Gemilerime japon fenerleri asan
Cellatların hepsini öldürdüm
Yola devam
Geriye kalan
Saman çöpüyle havalanıp, kaya gibi yere çakılan
Umudun çıkardığı toz duman
Bir gün anılarımı yazabilirsem, bu satırlar ile başlayacaktım. Roni’nin yasına uygun düşüyor gibi geldi, ona hediyem olsun.
Çok eskilerden tanışıyoruz. Çok anlaşamaz, çok anlaşırdık. Çok kavga eder, barışmaya gerek duymazdık.
Çok huysuz, çok geçimsiz, çok düşünceli, çok nazikti. Son günlerinde, ‘senin gibi huysuz bir adamı ne kadar çok seven varmış’ diye nazlattım. Ne zaman huysuzsun desem, keyiflenir, ‘kiiim? Ben mi?’ derdi. Artık sesi zor çıkıyordu, aynı yüz ifadesi ile aynı şeyi söyledi.
O uğursuz dönemde, ilk ziyaretimde ‘senin burda ne işin var, sen de hastasın?’ dedi. Benim de yıllık muayene, tahlil, vs. zamanım olduğunu biliyordu. İki yıl kadar önce, uzun bir zaman sonra, ‘bir kahve içelim’ demiştik, o gün ilk teşhis konulduğu güne denk geldi. Komşuyduk, hemen her gün kahve içmeye gittik. Sonra toparlandı, Beşiktaş’ta sahaf gezilerine, mahallemizin en ilginç insanı Ruhi Bey’in eskici dükkanını didiklemeye başladık. Sürekli bir programı olduğu için, tabii Roni’nin uygun olduğu zamanlarda. Hep komşuluk yapacak, hep gezecek, hemen her konuda hep kavga edecektik, bu konuda anlaşmış gibiydik. Böyle biteceğini hiç hesaba katmamıştık. Onu şimdiden çok özledim.
Anneciğinin, Loren’in, Nubar’ın, onu tüm sevenlerin başı sağolsun, nur içinde yatsın, mekânı cennet olsun.
Nuray Mert
(K24)