Karl Marks’ın da söylediği gibi, eğer bizi yönetenler kapitalizmi desteklemek için bir ideolojiye ihtiyaç duyuyorsa, biz sosyalistlerin de toplumun yüzeyinin altında yatan gerçekleri ortaya çıkarmak için kendi teorimize ihtiyacımız var.
Birçok insan fizik ya da kimya gibi bilimlerde başarı elde edebilmek için bilim insanlarının teoriye – yani gözlem yoluyla anlaşılamayan şeylerin neden ve nasıl olduğuna dair açıklamalara - ihtiyacı olduğunu kabul eder.
Örneğin bilim insanları, hayvanların hücrelerinde onların genel fiziksel görünümlerini belirleyen genetik kodlar olduğunu doğrudan gözlem yoluyla anlayamaz.
Gezegenlerin ve yıldızların dünyanın etrafında döndüğü bilinir. Fakat daha ileri düzeyde bir gözlem yapılması yoluyla dünyanın da, galaksinin merkezi etrafında dönen bir güneş sistemi içinde güneşin etrafında döndüğü anlaşılmıştır.
Diğer bir deyişle, bilimsel teori, şeylerin görünür hallerinin altında yatan ve onların davranışlarını yöneten yasaları anlamamızı sağlar. Bu bilgi olmadan yeni teknolojileri geliştirmek imkânsız olurdu.
Bunları bilim için söylemek mümkün. Peki ya insan toplumları? Toplum ve onun tarihi için bir teoriye ihtiyacımız var mı? Karl Marks bir zamanlar şöyle yazmıştı, “Filozoflar dünyayı yorumlamakla yetindiler; fakat asıl olan onu değiştirmektir.”
Bu cümleyi yorumlamanın bir yolu, onun teoriye karşı olduğunu söylemektir – yani amacımıza ulaşmak için fikirlere ihtiyacımız yoktur, sadece “doğru olan için mücadele etmemiz” gerekir. Fakat Marks dünyayı yorumlamak için oldukça fazla zaman harcamıştır ve bunu yaparken amacı dünyayı değiştirmektir.
Diğer yandan egemen sınıf -toplumun, bankalara, fabrikalara, hastanelere, medyaya sahip olan yüzde 1’lik kesimi- toplumun değişmesini istemez. Tabii ki şeyleri daha hızlı bir şekilde daha ucuza üretebilmek için bilime – fizik ve kimya, biyoloji ve bilgisayar bilimi - ihtiyacı vardır.
Kendi zenginliklerini birbirlerinden ve bizden korumak için onlara en modern askeri teknolojiyi sağlayacak bir bilime tabii ki ihtiyaç duyarlar. Fakat toplumu yönetenlerin istediği son şey, toplumun bilimsel bir şekilde anlaşılmasıdır.
Onların istediği, tam tersine, bilim değil, Marks’ın deyimiyle “ideoloji”dir – yani toplumun nasıl işlediğini (dolayısıyla nasıl değişebileceğini) açıklayan fikirler değil, kapitalizmin eşitsizliklerini gizleyen ya da bir gereklilik olarak meşrulaştıran fikirler.
Marks kendi zamanının ekonomistlerine karşı çıkarak onlar için bir teorinin doğru olup olmadığının değil sermaye için işe yarar ya da politik olarak zararlı olup olmadığının önemli olduğunu söylemişti.
Şöyle demişti; “Tarafsız araştırmalar yapabilmek için değil de para için dövüşen profesyonel boksörler gibiler. Gerçek bilimsel araştırmalar yerine vicdan azabı ve kötü niyet savunuculuğu yapıyorlar.”
Bu profesyonel boksörlerin – hükümete bağlı ya da özel düşünce kuruluşları, prestijli üniversitelerde çalışan profesörler, ekonomistler ve sosyologlar – yaptığı şeylerden birisi de toplumu statik ve değişmeyen bir organizma olarak anlatmaktır.
Bu iddia kapitalizmin insan doğasına benzediğini söyler. Eğer bu doğruysa, o zaman, değişim imkânsızdır. İnsanlık tarihinin büyük bölümünde insanların, malların kolektif bir şekilde edinilip paylaşıldığı avcı-toplayıcı bir toplumda yaşamış oldukları gerçeğinin hiçbir önemi yoktur.
Diğer yandan, toplumun nasıl işlediğini anlamak işçilerin – azınlığın kar elde etmesi için sömürülen çoğunluk - yararınadır. Toplumun görünürdeki yüzeyinin altındakilere bakmak onların çıkarınadır.
Marks’ın “toplumun egemen fikirleri” – ırkçı fikirler, cinsiyetçi fikirler, göçmen karşıtı fikirler, yoksulluğun nedeninin kaynakların yetersiz olması olduğunu anlatan fikirler – olarak adlandırdığı fikirler, işçileri bölmek ve sistemin gerçekten nasıl işlediğini gizlemek amacıyla yaygınlaştırılan fikirlerdir.
Fakat eğer bilim insanları kendi laboratuarlarına kendileri sahip olabilselerdi bu laboratuarlar toplum için çalışabilirdi. İşçiler, sınıf mücadelesi – ve bu mücadeleden edinilen ve genelleştirilen dersler – yoluyla toplumun doğasını ve onun nasıl dönüştürülebileceğini öğrenir.
Marks, toplumun eleştirel bir şekilde anlaşılmasının bir sınıfı ifade ettiğini söyler, “toplumun eleştirel bir şekilde anlaşılması tarihteki görevi kapitalist üretim modelini devirmek ve sonunda bütün sınıfları ortadan kaldırmak olan bir sınıfı, yani proletaryayı ifade eder.”
Paul D'Amato
(SocialistWorker.org)