Ankara’da Somalililere ait lokantanın tabelası, renkleri ‘terörü’ çağrıştırdığı için beyaza boyandı. Bu arada restoranın ortaklarından Somalili Mohammed Isse Abdullah, bir emniyet mensubunun kendisine ‘Burayı Türkleştireceğim, Somalileri söküp atacağım’ dediğini belirtmiş. Somalili işletmeci kadın da TC vatandaşı.
Saab Cafe adındaki bu lokantanın tabelasının açılışı sırasında bölgede bulunan polis ekipleri tabelanın kaldırılmasını istedi. Polisler tabeladaki sarı kırmızı yeşil renklerin beyaza boyanması halinde tabelanın yerinde kalabileceğini söyledikleri için tabela beyaza boyandı. (Bu renklerin Afrika Birliği bayrağının renkleri olduğunu belirteyim.)
Bu olaylardan sonra Göç İdaresi, bu renk meselesinden tabii ki bahsetmeyen ama tabela standartlarından bahseden bir duyuru yayınladı. Buna göre yabancı dilde ifadenin yer aldığı tabelalarda yabancı dildeki ifadeler Türkçe ifadelerin yüzde 25’ini geçmeyecek büyüklükte puntolarla yazılması gerekmekteymiş. İşin ilginci mesela Antalya civarında tabelalar büyük ölçüde İngilizce ve Rusça yazılı. Ve sanırım gelen turistlere göre çeşitli şehirlerde bu diller değişiklik gösteriyordur.
Kapitalist serbest piyasanın da ‘serbestliği’nin bir sınırı olduğunu görüyoruz böylece. 2001 yılında ABD’deki ikiz kulelere saldırıdan sonra ‘terör ve terörist’ kavramları çok yaygın bir şekilde kullanılıyor. Özellikle Türkiye’de bunu iliklerimize kadar yaşıyoruz. Renkler de terörü çağrıştırabiliyor. Özellikle çözüm sürecinin bitmesinden itibaren Kürt siyasetçiler hapiste, Kürt dili ve sarı, kırmızı, yeşil renkler fiili olarak yasak.
Bu emniyet mensubunun belirttiği ‘Türkleştirme,’ 1915’den itibaren devam ediyor ve bir türlü Türkleştirilemeyen bir ülkede yaşıyoruz. Şimdi sıra Somalilere geldi. Aslında burada da saldırı altında olan bir Somalilinin işletme açması değil, sarı, kırmızı yeşil renkleri kullanmasıdır. Türkiye’nin bir türlü ‘Türkleştirilememesi’dir.
Türkiye’nin bir süredir dünyadaki pastadan kendisine, geç kalmış olsa da (hatta artık kalmamış) dilim kapma peşinde olduğunu hatırlamak gerekir. Türkiye ilk olarak 2008’de Afrika Birliği ile stratejik iş birliği kurmuş ve bu işbirliğinin Türkiye için son dönemde Libya dâhil olmak üzere birçok farklı coğrafyada başarı gösteren İHA/SİHA’ların yeni pazarlara girmesi için de önemli fırsatlar barındırdığı şeklinde sunulmuştu.
Çünkü aslında kapitalizmin evrenselliği, bir "uygarlık"ın, belirli bir kültürel-sembolik dünyanın adı değil, gerçekten tarafsız bir dünyanın adı olması gerçeğinde yatar. Asya değerleriyle olduğu kadar başkalarıyla da çalışan ekonomik-sembolik makinedir. Tam da bu nedenle, kapitalist toplumsal ilişkiler matrisi "gerçek"tir. Olası tüm simgesel evrenlerde aynı semboller ötesi biçimde işleyen şeydir. Farklı topluluklardaki bireyler için aynı anlama gelmese, yaşam-dünyalarının bütünlüğüne aynı şekilde girmese bile, aynı biçimsel toplumsal ilişkiler dizisini üretir, kendi amacını sürdürür. Kendi kendini yeniden üretmenin dairesel hareketini devam ettirir: ABD'de veya Çin'de, Peru'da veya Suudi Arabistan'da aynı kâr odaklı matris iş başındadır. Türkiye de bu matrisin içinde. Somalilinin Türkiye’de bir işletme açması da bu matrisin içinde.
Buradaki mesele ‘farklılıklara hoşgörü göstermek,’ bir medeniyetler paktı oluşturmak değil. Medeniyetleri kesen bir mücadeleler paktı, her medeniyette kendi kimliğini içeriden sarsan, onun baskıcı çekirdeğine karşı savaşan bir pakt oluşturmak. Todd McGowan, eşitlik ve özgürlük gibi evrensellerin bize dayatılmadığını savunuyor. “Yokluklarına ilişkin ortak deneyimimizden ve onlara ulaşmak için verdiğimiz mücadeleden doğarlar. Kapitalist ekonomi, herkesi, herkesle rekabet halinde izole edilmiş bir tikel haline getirir. Kişi kapitalizmin savunucusu olduğunda, zorunlu olarak kendini ve diğer herkesi yalıtılmış bir tikel konumuna indirger.”
En önemli siyasi mücadele, evrenseli tanımakta yatar. Özgürlük veya eşitlikle ilgili örtülü ifadelerde evrensellik bulamıyoruz. Evrensellik, bir bütüne ulaşmak için her bir bireyi toplamaktan da ibaret değildir. Bunların hepsi asla yeterince kapsayıcı olmayacak ve her zaman birilerini dışarıda bırakacaktır. Evrenselliği bu şekilde tasavvur etmek, gerçek evrensellik olasılığını kaçırmak anlamına gelir. Evrenseli ancak toplumsal yapının kendini tamamlayamadığı noktada, dışlananların davasını ele alarak keşfedebiliriz. Solculara yöneltilen kimlik siyaseti suçlamasına rağmen, her özgürleştirici siyasi proje temelde evrenseldir. Kimlik siyasetinin gerçek savunucuları sağ kanattır.
Birbirimizle olan bağlantımızı, başarılı bir bütünlükten ziyade farklılıklarımıza rağmen, içinde bulunduğumuz uzlaşmaz mücadelenin temel antagonizması olarak tanımlayabiliriz. Bu yüzden hoşgörüsüzlüğümüzü paylaşalım ve aynı mücadelede güçlerimizi birleştirelim.
20 Haziran Dünya Mülteciler Gününde, sisteme karşı hoşgörüsüzlüğümüzde birleşme çağrımızı yineleyelim.
Sibel Erduman