Sosyalist İşçi gazetesi 2010 yılında, dün hayatını kaybeden Marksist sosyolog Colin Barker'ın "Enternasyonalizm" başlıklı yazısını yayımlamıştı. Bu yazıyı Barker anısına Marksist.org'a taşıdık.
1919 yılında, Seattle’da liman işçileri bir direniş başlatmışlardı. Direnişin sebebi, işçilerin Rusya’daki devrime karşı kullanılacak silahları gemilere yüklemeyi reddetmeleriydi. Bu direniş kısa zamanda San Francisco ve Londra’daki liman işçilerinin katılımı ile büyüdü.
Benzer bir şekilde, İngiltereli tekstil işçileri de Abraham Lincoln’e destek vermişlerdi, çünkü Amerikan İç Savaşının aslında köleliğe karşı verilen bir savaş olduğunu biliyorlardı. 1889’da Londra limanlarındaki büyük grev başladığında Avustralyalı işçiler ve dünyanın başka birçok yerinden işçiler greve destek verdiler. Yakın zamanlarda İskoç demiryolları işçilerinin savaş malzemeleri taşımayı reddetmeleri bu büyük geleneğin bir parçasıydı aslında.
Uluslararası dayanışma, işçi hareketi içerisinde gurur duyulacak eski bir gelenektir. Bu aslında sosyalizmin en merkezi fikridir. Marx’ın da 1848’de yazdığı gibi, işçiler egemen sınıfın milliyetçi propagandasını aşarak aslında bir vatanları olmadığını fark ederler. İşçilerin asıl ‘kan bağları’ dünyanın her yerindeki diğer işçilerledir.
Bugün kapitalizm, tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar küresel bir sistem hâlini aldı. Bu sistem ancak işçiler arasındaki uluslararası dayanışma ile değiştirilebilir. Tek bir ülkede sosyalizm mümkün olamaz.
Elbette, bugünlerde enternasyonalizm gündelik hayattaki en yaygın fikir değilmiş gibi görünecektir. Her gün üzerimize “herkesçe bilinen” fikirlerin propagandası yağıyor. Propagandası yapılan fikir, bir ulusa ait olduğumuz ve her ulusun diğerleri ile rekabet içinde olduğu fikri.
Sporda milli takımımızı desteklemeliyiz. Bir ödül töreninde bir yerli film ödül aldıysa sevinmeliyiz. Eğitime önem vermeliyiz ki çocuklarımız diğer milletlerin çocuklarının önünde olsun ve milli bilinç kazansın. Emperyalist işgalleri desteklemeliyiz, çünkü orada bizim kahraman askerlerimiz bulunuyor vs. vs.
Peki milliyetçilik tam olarak neyi anlatıyor? Milliyetçiliğe göre, bir ulusa mensup insanlar (Türkler, Fransızlar, Portekizliler) kendi aralarında benzerlikler ve ortaklıklar taşırlar, dışarıdan, diğer ulustan olanlardan ise farklıdırlar. Bu fikre göre sömürülen bir işçinin, sadece aynı ulustan olduğu için zengin bir şirket sahibi ile ya da büyük toprakların sahibi birisi ile taşıdığı ortaklıklar bulunur. Milliyetçilik, bizi tek bir ulus devletin altında bağlar ve sınıfsal farklılıkları bir kenara bırakır.
Milliyetçi propaganda ne kadar güçlü olursa olsun hiçbir zaman tamamen hakim hâle gelemez. Kendi yaşamlarımızdaki ezilme ve baskılanma deneyimlerimiz bu propagandayı anlamsız kılar. Sıradan insanın başkaları ile -ulusu, rengi, dini vs. ne olursa olsun- empati kurma becerisi her daim üstün çıkar.
Bunun örnekleri tarihte hep görüldü. 1980’lerde Etiyopya’daki açlığa karşı Live Aid konserleri düzenlenmişti. Güney Afrika’da siyahların özgürlük mücadelesi tüm dünyanın desteğini kazandı. Filistinlilerin adaletsizliğe karşı direnişi bugün bütün dünyada milyonlarca insan için mücadelenin sembolü haline geldi. Ermeni gazeteci Hrant Dink ırkçı bir cinayette öldürüldüğünde yüzbinlerce insan “Hepimiz Ermeni’yiz” sloganı ile yürüdü.
Gerek ekonomide, gerekse siyasette ve fikirlerde; her işçinin hayatında iki önemli güdü vardır. Bu güdülerden birisi kapitalizmin rekabetçi doğasından kaynaklanır; bir iş bulmak, korku ve izolasyon… Bu dürtü hareketimizi böler ve zayıflatır.
Diğer dürtü ise işçilerin kardeşliğini tanımak ve çekilen acılarda, dünyanın her yerinde verilen mücadelede ezilenlerle, sömürülenlerle, haksızlığa uğrayanlarla ortaklaşma güdüsüdür. Bu, sınırları aşan bir dayanışma güdüsüdür.
İçimizde vereceğimiz bu savaş işçi hareketlerinde de kendisini gösterir. Bir tarafta “ılımlılar” vardır, onlar işçilere “ülkemizi” savaşta desteklememiz gerektiğini, yurtseverliği, yabancı sermayeye karşı ulusal sermayeyi desteklemeyi, ‘yabancıları’ ülkeden atmayı öğütlerler.
Öte yanda sosyalistler vardır. Sosyalistler, patronlarla yan yana duranlarla tartışırlar. Emperyalizme ve işsizliğe karşı tüm dünya işçileri ile ortak hareket ederler. Sosyalistler için Irak savaşına karşı çıkmakla mültecilerin sığınma hakkı için mücadele etmek aynı şeydir.
Bunun sebebi sadece emperyalist katliamlara ve soygunculuğa ya da ırkçılığın her biçimine karşı çıkan iyi yürekli insanlar olmamız değildir. Sebep aynı zamanda, sınıfımızın çıkarlarının daima enternasyonalizmde olduğunu bilmemizdir.
Yazıya 1919 yılında Seattle’dan başladım. 80 sene sonrasında yeniden Seattle’a dönelim. 20. yüzyılın sonunda orada yeniden önemli bir olay yaşandı. 1999 yılında Seattle’da Dünya Ticaret Örgütü’nün toplantısına karşı örgütlenen gösteri ve protestolar yeni bir dalga enternasyonalizmi işaret ediyordu.
Bu gösterilerin önemi, birbirlerinden farklı grupların aktivistlerini bir araya getirerek mücadeleler arasında bağ kuruyor olmasıydı. Onların bir araya gelişleri, ortak düşmana karşı nasıl ortak bir mücadele hattı örülebileceği konusunda yeni fikirler verdi. Şimdi içinde bulunduğumuz 21. yüzyıla, Birinci Dünya Savaşına karşı oluşan ve dünyada devrimlere yol açan savaş karşıtı hareketten beri ortaya çıkan en büyük savaş karşıtı gösteriler ile girdik.
Uluslararası sosyal forumlarda yeni bir aktivist nesli ortaya çıkıyor, bu nesil hareketi ileri taşıyor ve özgürleştiriyor. Bu aktivistler için uluslararası dayanışma en baştan kabul edilen bir şey. Küresel kapitalizm ise ortak düşmanları.
10 sene önce sendika delegelerinin Paris’e, Mumbay’a, başka kıtalara, dünyanın dört bir yanında bağlantılar kurmak ve ortak mücadeleler örmek için gitmelerini hayal edemezdik. Yeni bir alan açıldı ve bu alan devrimci bir potansiyel içeriyor.
Anti-kapitalist ve savaş karşıtı gösteriler ve uluslar arası forumlar ile aşağıdan bir yeni enternasyonalizm ortaya çıktı ve gün geçtikçe hayal gücümüzün ötesine geçerek büyüyecek.
Colin Barker
(Socialist Worker’daki İngilizce orijinalinden çeviren Muhip Tezcan)