Irkçılık, kapitalizme göbeğinden bağlı bir ideolojidir. Dolayısıyla kapitalizm varolduğu müddetçe de ortadan kalkmayacak. Ancak kapitalizm içerisinde ırkçı pratikler ve ırkçı örgütlenmeler ile mücadele edebilir ve hayatlarımızı kolaylaştıracak kazanımlar elde edebiliriz.
Irkçılığa karşı mücadele öncelikle işçi sınıfı içerisindeki bölünmeyi giderecek politikalarla yapılabilir. Hemen her yaz görmeye alıştığımız turizm sezonunda çalışmaya gelen Kürt işçilere yönelik saldırılara ve Suriyeli göçmen işçilere yönelik saldırılara karşı bütün işçilerin birliğini savunan bir politik mücadeleyi sendikalarda hâkim kılmak zorundayız. Patronlara karşı bütün işçiler için eşit işe eşit ücret, asgari maaşın insani düzeyde yaşamayı sağlayacak seviyeye yükseltilmesi ve ayrım yapmaksızın her işçinin sendikalı olma ve toplu sözleşme hakkı kazanması en önemli adımlar olacaktır.
Sendikalarda ve sol gruplardaki ulusalcı ideolojinin işçi sınıfının değil kapitalistlerin çıkarına olduğunu anlatmak ve bu fikirleri bütün işçi örgütlenmelerinden temizlemek gerekir. Türk Metal-İş gibi faşist sendikacıların yönetiminde olduğu sendikaların Ergenekon ile işbirliği yaptıklarının ortaya çıkması bir tesadüf değil. TEKEL direnişi, Şişecam grevi ve en son Metal-İş grevinde olduğu gibi sendika bürokrasisini greve zorlayan ve mücadeleye egemen sınıfın fikirleri altında yani ırkçılığın etkisi altında giren işçiler Kürt işçilerle omuz omuza mücadele ettikçe bu fikirlerinden arınabiliyorlar. Ancak sendika yönetimleri barış sürecine destek veren hiçbir açıklama yapmayarak, savaşa değil emekçiye bütçe talebini yükseltmeyerek egemenlerinin yanında koltuklarını koruma kaygısı ile davranıyor. Sendikalardaki bu yönelimi yenmenin yolu işçilerin aşağıdan birleşik mücadelesi olacaktır.
Irkçı propagandaya karşı sokakta mücadele
Irkçılığa karşı mücadelenin bir diğer yöntemi de sokakta verilecek hegemonya mücadelesidir. Almanya’da ırkçı PEGİDA’nın göçmenlere karşı yaptığı eylemler her defasında karşısında onbinlerce ırkçılık karşıtını buluyor. Bu sayede ırkçılar birçok şehirde yürüyüş yapamıyor. Yunanistan’da krizin faturasını göçmenlere çıkaran faşist Altın Şafak işçi sınıfını bölerek burjuvaziye kendini ispatlamaya çalışıyor. Ancak anti-faşist solun verdiği mücadele sayesinde birçok yöneticisi içeri tıkılabiliyor.
Amerika’da siyahlara karşı arka arkaya yaşanan polis cinayetleri aylardır yüzbinleri sokağa döküyor. “Siyahların hayatı önemlidir” diye başlayan eylemlere çok sayıda siyah olmayan aktivist katılıyor. Giderek yayılan eylemler okul, meydan ve işyeri işgallerine kadar varmış durumda. Ayrımcılığa karşı başlayan eylemler giderek sistem karşıtı eylemlere doğru evriliyor. Siyahların yaşam koşulları ve gelir dağılımdaki adaletsizlik giderek daha fazla öne çıkmaya başlıyor. Özellikle Noel öncesi alışveriş haftasında işgal edilen AVM’lerde “devimi durduramazsınız devrim biziz” sloganları atan göstericiler 2008’de yaşanan krizin bir sonucu olarak yaşanan yoksullaşmaya da dikkat çekiyorlar.
Ermeni soykırımı ve Kürt sorunu
Türk burjuvazisinin ilkel sermaye birikimi olan Ermeni soykırımı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluşunun başlangıcıdır. Müslüman olmayan halklara yönelik devlet temelli nefret soykırımın yüzüncü yılında önemli bir mücadele alanı oluşturuyor.
Türk milliyetçiliği, Türk işçileri kendi devletinin ve dolayısıyla burjuvazisinin yanında yer almaya iten en güçlü silah. Hrant Dink’in cenazesinde yürüyen yüzbinlerin attığı “hepimiz Hrant’ız hepimiz Ermeniyiz” sloganı bu nedenle Türk burjuvazisinin resmi ideolojisi olan Türk milliyetçiliğine çok ağır bir darbe vurmuştu. Devletin bütün mekanizması harekete geçerek birkaç ay sonra Cumhuriyet Mitingleri örgütlemişti. Ermeni soykırımının tanınması Türk burjuvazisi için kirli ilişkilerinin ortaya saçılması ve elbette el koydukları malların tazminatını ödemek anlamına geldiği için kabul edilemez bir talep. Sosyalistler için ise devletin burjuvazi ile olan ilişkisini teşhir ederek işçileri Türk milliyetçiliğinden koparmaya ve devlete karşı mücadele etmeye yarayacağı için devrimci bir taleptir.
Kürt sorunu ise Türk milliyetçiliğini krize sokan en önemli sorun. Türkleştirilmesi başarılamayan Kürtlerin onlarca yıldır verdiği mücadele Türk devletini inkâr politikalarından vazgeçmeye zorladı. Ancak Kürtlere yönelik ırkçı politikalar hala devam ediyor. 1990’larda boşaltılan köylerden Batı’ya gelen Kürtler ucuz işgücünün en kalabalık kesimini oluşturuyor. Solun ve sendikaların uzun yıllar Kürdistan’daki kirli savaşa ve Batıdaki sömürüye karşı sessiz kalması birçok direnişte Kürt ve Türk işçilerin birleşik mücadelesi önünde engel olageldi. Kürt halkının eşit koşullarda yaşamak yönündeki taleplere verilecek destek işçi sınıfını bölen en güncel sorunlardan birinin ortadan kalkmasına yol açacaktır.
Irk diye bir şey yoktur
İnsanlık tarihinin Alman, İngiliz, Türk gibi ırkların tarihi olduğu anlatısı kapitalizmin ve ulus devletlerin ortaya çıkmasından beri hâkim olan anlatıdır. Oysa bilimsel gerçekler bize ırk diye bir şey olmadığını gösteriyor.
Günümüzdeki insan türü Homo sapiens diye bilinir. 200 bin yıl önce, Afrika’da ortaya çıkan Homo sapiens, çeşitli kuyruksuz maymun türleri arasından hayatta kalabilen tek tür. Fakat 200 bin yıl önce henüz tek tür değildi. 2 milyon yıldır var olan Homo erectus ve kuzeyde yaşayan Homo neanderthalensis de vardı.
Avrupalı bir tür olan Homo neanderthalensis, Afrikadan çıkıp Avrupa’ya gelen Homo sapiens ile karşılaşıyor ve koyu tenli olan sapiens türü ile açık tenli olan neanderthalensis karışıp melez türleri oluşturuyorlar. Homo neanderthalensis türünün bundan 40 bin yıl kadar önce Avrupa’da yaşanan aşırı soğuklar nedeniyle yok olduğu düşünülüyor. Aynı dönemde Avrupa’da bulunan Homo sapiens’in ise daha gelişmiş olan sosyal dayanışma davranışları sayesinde diğer türler arasında hayatta kalmayı başaran tek kuyruksuz maymun türü olduğu kabul ediliyor.
Tarihi türler üzerinden değil de ırklar üzerinden anlatan tarih tezleri bu gerçeklere aykırı bir şekilde sanki farklı insan türleri ve aralarında genetik farklılıklar varmış gibi anlatıyor. Oysa insan yani Homo sapiens aynı türün bir parçası. Bu tür dünyaya yayıldıkça farklı kültürler meydana getiriyorlar ve yaşam çevrelerine adapte olurken fiziksel farklılar ortaya çıkıyor. Bu fiziksel ve kültürel farklılıklar 19. yüzyılda ırklar ve milletler olarak teorileştirildi.
Irkçılık nasıl ortaya çıktı?
Irkçılığın 19. yüzyılda Avrupa’da ortaya çıkması bir tesadüf değildir. Sınıflı toplumlar bereketli hilal denilen Mezopotamya ve Mısır arasında topraklarda ortaya çıktığından beri farklı dillerden, dinlerden ve ten renklerinden insan grupları birlikte yaşıyordu. Bu gruplar arasında birçok ezen ezilen ilişkisi olmakla birlikte ten rengi üzerinden bir üstünlük ilişkisi yoktu. Kölelik Antik Yunan’da ve Roma’da siyahlara özgü bir durum değildi örneğin.
15. yüzyılda başlayan keşifler ve sömürgecilik Avrupalıların kendilerini üstün görmelerine neden olmaya başlamıştı. Avrupalıların savaş silahlarında sahip oldukları teknolojik üstünlük Amerika’da ve diğer ülkelerdeki yerli halkları kolayca ezmelerine neden oluyordu. Bu silah üstünlüğü Avrupa medeniyetinin diğerlerinden üstün olduğu inancını pekiştirirken birçok halkın toprağına ve doğal kaynaklarına zorla el koymayı yani “ilkel sermaye birikimi”ni meşrulaştırıyordu. Avrupalılar aşağı gördükleri halklara medeniyet götürdüklerini anlatarak sömürüyü meşrulaştırabiliyordu.
Batı Avrupa’da kapitalizmin gelişmesi ile birlikte bir yanda toprağa bağlılıktan kurtularak kendi emek gücünü kendi “özgür iradesi” ile kapitaliste ücret karşılığı satan işçi sınıfı ortaya çıkarken öbür yanda da piyasaya daha fazla hammadde sunmak için geniş topraklarda siyah köleleri ücretsiz olarak çalışmaya zorlayan ırkçı pratikler ortaya çıkmaya başladı. Irkçılık, kapitalist toplumda köle emeği kullanılmasını meşrulaştırmanın ideolojisi olarak ortaya çıktı. Burjuvazi feodalizme karşı “eşitlik, özgürlük, kardeşlik” vaat ediyordu ancak sermaye birikimini hızlandırmanın bir yolu olan köle emeğini açıklamak zorundaydı. Irkçı anlatıya göre yarı-insan olan, beyazlarla aynı yeteneklere sahip olmayan siyahların ücretsiz çalıştırılmaları onların fıtratında vardı. Bu sayede Afrikadan yüzbinlerce siyah ailelerinden ve topraklarından sökülerek Amerika’da fethedilen geniş tarlalarda köle olarak kullanılıyor ve üzerlerinden büyük servetler elde ediliyordu.
Kapitalizm neden ırkçılığa ihtiyaç duyar?
Irkçılığın Amerika’daki köle emeği şeklindeki uygulaması 1865’te kaldırıldı ancak ırkçılık Amerika’da hala farklı biçimlerde oldukça yaygın. Fransız devrimi ve Evrensel İnsan Hakları beyannemeleri yayınlandığından beri her insanın evrensel haklara sahip olduğu anlatılıyor ama Avrupa’da da ırkçılık sona ermedi. Nazilerin yenilmesi ırkçılığın bilimsel bir teori olduğu anlayışını ortadan kaldırsa da ırkçılık ortadan kalkmadı. Beyazların siyahlara, yerlilere veya Asyalılara üstünlüğü üzerine kurulu olan ideoloji Japonya kapitalizminin emperyalist aşamaya gelmesiyle Japonların diğer Asya halklarından üstün olduğu düşüncelerine veya Türk ulus devletinin kurulması ile birlikte Türklerin diğer Anadolu halklarından üstün oldukları düşüncelerine evrildi.
Kapitalistlerin ucuz emeğe olan ihtiyacı ırkçılığın sürmesindeki ana nedendir. Günümüzde ırkçılık gelişmiş kapitalist ülkelerde göçmenlerin ucuz emek gücü olarak kullanılmasını meşrulaştırıyor. Bu sayede hem ucuz emek meşrulaştırılmış olunuyor hem de işçi sınıfı bölünmüş olunuyor. Çünkü bu anlatıda göçmen olmayan işçi üstün olan halktan olduğuna inandırılmış oluyor. Göçmen işçi onun sınıf kardeşi olarak görülmüyor patron da esas düşmanı olarak görülmüyor. Irkçılık, ekonomik kriz anlarında ise suçu göçmenlerin sigorta sistemini sömürmelerine, çok çocuk yapmalarına ve aslında beyazların hakkı olan işleri yapmalarına atarak kriz nedeniyle biriken öfkeyi kapitalizme değil de göçmenlere karşı yönelterek önemli bir işlev görüyor.
Kapitalist sermaye birikimin temeli olan değişken sermaye yani canlı iş gücü ne kadar ucuz olursa kapitalist o kadar fazla artı değere el koyabilir. Irkçılık günümüzde göçmen işçiler üzerinden işçi ücretlerinin düşmesini sağlıyor. Diğer yandan da işçi sınıfını bölen bir ideoloji olarak yine kapitalistlerin çıkarına işliyor.
Türkiye'de ırkçılık, devletin kurucu fikri
Osmanlı’nın son dönemlerinde ortaya çıkan Osmanlıcılık ve Turancılık gibi geniş topraklarda hükümdar olma düşünceleri gerçekçiliğini yitirince milliyetçilik ve Anadolu’da Türklerin üstünlüğüne dayanan bir kapitalist ulus devlet kurma fikri İttihat ve Terakki Cemiyeti içerisinde güçlendi. Ancak ortada bir sorun vardı. 1914 yılında yapılan nüfus sayımına göre Güney Kürdistan’ın da içinde olduğu bugünkü sınırlardan biraz daha geniş olan sınırlar içerisinde Müslüman olmayan halkların oranı %20 idi. Toplam 13 milyon olan nüfusun 3 milyonu Müslüman değilken geriye kalan 10 milyonun da önemli bir kısmı Kürtler, Çerkezler gibi Türk olmayan halklardan, Türk olanların ise önemli bir yüzdesi Sünni olmayan halklardan oluşuyordu. İTC’nin kendisine kurucu halk olarak seçtiği Sünni-Türklerin üstünlüklerini diğer halklara kanıtlaması gerekiyordu.
İttihatçılar 1. Dünya Savaşı’nı fırsat bilerek 1915’te Ermenileri soykırıma uğrattılar, İttihatçıların isimlerini Kuvay-i Milliye olarak değiştirmesinden sonra da hem “kurtuluş savaşı” dedikleri savaş sırasında hem de sonrasında yapılan Mübadele ile Rumların büyük çoğunluğunu Anadolu’dan temizlendi. Müslüman olmayan halkların bütün topraklarına, şirketlerine ve paralarına el kondu. Türk burjuvazisi bu ilkel sermaye birikimi üzerinde yükseldi.
Diğer Müslüman halklara karşı ise asimilasyon politikaları uygulandı. 1930’larda kafatası ölçmeye kadar varan Türk ırkçılığı biryandan da Kürtlerin dağ Türkleri olduğunu “bilimsel” olarak kanıtlamaya çalışıyordu. Türklerin ne kadar üstün bir ırk olduğu, bütün başlardan üstün olan başlara sahip olduğu anlatısı kapitalist kalkınma hamlesi için gereken ideolojik kılıfı da sağlıyordu.
Özdeş Özbay
(Sosyalist İşçi)