Bu, özellikle Alman bankalarının ABD’deki ilkesiz meslektaşlarından sık sık ve saf bir şekilde, şüpheli mortgage temelli menkul kıymetleri ve diğer kredi türevlerini alması anlamında doğru.
Ancak Avrupa bankaları, İrlanda ve güney Avrupa’yı ucuz kredilere boğarak Avro bölgesindeki finansal balonun büyümesine yardımcı oldular. Sözde “Avro bölgesi krizi” aslında kuzey Avrupa hükümetlerinin kendi bankalarını kurtarması süreciydi.
Yunanistan gibi devletlere, kuzey bankalarına olan borçlarını ödeyebilmeleri amacıyla alacakları kredi için, şiddetli kemer sıkma politikaları uygulama şartı getirildi. Çıkarılan kurtarma paketleri sayesinde Avrupa bankaları, ABD ve İngiltere hükümetlerinin kendi bankacılık sistemlerine dayattığı daha şiddetli yeniden yapılandırma önlemleri olmadan varlıklarını sürdürebildi. Geçtiğimiz hafta Avrupa Merkez Bankası’nın başkanı Mario Draghi, Avro bölgesinde çok fazla banka olduğundan şikâyet ediyordu.
Buna, kapitalist bir girişim olarak bankaların tuhaflığını da eklemeliyiz. Bankalar kârlarını kredi vererek kazanır. Ancak, verdikleri borçlar genelde sermayelerinden veya öz kaynaklarından kat kat fazladır. Bu yüzden bankalar doğaları gereği iflas halindedirler; yalnızca yatırımcılar ve mevduat sahipleri paralarını geri istemediği sürece varlıklarını koruyabilirler. Bankacılık üçkâğıtçılıktır.
Deutsche’nin varlıklar toplamı 2015 yılında 1,42 trilyon Sterlin ve toplam sermayesi 54,7 milyar Sterlin’di. Çok sayıda şubelerinin kasasına yatırılan büyük miktarda paraya sahip büyük bir banka olduğu için, normal koşullarda piyasaların fazla endişelenmesine gerek yoktu. Ancak Deutsche’nin 25,1 milyar Sterlin tutarındaki “üçüncü seviye varlıkları” dikkat çekiyor. Bunlar büyük ihtimalle finansal balondan kalan değersiz artıklar, ama eğer durumun cidden böyle olduğu ortaya çıkarsa bunlar Deutsche’nin sermayesinin yaklaşık yarısını yok edebilir.
Finansal krizin mirası Deutsche’nin acılarında bir rol daha oynuyor. Salyangoz hızında seyreden dünya ekonomisi, daha sıkı mevzuatlar ve merkez bankaları tarafından işleri yolunda tutmak için çok düşük tutulan faiz oranları yüzünden, bankacılık daha az kârlı bir durumda. Gelecek yıl Deutsche’nin mali kârlılığının yüzde 3’ten az olması bekleniyor. Başlıca rakibi olan Commerzbank geçtiğimiz hafta kârını arttırabilmek için işgücünde yüzde 20 kesintiye gideceğini açıkladı.
Son olarak, siyaset karmakarışık. Angela Merkel ülkesinin en büyük bankasının iflas etmesine izin veremez. Ama bütün halk bankacılardan nefret ediyor. Bu yüzden, gelecek yıl yapılacak olan genel seçimler de yaklaşırken Merkel’in Deutsche’yi kurtarması zor olacak.
Kapitalistler arası rekabet durumu kızıştırıyor. Diğer bankalar ABD’ye ödeyecekleri cezada müzakereler yoluyla indirime gidilmesini sağladı, ama ABD hükümeti başa baş giden bir başkanlık yarışının ortasında bunu yapmak isteyecek mi?
Her durumda, Brüksel Apple’ın vergi borçları için boğucu kanunlar çıkarmışken, ABD’nin bir Avrupa bankasına fazla kibar davranması çok muhtemel değil. Bunların hiçbiri yeni bir krize doğru gittiğimiz anlamına gelmiyor. Ancak Deutsche’nin içinde bulunduğu zor durum finansal krizden dokuz yıl sonra küresel kapitalizmin kırılganlığını gözler önüne seriyor.
Alex Callinicos
(Sosyalist İşçi gazetesi için Onur Devrim Üçbaş çevirdi)