Roni’yi geç buldum, erken kaybettik. Şiirleri, şiir çevirileri yoluyla erken yaşlarımda tanışmıştım maalesef köklü, eski bir dostluğumuz olamadı. Çok daha önce tanışabilirdik aslında ama nedense olmamış... Bilgi Üniversitesi yıllarımda ayaküstü tanıştırıldığımızı hatırlar gibiyim ama hiçbir ayrıntı yok. “Resmî” tanışmamız, DSİP’in bir yaz kampının son gününe ziyaretimizle oldu.
Sonraki her buluşmamızda, görüşmemizde rakımız eksik olmadı, çok şükür. Mesela 2021’i 2022’ye bağlayan gece: Bir süredir basacak yayınevi bulmaya çalıştığı, nihayetinde Turgay Fişekçi’nin Sözcükler Yayınevi’nin yayımla(n)maya uygun bulduğu, İngiliz Edebiyatından Mizah Şiirleri altbaşlığıyla Dur Yolcu, Dur ve İşe! antolojisinin yeni yayımlandığı günlerdi. (Kaynaklarda “roni” diye aratınca sonuçlar arasında “ironi” kelimesi de çıkıyor, haklı olarak! “Tadımlık” için bkz. K24.) Âdet olduğu üzere, kitabını imzalamasını rica ettim. Aldı kitabı, yılbaşı gecesi biz gırgır peşindeyken o konsantre oluyordu. Tüm sataşmalarımızı tek bakışıyla püskürttü. Sonuçta, 2022’ye şu imzayla giren şanslı ben oldum:
Varlık sebebi ne ise insanın,
Üç yolu var mesut olmanın:
Ye, iç ve işe
(başka ne verebilir ki neşe?)
Sonrasında, Dur Yolcu, Dur ve İşe! üzerine, o dönem +Gerçek TV’de hazırladığım “Editörün Defteri” programıma da konuk olmuştu.
Son zamanlarda, bir dizi polisiye öykü yazıyordu. Harıl harıl polisiye okuyor, polisiye hikâyeler kurguluyordu. Tüm tatlı-aksiliğiyle, K24'ün 2021’de neler okudunuz soruşturmasına verdiği cevapta Agatha Christie’yi d/övüyordu:
İçinden geçtiğimiz mutsuzluk, kaygı, stres, anksiyete döneminde ciddi ve ağır kitaplar okumak hiç gelmedi içimden. Yeltensem de okuyabilir miydim, bilmiyorum. Ama bir şeyler okumam gerekiyordu. Kanepede uzanıp duvarları seyredecek değildim ya! Özellikle aşısız ilk yıl boyunca, sokağa hemen hemen hiç çıkmazken, hafif, sorunsuz, dertsiz bir şeyler bulup okumam gerekiyordu.
“Ve buldum! Tam 66 roman ve 14 öykü kitabı yayınlamış olan Agatha Christie’yi buldum. Okumama kararım için kendisinden sessizce özür diledim, tükürdüğümü yaladım ve okumaya başladım. Hâlâ okuyorum. Omikron dönemini de rahat geçireceğim. Hatta bir iki varyantı daha savuşturmamı sağlayacak Christie.
“Peki, romanlar nasıl?” diye soracak olursanız, kötü. Yıllar önce yanılmamışım!
Sanırım son yazısı, son zamanlarda düzenli yazdığı Serbestiyet’te yayımlandı. (Roni’nin yazılarından daha fazla okumak isteyenler için iki temel kaynak: Marksist.org ve Birikimdergisi.com. Leonard Cohen’in son şarkısında “i’m ready my lord” demesi gibi, son yazısının başlığı: “Mutlu bitmiş bir göç öyküsü” idi. (Yoksa bu yine, “her b*ktan kutsiyet çıkarma” gayretimizin sahne alması mıdır?)
Ardından, hastaneye kaldırıldığı, yoğun bakım haberleri... Nihayet, 19 Temmuz 2023, Çarşamba günü 14:12’de aramızdan ayrıldı. Gencecik bir delikanlı, yaşamı boyunca eğlendi, mücadele etti, okudu, yazdı ve birden gidiverdi. 21 Temmuz Cuma günü öğle saatlerinde dostları Kilyos Musevi Mezarlığı’nda toprağa verdiler.
Roni için iki şiir
Bu yazıyı yazarken, Roni için yazılmış iki şiir tespit ettim. Biri, 25 yıl kadar öncesinden bir dostlar sofrasına dair, İnci Asena imzalı “Belirsiz Ünlem”. İnci Hanım’ın arşivinden o akşamın fotoğrafını da sunuyorum.
BELİRSİZ ÜNLEM
Beş kişilerdi bir masaya oturmuşlardı
aç susuz bir masaya
Korkaktılar
ellerinde uzanıp uzanıp tutamadıkları bir düş
Hem yalnız onlardı dünyayı taşıyabilen
yüreklerinde
kimse bilmese de
Kimse bilmese de umutluydular
ağlıyorlardı hem
Ağlamaları yaşama sevincinden
Gecikmiş âşıktılar hepsi birbirlerine
bütün kızlara bir de
bir de bütün erkeklere
Aşk mıydı kirli havada boğulan
Akılları mı karışmıştı
havada bir cinsellik kokusu
üstü örtülü
Beş kişiydiler bir masaya oturmuşlardı
yuvarlak
Dünyanın hâli ve aşk hâli
belirsiz ünlem
Tutamadığım Sözler’den, Adam Yayınları
Fotoğraf: (Soldan sağa) Roni Margulies, Semih Gümüş, İnci Asena, Turgay Fişekçi. 1998/1999, Cavit, Asmalımescit. İnci Asena Arşivi.
Diğer şiir ise çok daha yeni, şu anda piyasada olan Sözcükler dergisinde yayımlanan, Hakan Savlı’nın şiiri:
RONİ
Yeşil otlar üzerinde kalmıştı her şey
kaybedenlerin bütün güzelliği
bir at arabacısı ıslık çalarak topluyordu
cesetleri ve çocuk cesetlerini…
Ormanda yol ikiye ayrılıyordu ve sen
şiirde yalansızlığı seçtin
“Biraz daha hayat?” diye sana soruyor hayat
lütfen, “yetmez ama evet” de… kızmam şimdi.
Elimizde kalan tek şey
şiirimizmiş, Roni.
Sözcükler dergisi, Temmuz-Ağustos 2023, 104. sayı.
“Şiir”, “Yahudilik”, “Milliyetçilik”, “Sosyalizm”
Kendisini hiçbir şey için “feda” etmedi, kutsallarla mesafesini korumaya hep özen gösterdi ama pekâlâ hayatını adadığı konuları, entelektüel uğraşları vardı. Bunların başında elbette şiir geliyor. Roni’nin şiiri hakkında ayrıca konuşmak gerekir, şiir literatürüne verdiği emek de yadsınamaz. Genç yaşlarından itibaren, –çoğu– Şavkar Altınel’le birlikte şiir çevirileri, ki en meşhuru Ted Hughes’ün Doğumgünü Mektupları’dır ve bir türlü sevemediğim bir şairin şiirlerini bile severek okumanın mümkün olabileceğini öğreten bir kitaptır benim için.
Fakat şiirin dışında dersek, “Yahudilik”, “Milliyetçilik”, “Sosyalizm” başlıklarında toplayabileceğimiz değerli bir kitap rafı bıraktı bizlere. Milliyetçilik üzerine son çalışması, yanılmıyorsam, Kıraathane’nin işlerinden “Ne Mutlu Eşitim Diyene! – Milliyetçilik Tartışmaları” dizisinde yaptığı konuşma ve kitaptaki “Türk ve ‘Kanun Türk’ü’” yazısı olabilir.
Kitaba verdiği kısa özgeçmişinde şöyle özet geçmiş: “şair, yazar, gazeteci, tercüman. İstanbul’da doğdu. Robert Kolej’i bitirdikten sonra İngiltere’nin çeşitli üniversitelerinde okuyarak iktisat doktoru ve Marksist oldu, sonra iktisatla bir daha hiç ilgilenmedi. Bir dönem Londra’da yaşadı, sonra kürkçü dükkânına geri döndü. Devrimci Sosyalist İşçi Partisi (DSİP) üyesi. Toplam sekiz şiir kitabı, şiir çevirilerinden oluşan dört kitabı, çocukluk anıları, siyasi tercümeleri ile edebiyat, siyaset ve tarih hakkında birkaç kitabı daha var.”
Ukalalığıyla tanınan birinin bu denli mütevazı olmasından huylanmak gerekir. Öyle dediği gibi “birkaç”lık bir durum söz konusu değil. Ciddi bir kitap rafından bahsediyoruz. Milliyetçilik bağlamında Sen Kalk da Ben Yatam – Tören, Bayrak ve Heykel (Hakkında söyleşi için bkz. K24) kitabının yanında, azınlık deneyimini kazdığı Türk’ün Hizmetçisi – Türkiye’de Azınlık Olmak kitabını ama bunların daha anlaşılır olması için de kontrpuan kitabı olarak The Terrible Turk – Batı’nın Gördüğü “Türk”ü (Bahislik için bkz. K24) saymak gerekir.
Bu bağlama Mağrur Olma Padişahım adlı şiir kitabını da dahil etmeli. Orhan Kahyaoğlu K24'teki yazısında bu kitap için şunları söylüyor:
“Mağrur Olma Padişahım, tek başına, apayrı bir bağlam içinde ele alınması gereken orijinal bir Margulies yapıtı. Ancak Margulies şiiri deyince bu şiir tavrının bir başka örneğini şiir kitapları arasında bulamayız.”
Belki daha iyi konumlandırmak için, Roni’nin külliyatında bu kitabın yanına, yayına hazırladığı, önsözünü Zafer Toprak’ın kaleme aldığı Manastır’da İlân-ı Hürriyet – Fotoğrafçı Manakis Biraderler kitabını eklemek gerekir.
Türkiye’de bir Yahudi ailenin çocuğu olarak doğmuş olmanın getirdiği deneyimi Ailem ve Diğer Yahudiler ve Bugün Pazar, Yahudiler Azar – İstanbul Yahudileri Hakkında Kişisel Bir Gözlem ile kaleme, kayda aldı. Bu kayıtları neden önemsediğini "Meçhul Yahudiler" başlıklı yazısında kendisi şöyle dile getiriyor:
“Yahudiler kaleme sarılırsa, ‘Yahudi nedir?’ sorusunun cevabını faşistlerin, komplo teorisyenlerinin ve türlü türlü zırdelinin kaleminden okumak zorunda kalmaz kimse.”
Yahudi bir ailenin ve çevrenin içinde büyümenin tatlı-acı yönleri ile Türkiye’de “Yahudi damgası”yla yaşamanın acı-tatlı yönleri arasında, yani şiirleri ve yazıları arasında, ayarını bulmaya gayret ettiği bir tansiyonun, çatışmanın ortasında yaşadı, uğraştı, didindi.
Margulieslerin tek ve son erkek torunu olduğunun ve çocuk sahibi olmadan bu dünyadan göçeceğinin farkındaydı. Bazen vaktiyle bir evlat edinmemiş olduğuna hayıflanırdı ama bir Yahudi soyadının Türkiye’deki son temsilcisi olmasına fazla takılmıyordu, “son signor” olmanın giderek acılaşan tadıyla baş başa bırakmıştı kendini... (ABD’de, tanımadığı, uzak akrabalarının “Marr” soyadıyla yaşamlarına devam ettikleri bilgisi onun için yeterliydi belki de.) Ancak konu politik düzeye geldiğinde, İsrail’e, Filistin sorununa geldiğinde net bir sosyalistti. Meraklıları, Kalpsiz Dünyanın Kalbi – İslam ve İslam Düşmanlığı, Siyonizm ve Antisemitizm Üzerine Yazılar kitabını okumakla başlayabilir. Doğan Tarkan ile birlikte kaleme aldıkları Direnen Filistin – Siyonizm, İsrail ve İntifada kitabını da unutmamalı.
Sosyalizm bağlamında da değerli eserlerin Türkçeye kazandırılmasını sağladı. Chris Harman ve Peter Morgan ile birlikte Küreselleşme ve Direniş kitabını hazırladı. Chris Bambery’nin Aktivistler İçin Rehber: Gramsci kitabını ve Tony Cliff’in Rusya’da Devlet Kapitalizmi kitabını (Tarık Kaya ile birlikte) Türkçeye kazandırdı. Karl Grossman’ın Yıldız Savaşları – Uzaya Yerleştirilen Silahlara Karşı Barış İçin ve Kevin Danaher’ın Küresel Ekonomi ve Demokrasi – Dünya Bankası ve IMF’ye Karşı Mücadele kitaplarına sunuş yazdı.
Bir de bunların hepsini kesen Şiir, Yahudilik Vesaire – Edebiyat, Kimlik ve Sosyalizm Üzerine Yazılar kitabını es geçmemeli, unutmamalı.
Sıkı bir şair olmasının yanında sıkı bir entelektüeldi. Daha fazla üretmesini umduğumuz kalemlerdendi, hem de her alanda. Fakat, “ne olacak ki başka, / budur hayat zaten” dizelerine çarpıp durmaktan başka bir çaremiz kalmadı artık...
“Zaten” başka ne kalabilirdi!
Tam olarak ne anlama geldiği sorulduğunda açıklayamadığımız ama sorulmadığında anlamını bildiğimiz “şair ruhlu” ifadesinin “tanımı” diyebileceğim –tanıdıklarım arasındaki– birkaç şairden biriydi. Demek şairlikten biraz uçarılığı, öforik hali, lunatik tavırları, sözünü sakınmamayı, dobralığı... hayatın tadını çıkarmak ile hayatı daima sorgulamak, anlamaya çalışmak arasında bir şeyler tarif etmeye çalışıyorsak, Roni daha fazlasıydı, çoğu şairimizden farklı olarak, bir entelektüeldi.
‘68’li değildi ama hep bir ‘68 ruhuyla yaşadı, ne hikmetse 68 yaşında aramızdan ayrıldı... Bir ufak kalabalığın en özel, önemli, “aktif” isimlerinden biriydi. Giderek azaldığımız duygusu Roni’yle birlikte bir tür “alarm” haline geldi. Memlekette “ya beceremiyoruz biz bu işi, / ya da becerecek bir şey yok zaten” duygusu “zaten” sarmışken içimizi üstelik...
Neye dokunduysa, “üslupçu” bir Türkçe ile üretti. Cümlesinin/dizesinin ardından Roni’nin sesi işitilir. İmajlar, sesler ve pırıl pırıl kelimelerle dolu bir define sandığı bıraktı kucağımıza. Ne diyordu Ailem ve Diğer Yahudiler’de: “çocukken bulduğum bir defineyi çarçur etmiş gibi hissediyorum kendimi. // yıllar ve gençliğim de hızla okunan bir masal gibi geçip gittiler.” (s. 94-98)
Sararmış, yırtılmış bazı belgeler kaldı bize. “Zaten” başka ne kalabilirdi ki! Güle güle Roni, bir gün kulağına devrim olduğu haberi gelene kadar rahat uyumayacaksın, haklısın, etrafına da rahat vermeyeceksin, orası kesin, ama o güne dek, yattığın yer incitmesin delikanlı...
Mesut Varlık
(K24)