Cixin Liu'nun Hugo ödüllü üçlemesinin ilk kitabı olan “Üç Cisim Problemi” geçtiğimiz günlerde, "Game of Thrones"un yaratıcılarının elinde şekillenmiş bir Netflix uyarlaması olarak çıktı karşımıza. Fakat bu uyarlama kitabın TV ekranlarına ilk yansıyışı sayılmazdı. Nitekim üçlemenin ilk kitabı geçtiğimiz yıl Çin’de, “San-ti” (Üç Cisim) ismiyle uyarlanmış ve kitaba oldukça sadık kaldığı için övgüyle karşılanmıştı.
İleri derecedeki bilimsel bilgisi ile bilimkurgunun araçlarını harmanlayan yazar bu üçlemesine Çin’in Kültür Devrimi ile başlıyor ve Maoizmin çevresel yıkımını da Kültür Devrimi eleştirisine dahil ederek ilerlerken hikayesini, insanlığı yok etmekle tehdit eden istilacı bir uzaylı uygarlığına doğru taşıyor.
Netflix’in yapımı, Çin kültüründen öğelerle yoğrulmuş bir romanı fazlaca "Batılılaştırdığı", kaynak materyalden saparak kendine göre değişiklikler yaptığı argümanlarıyla, Çin milliyetçileri tarafından eleştiri yağmuruna tutuldu.
Aslında kitabın ve anlatıda ona sadık kalan ilk TV uyarlamasının çok daha rahatsız edici birkaç yönü var ki bunlardan biri de uzaylıların ele alınış biçimi. Liu çeşitli röportajlarında, uzaylıları ırk ve/veya milliyet için bir metafor olarak kullanan yaygın bilimkurgu davranışından kaçınıyor olduğunu ima etse de okuyucusuna öyle yansımıyor. Hatta üçlemenin ikinci cildinde, birbirlerinin varlığını öğrenen akıllı medeniyetlerin birbirlerini yok etmeye çalışacaklarına dair bir teori de çıkıyor ortaya: ‘Uygarlıklar büyümeye ve genişlemeye çalışır’.
Bir diğeri ise yerkürenin ekolojik sorunlarını, ele geçirdikleri gezegende tek başlarına yaşamak istedikleri ta en başından belli olan uzaylıları dünyaya davet ederek çözmeye çalışan bir karakter olan Mike Evans (Jonathan Pryce) karakterinde ortaya çıkıyor. Babasının Kızıl Muhafızlar tarafından öldürülmesinin acısını tüm insan uygarlığına yönlendirilmiş bir intikam arzusu gibi taşıyan ve bu arzusunu, insanların kendi sorunlarına çözüm geliştirme becerisi olmadığı iddiasıyla mantıklı kılmaya çalışan Ye Wenjie (Rosalind Chao) tüm insanlık adına –fakat insanlığın geri kalanından gizleyerek– karar verip San-ti uygarlığıyla dünyanın konumunu paylaşıyor. Daha sonra devreye giren Evans karakteri ise ekolojik sorunların çözümünü, tanrısallaştırdığı bu otoriter ve sömürgeci uygarlığın ellerinden bekliyor.
Böylece yazarın kitap boyunca normalleştirilmiş bir anlatıyla işlediği milliyetçi, hatta ırkçılığa kapı aralayan tutum ile yerleşimci sömürgecilere kucak açma tutumu arasında gidip gelen bir hatta bırakıyor okuyucusunu Liu. Ve bunu yaparken, daha nitelikli bir etik algı geliştirmiş de büyük resme oradan bakıyormuş gibi davranıyor.
İşin tuhaf yanı, kitap bu unsurlarına rağmen pek eleştirilmeyip bilakis bilimselliğinin yanı sıra “çevreci” de olmakla ve “insan-sonrası”nı açık fikirlilikle yeniden düşünmeye teşvik etme becerisiyle övüldü.
Eleştirilere maruz kalmış olsa da Britanya uyarlamasını, kitabın neredeyse birebir işlenmiş hali olan Çin uyarlamasından çok daha iyi yapan unsur, bu kaygan zeminden hızla uzaklaşılmış olması. Ancak o da hikayenin en kritik noktalarından birinde, neden gerek duyulduğunu çözemediğimiz bir şiddet pornografisine başvurma hatasına düşüyor.
Tuna Emren
(Sosyalist İşçi)