Kapitalizmin üçlü krizi ve antikapitalist direniş

11.08.2020 - 11:28

Ekonomik kriz, salgın ve iklim krizi yaratan kapitalizme karşı nasıl bir mücadele yürütmeliyiz? Ozan Tekin yazdı. 

Uluslararası Sosyalist Akım olarak bundan 10-12 sene önce, kapitalizmin iki krizine (ekonomik ve ekolojik krizlere) tek yanıt olarak antikapitalizmin önemine vurgu yapıyorduk. Bugün pandemiyle birlikte bunu “üçlü krize” çevirdik. Bu üç kriz birbiriyle iç içe, birbirine sıkı sıkı bağlı. Kapitalist toplumlar tarihin en ilginç zamanlarından geçiyor. Hiçbir şeyin “olağan” seyrinde yürümediği, muazzam krizlerin ve egemen sınıflar açısından istikrarsızlıkların olduğu, neoliberal konsensüs çökerken yerine ne konulacağı konusunda hemfikir olunmadığı ve ekonomik düzelme gerçekleşmediği ölçüde emperyalist hiyerarşi içerisindeki rekabet dengelerinin sarsıcı savaş ihtimallerine yol açtığı bir dönem bu. İnsanlığı uçuruma da sürükleyebilir, radikal değişimlerin önünü de açabilir.

Pandemi krizi

Çoklu krizin ilk ayağı pandemi. Covid-19 kaptalizmin fay hatlarını derinleştirdi ve görünür kıldı. Sağlık ve yaşın yanında salgından ölüp ölmeyeceğinizi belirleyen en önemli iki faktör ırk ve sınıf.

Sınıf meselesi çok net: İngiltere’de iş gücünün en fakir üçte ikisinin %75’i koronavirüs riski yüksek sektörlerde çalışıyor. En iyi durumdaki %20 için ise bu oran yarıdan az. “Kritik” sektörlerde çalışanlara ilişkin yapılan istatistikler, bunların gelirlerinin toplumun ortalamasının altında olduğunu ortaya koyuyor. Alkış yetmiyor, kahramanca mücadele eden bu işçiler için insanca bir ücret ve yaşam koşulları gerekli.

Irk da böylesi bir faktör. ABD’deki bir araştırmaya göre salgın süresince siyahlar beyazlara göre 3.6 kat daha fazla ölme riski taşıyor, Hispanikler 2.5 kat. İngiltere’de de siyahların ölme ihtimali beyazlara göre 4 kat daha fazla diye hesaplandı.

Bunun dışında pandemi döneminde tüm eşitsizlikler ve sosyal adaletsizlikler de teşhir oldu.

Christian Aid adlı İngiltere merkezli bir dini yardım kuruluşu, işsizlik, barınma sorunu, okulların kapanması ve akut açlık gibi sorunların keskin bir şekilde artacağına dikkat çekti ve yıkım uyarısı yaptı. Akut açlık çeken insanların sayısı 2020’de ikiye katlanarak 250 milyona ulaşabilir.

Korona için önlemler gündemde ama 3 milyar kişi (dünya nüfusunun %40’ı) evinde el yıkayabileceği bir düzeneğe bile sahip değil. Dünyadaki her 10 öğrenciden 9’u eğitiminin bir bölümünü kaybetti. Birçok yoksul ülkede kız çocuklarının eğitimlerine bir daha geri dönememesinden endişe ediliyor. Rapor, kriz döneminde en büyük ekonomik ve sosyal sıkıntıların kadınlara yüklendiğine dair çok sayıda kanıt olduğunu vurguluyor. Sosyal bakım ve sağlık sektöründe önemli yer tutan kadın işçiler, en düşük ücretleri alıyor. Kayıtdışı ekonomide kadınların oranı daha fazla, üstüne ev içinde daha ciddi bir emek harcadıkları bir sorumluluk altına girmiş durumdalar ve kadına yönelik şiddet salgın döneminde arttı.

Dolayısıyla, koronavirüs çok büyük global bir pandemi, ancak bu tüm insanlığı eşit ölçüde etkileyen bir olgu değil. Bizzat kapitalist hükümetlerin yarattığı dünyanın sonucu olan eşitsizlikler, pandemiden etkilenmeyi doğrudan belirliyor. Yine sermayenin ve hükümetlerin pandemi dönemindeki yönelimleri de işçi sınıfını hiç umursamadıklarını gösteriyor. İngiltere, ABD ve Türkiye’de çıkartılan tedbir paketlerinde hep sermaye için önlem alındı. Forbes’in 18 Mart-19 Mayıs arasında ABD’nin 600’den fazla milyarderinin gelirlerine ilişkin verilerine dayanan raporda, en büyük sermaye gruplarının net serveti bu iki aylık süreçte %15 (434 milyar dolar) arttığı vurgulanıyor.

Salgının merkezi hâline gelen üç ülke şu an ABD, Brezilya ve Hindistan. Hepsi aşırı sağcılar tarafından yönetiliyor. Ekonomilerin durmasının ardından sıradan insanların hayatı riske atılarak “Büyük Yeniden Açılış” yapılıyor.

Ekonomik kriz

İngiltere Merkez Bankası, 1706’dan beri yaşanan en büyük ekonomik küçülmenin bu yıl olacağını söylüyor. Dünyadaki iş gücünün %81’i, 2.7 milyar işçi tam veya kısmi karantinalardan etkilenmiş. Küresel gerçek GSYİH büyüme verileri 2008 krizinde 0’ın çok az altına düşmüştü, IMF’nin verilerine göre bu kez -3’lere indi. 170’den fazla ülkede hane içi gelir büyümesi ekside olacak deniliyor. Üretim çıktısı anlamında yaşanan düşüş, son 150 yıldaki tüm resesyonlardan daha büyük. Yatırım bankası JP Morgan, önümüzdeki iki yılda 5.5 trilyon dolarlık üretim kaybı tahmin ediyor. ABD’de Nisan ayında 30 milyon kişinin işsiz kalması gibi çarpıcı etkiler yarattı pandemi.

Üretimin durdurulmuş olması ve talebin düşmesi tabii ki önemli faktörler ama krizin kökenleri daha eskilerde yatıyor. İkinci Dünya Savaşı sonrası yaşanan 20 yıllık genişlemenin ardından dünya ekonomisi zaten kâr oranlarının azalması krizine girmişti. Bundan emek gücünün ümüğünü sıkarak çıkmayı zorlayan neoliberal politikalar, finans sektörünün hızlı büyümesiyle el ele gitti ve kapitalizm en gelişkin merkezlerinde büyüme için kredilere ve borçlara bağımlı hâle geldi. Sistem her çöktüğünde finansal yardım ve kurtarmalarla ayakta kaldı. 2001’de internet yatırımlarının şişmesiyle yaratılan dot-com balonu patladı, ABD Merkez Bankası buna faizleri düşürerek yanıt verdi, bu sefer de konut/mortgage krizi başladı ve bunun sonucunda 2008-2009 çöküşü geldi. Büyük kapitalist ülkeler buna yanıt olarak da negatif faizleri, finansal kurtarma paketlerini ve parasal genişleme politikalarını seçti. Bunlar ekonomik sistemi iyice kırılgan hâle getirdi ve büyük borç krizleri yarattı. Küresel borç seviyeleri rekor kırıyor. Her krize de devlet müdahaleleriyle yanıt verilmeye devam ediliyor ve kalıcı bir ekonomik iyileşme planı yok.

Bu ortamda koronavirüs kadar büyük bir fenomene kapitalizm ancak üç ay dayanabildi. Sonrasında “Büyük Yeniden Açılış” tartışmaları başladı. Mantığı kâr üzerine kurulu bir sistemde başka türlüsü olamazdı. İngiltere’de halkın %70’i ekonominin virüs tamamen bitene kadar kapalı kalması gerektiğini düşünüyor ama hükümetler ve patronlar için bunun bir önemi yok. Bu her yerde böyle.

Türkiye de işyerlerini hiçbir zaman doğru dürüst kapatmadı, krizdeki bir ülke olarak bu resmin bir parçası. Şimdi yeniden açılış konuşulurken pandemide vaka sayıları artıyor, ekonomide sıcak para arayışının sonuçsuz kalıyor, Merkez Bankası kasası eksilere indi ve döviz kurları zirve yaparken borsa bir haftada iki kez %5’lik düşüşle krizin pençesinde kıvranmaya devam ediyor. Bu genel manzara hem tüm dünyada hem Türkiye’de işçilerin sınıf çıkarları ekseninde mücadelesini zorunlu kılıyor.

Ekolojik kriz

İlk ikisiyle doğrudan bağlı bir üçüncü boyut da ekolojik durum. Sermayenin vahşi ekosistemlere dalışı, Ebola veya influenza gibi virüslerin hayvanlardan insanlara transferini son derece hızlandırdı. Sermayenin istilası hayvan türlerini doğal habitatlarından yeni yaşam alanlarına sürükledi ve büyük ölçekli tarım ticareti şirketleri aracılığıyla yaban hayatı metalaştırdı. Brezilya’da ormansızlaştırmanın salgınları arttırdığına dair veriler var; genel olarak yaban hayatında avlanma ve ticaret üzerine kurulu ekonomik yapıların insan-hayvan etkileşimini arttırdığı ve hayvandan insana hastalık aktarımını yoğunlaştırdığına dair araştırmalar ortaya çıkıyor.

Bunun yanı sıra biz zaten 2018’in ikinci yarısından beri dünya gündeminin merkezine yerleşen daha geniş bir ekolojik krizle karşı karşıyayız. 2030’a kadar önlem alınmazsa iklimin ve gezegenin geleceği konusunda geri dönülemez noktalara ulaşacağız. Bu,Greta Thunberg ve okul öğrencilerinin başını çektiği büyük bir mücadele dalgasını tetiklemişti. Daha sonra Yokoluş İsyanı gibi hareketleri bağrından çıkaran, küresel grev hareketleriyle işçi sınıfını da içine çeken büyük bir mücadele dalgası patlak vermişti.

Emperyalizmin krizi

Bu üçlü krizin ışığında dünyada “küresel düzen” diye bir şeyin kalmadığı, farklı emperyalist bloklar ve altemperyalist güçler arasındaki rekabetin kızıştığı, savaş ihtimallerinin gündeme geldiği bir dönemden geçiyoruz.

Trump’ın küresel kurumlarla çatışmalarının sonuncusunu Dünya Sağlık Örgütü’nden çekilmesi tartışmalarında gördük. Çin ile ABD arasındaki ticaret savaşı devam ediyor. ABD, kendi teknoloji devi şirketlerine dünyanın diğer yerlerinde vergi uygulanmamasını istiyor. Ama müttefikleriyle ilişkileri günden güne yıpranıyor. Avrupa Birliği’nin lider ülkesi Almanya, Rusya ile Kuzey-Akım 2 gaz boru hattı projesinde anlaştı. ABD, Avrupa’yı Rus doğalgazına bağımlı hâle getiriyor diye buna katılan firmalara yaptırım kararı aldı. AB otomotiv endüstrisini yabancı rekabetten korumak istiyor ama Trump araç ithalatıyla ilgili de tehditler savurabiliyor. Kıtalararası ticaret savaşları ısınıyor ve ABD’nin hegemonyasının gerileyişi sık sık böyle gerginliklere yol açıyor.

Madalyonun bir diğer tarafı ise savaş gerginlikleri. Türkiye’nin de içinde oluşundan bildiğimiz gibi, Suriye, Libya ve Doğu Akdeniz’de yaşananlar.

Bütün dünya doğalgaz rezervlerinin %5’inin Doğu Akdeniz’de olduğunun ortaya çıkmasından sonra, bunun hangi devletler tarafından nasıl paylaşılacağı ve kullanılacağı üzerine birkaç yıldır devam eden bir gerginlik, 2020 ile birlikte son noktasına ulaştı. Kimin kıta sahanlığının nerede bittiğiyle ilgili Lübnan ile İsrail arasında, Türkiye ile Yunanistan arasında, Mısır ile Libya arasında anlaşmazlıklar var. Türkiye, uluslararası olarak tanınmayan Kuzey Kıbrıs üzerinden sınırlar tarif ederek Kıbrıs’ın güney batısına kadar inerek arama çalışmaları gerçekleştiriyordu. Şimdi buna Libya ile deniz sınırı anlaşması eklendi. Mısır-İsrail-Kıbrıs-Yunanistan bir eksen, bunlar uzun süredir anlaşma hâlinde ve bir boru hattıyla gazı Avrupa’ya ihraç etmek istiyorlar. Türkiye ise “Bana pay vermeden buradan geçirilemez” diyor ve bunun için Libya ile anlaştı. Türkiye’nin çarpraz olarak deniz sınırından Libya ile komşu olduğunu iddia ediyorlardı. Mısır ile Yunanistan da buna karşı başka bir anlaşma yaptı. Aynı deniz sahasını Mısır-Yunanistan arasında tarif ettiler. Buradaki gerginlik doğrudan Libya’daki savaşa yansımıştı. Türkiye birkaç aydır buraya askeri olarak müdahale ediyor ve BM tarafından tanınan hükümetin Hafter’e karşı gerileyişini durdurdu ve iç savaşa denge getirdi. Ancak Rusya, Fransa, BAE, Mısır, birçok başka güç de Hafter’i destekliyor. Türkiye bir ölçüde İtalya’nın desteğini aldı, ABD destek veriyor gibi gözükse de pratikte bir şey yapmıyor. Libya’daki kanlı savaş, kapitalist dünyada ekonomik ve politik çıkarların nasıl iç içe geçtiğinin ve nasıl savaşa tercüme olduğunun iyi bir göstergesi. Diğer yandan durum Arap devrimlerinin trajedisini ortaya koyuyor. Libya’da Kaddafi’yi deviren aşağıdan ayaklanma emperyalistler tarafından çalınmıştı. BM ve NATO müdahalesi, demokratik muhalefeti tasfiye ederek sahada farklı güçlerin desteklediği askeri yapıların rekabetini ve kanlı bir iç savaşı beraberinde getirdi. Türkiye de bu NATO müdahalesini desteklemişti.

Diğer yandan son günlerdeki Lübnan krizi de rekabetin ve çekişmenin boyutlarını ortaya koyuyor. Kimyasal maddelerin bulunduğu bir depoda yangın çıktı, patlama ve yıkım ile birlikte büyük bir trajedi yaşandı. 157’den fazla kişi öldü, 100 kişi hâlâ kayıp, 5 binden fazla yaralı ve 300 binden fazla evsiz kalan var. Lübnan halkı ülkeyi mahveden mezhepçi ve yozlaşmış politik sisteme öfkeli. Dünya liderleri ise inşasına katkıda bulundukları bu siyasi sistemin krizinde hemen Lübnan’ın başına üşüştüler. Eski sömürgeci Macron ziyarette bulundu ve 1 Eylül’e kadar reformlar olmazsa bunun “politik sorumluluğunu” alacağını söyledi. Trump, Lübnan için düzenlenecek Paris konferansına katılacağını ve yardım edeceğini duyurdu. İran yardım gönderiyor. Türkiye sahneye çıkmaya çalışıyor. Hizbullah patlamayla ilgili suçlanıyor ve bunları reddediyor. ABD ve Fransa gibi ülkeler, on yıllardır Lübnan’ın iç işlerine karışmış, işgalleri ve savaşları teşvik etmiş veya desteklemiş kapitalist güçler. Şimdi başına üşüştüler ama Lübnan’da başka bir dinamik daha var. 2019’da sokağa çıkan hareket “hepsi gitsin” diyordu, tüm mezheplerden insanlar kendi egemenlerine bayrak açıp aylarca gösteri yaptılar ve başbakanı istifa ettirdiler. Pandemi sürecinde “açlıktan ölmektense koronadan ölürüm” diyerek sokağa fırlayanlar vardı. Yıl sonunda Lübnan halkının %60’ının yoksulluk sınırının altında olması bekleniyor. Bu hareket pandemiden sonra da sokağa çıktı. Lübnan’da yozlaşmış siyasi elite ve onları destekleyen büyük kapitalist haydutlara karşı aşağıdan mücadele dinamikleri de çok güçlü.

Aşağıdan mücadele

Bütün bu karmaşık ve çalkantılı dünyada bizim umudumuz aşağıdan mücadeleler, Bloomberg ve The Economist’in salgından sonra patlayacağından korkutuğu sosyal isyanlara bakmalıyız. 2019’da 25 ülkede gerçekleşen küresel isyan dalgasının geri dönüşü, George Floyd’un öldürülmesinin ardından ABD’de başladı. 15 ila 26 milyon insanın katıldığı, ABD tarihinin en büyük isyan dalgası bu. Trump “Afganistan’a döndük, tarihimizdeki en kötü şey” diyor gösteriler için. Dünyanın 60 ülkesindeki 2000 şehirde dayanışma eylemlerini tetikledi bu hareket. Hong Kong, Sudan, Lübnan’da insanlar tekrar sokaklara çıktı. ABD’deki gösteriler birçok yerde polisin finans kaynaklarının küçültülmesi gibi reformları kazanmaya başladı. Bu mücadele yalnızca siyahların öfkesi değil; hareketin %60’ı beyazlar, 70 gecedir beyaz çoğunluklu Portland’da hareket yaşıyor ve devam ediyor. Pandemiye karşı bütün eşitsizliklere karşı bir öfke patlaması hâline geldi. Bu mücadelenin bir diğer önemi ise Trumpizme direnişi temsil ediyor olması. Trump’ın gelişi son dört yıldır tüm dünyada aşırı sağın ve otoriterliğin yükselişini simgeliyor. ABD’deki eylemler buna karşı bir barikat ördü. Aynı zamanda seçimler yaklaşıyor, Trump bütün anketlerde geride,gösterilerden sonra fark 4-5 puandan 10 puana çıktı, “Seçimi yapmayalım, erteleyelim” demeye başladı. ABD’de %80 işlerin yolundan çıktığını düşünüyor. Ekonominin “kötü” olduğunu düşünenlerin oranı, %46 ile 2012 Eylül’ünden beri en yüksek seviyede.

Black Lives Matter ile başlayan isyan dalgası, aşırı sağın durdurulmasına öncülük edebilir. Trump’ın seçimleri kaybetmesinin küresel bir anlamı olacak, kurduğu uluslararası aşırı sağcı ağlar ve yapılar güven kaybedecek. İngiltere, Almanya, Fransa ve her yerde faşistlerin morali bozulacak. Dolayısıyla tüm dünyadaki havayı ezilenlerin lehine çevirmeye dair bir potansiyel var. Hem sokakta ve işyerlerindeki mücadelelerde (ABD’de koronavirüs süresince 200’den fazla grev oldu) bunu görüyoruz hem de seçim süreçlerinde.

Ama bizim için en önemlisi, her yerde bu hareketlerin içinde siyasi alternatifler, antikapitalist odaklar inşa etme ihtiyacı. Corbyn’in sağın baskısıyla devrilişi, Podemos’un 1978 yasasının değiştirilmesi gibi reform taleplerinden uzaklaşması, ABD’de solun umudu hâline gelen Sanders’ın polisin finansal kaynaklarının kesilmesini desteklememesi gibi tavizler karşısında radikal değişimi savunan antikapitalist politik yapıları inşa etmeliyiz.

Ozan Tekin



Bültene kayıt ol