(Röportaj) İrfan Kaygısız: “İşçiler hakkını alma konusunda kararlıydı”

16.02.2018 - 10:27

130 bin metal işçisini ilgilendiren toplu iş sözleşmesi MESS’in OHAL’i arkasına alarak dayatmalarına karşı “grev yasaklarını tanımıyoruz” diyen metal işçilerinin kazanımıyla sona erdi.

Sosyalist İşçi gazetesi, sözleşme sürecinde kararlı bir duruş sergileyen metal işçisinin mücadelesine önderlik eden Birleşik Metal-İş Sendikası (BMİS) Toplu Sözleşme Uzmanı İrfan Kaygısız ile sözleşme ve etkilerini konuştu. 

İmzalanan toplu sözleşmenin bir değerlendirmesini yapar mısın?

İRFAN KAYGISIZ: Bu sözleşme açısından birkaç kritik nokta var. Bunlardan biri sözleşmenin süresinin ne kadar olduğuyla ilgili. Genelde sektörde iki yıllık sözleşmeler yapılıyor. Geçtiğimiz yıl MESS ile üç yıllık sözleşme yapılmıştı. Bu sözleşmenin en büyük kazanımı toplu sözleşmenin iki yıllık olması oldu. Geçen yıl ilk defa MESS ile üç yıllık sözleşme imzalanmıştı. Biz doğrudan imzalamamıştık ama Yüksek Hakemler Kurulu tarafından üç yıllık imzalanıp gelmişti. Bu dönem bizim için kritik bir eşikti. Bu dönemde üç yıllık imzalansaydı artık sektörde üç yıllık sözleşme giderek yerleşecekti. Bu bir kırılma noktasıydı ve geleceğe dair 2 yıllık sözleşme kazanım oldu. 

“Ücretler metal sektöründe çok düşüktü”

Sözleşmenin süresinin önemi nereden kaynaklanıyor?

İRFAN KAYGISIZ: Genellikle toplu sözleşmelerde zamlar ilk dilimde, birinci altı aylık dönemde ele alınıyor. Pazarlık esas olarak birinci zam dilimi için yapılıyor. Diğer altı aylar genelde enflasyon oranında bir zam olarak geçiyor. MESS’de altışar aylık zam dilimleri konuşuluyor. O nedenle ilk altı ay için ne kadar zam olursa, gerçek ücret o kadar oluyor. Altı ay ne kadar uzarsa ileriye doğru o kadar az zam almış oluyorsunuz. O nedenle önemli.

Zam oranı açısından da oransal olarak son dönemde yapılan toplu sözleşmeler içerisinde görece yüksek sayılabilecek bir toplu sözleşme oldu. Bunun birkaç nedeni var. Ücretlerin metal sektöründe ne kadar düşük olduğu ortaya çıktı bu dönemde. Esas olarak asgari ücretin 1,300 TL’ye çıkmasından sonra, beş, on yıldır çalışan işçilerin asgari ücrete yakın bir ücret aldığı çıktı ortaya.  Ücretlerin düşüklüğü gözler önüne serildi ve ücret talebi yükselmeye başladı.  Dolayısıyla zam oranı da yükselmeye başladı.  Bunu somut olarak bu toplu sözleşmede de gördük. İşçiler gerçekten oransal olarak yüksek zam istiyorlardı ama önemli olan istemek değil aynı zamanda alma konusunda da kararlıydılar. Dolayısıyla genel olarak yapılan toplu sözleşmeler açısından ortalamanın üzerinde bir zam alınmış oldu. 

Yine bu dönemde MESS’in ısrar ettiği bizim tedirgin olduğumuz ikramiye ödemelerin değiştirilmesi vardı. MESS ikramiyelerin fiili çalışmaya bağlı olarak ödenmesini talep ediyordu. Bundan kast edilen şey şuydu: İşçi 20 gün ve altında rapor aldığında ikramiye ödenmesin. Bu durumda işçi gelirim azalmasın diye hastalansa bile rapor almayacaktı. Ancak hastalık ilerlediği ve ciddi aşamaya geldiğinde doktora gitmesi ve rapora alması söz konusu olacaktı. Hem insani olmayan bir durum ortaya çıkacak, kazanılmış bir hakkın geriye dönüşü söz konusu olacaktı, hem de işçinin geliri azalacaktı. Bu talebin geriye çekilmiş olması önemli. 

Bir başka nokta MESS ile yapılan sözleşmeler genellikle mevcut maddeler üzerindeki parasal ağırlıklı değişiklik şeklinde gerçekleşiyordu. Bu dönemde işçinin eşinin, annesi ya da babasının vefatı halinde ölüm izni alması ve  tamamlayıcı sağlık sigortası gibi idari maddelerin de sözleşmede yer alması önemli kazanımlar oldu.  

“Greve çıkalım, grev yasağını tanımayalım” 

MESS sözleşme sürecinin başından itibaren OHAL’e güvenerek tavizsiz davrandı. Özellikle BMİS’in kararlı tutumunun başarıda payı büyük. BMİS’in tutumunun diğer sendikalara yansıması nasıl oldu? 

Bu sürecin kritik meselesi OHAL ve grev yasaklarıydı. Aslında başından beri işverenler de bizler de yasaklanma olasılığının oldukça yüksek olduğunu biliyorduk. Biz MESS öncesi toplu sözleşme hazırlıklarına Mart, Nisan aylarında başlamıştık ve işçilerle yaptığımız toplantılarda “önümüzdeki riskler ve olasılıklar” başlıklı bir bölüm konuşuyorduk. Konuştuğumuz konulardan biri de grev yasaklarıydı.  Grevin yasaklanma riski vardı ve bu işçiler arasında da paylaşıldı. Buna karşı tutumun ne olması gerektiği konuşuldu. Burada elimizde bir başarı örneğimiz vardı: EMİS (Elektro Mekanik Metal İşverenleri Sendikası) ile yapılan sözleşme. Daha öncesinde EMİS Sendikasıyla benzer bir süreç işlemişti. O zaman da grev yasaklanmıştı. Sendika “grev yasağınızı tanımıyorum” dedi.  İşçiler 4 gün grev yaptılar ve grev başarıyla sonuçlandı. Dolayısıyla bu deneyim işçilerle paylaşıldı ve ciddi bir hazırlık yapılması sağlandı. Aynı tutum güncellendiğinde sendika şunu ifade etti. “Grev yasağının arkasına saklanmayın, grev yasağını tanımayacağız” denildi.   Aynısını işverene de söyledik. “Böyle bir olasılık var evet, ama arkasına saklanıp, cesaret almayın biz bu hakkımızı kullanacağız, buradan bir kazancınız olmaz” diye çok net söyledik. İşverenler bu kadar net söylemeden grev yasağının verdiği rahatlıkla hareket ediyorlardı.  “Biz ne söylesek kabul etmek zorunda kalacaklar”  gibi bir hissiyata sahiptiler.  Giderek bu kırılmaya başladı. BMİS’in kararlığını gördüler. Bizim bu açıklamamızdan sonra diğer sendikalar da tedirgin olmaya başladılar.  Aynı gün işçilere greve çıkalım, grev yasağını tanımayalım diye genel bir çağrıda bulunduk. 

Diğer sendikalara üye işçilere nasıl yansıdı bu tutum?

İRFAN KAYGISIZ: BMİS’in tutumu diğer sendikalara üye işçiler arasında “BMİS yapacaksa biz niye yapmayalım?” diye yüksek sesle olmasa da konuşulmaya başlanmıştı. Bu nedenle Türk Metal Sendikası önlem almaya çalıştı.  Türk Metal’in Başkanı yaygın olarak “biz yasa dışı iş yapmayız” söylemini başlattı.  Ama o söylemin kendi işçileri arasında tutması mümkün değildi.  Sektörde çalışan işçi genel olarak çok kararlıydı.  BMİS’in açıklaması ve kararlı tutumu hem patronları ürküten hem de işçileri arkasına alan bir sonuç elde etti.  

“Metal Fırtına belirleyici oldu”

2015 yılında meydana gelen “Metal Fırtına” diye adlandırılan işyeri eylemlerinin etkisi oldu mu bu sonuçta?

İRFAN KAYGISIZ: Bu sürecin başarısındaki temel faktörlerden biri, 2015’deki metal fırtına. 2015 Metal fırtına döneminde işçilerin taleplerinin bu dönemde karşılanacağı belirtildi ve işçinin beklentisi bu döneme aktarıldı. Özellikle Türk Metal Sendikası tabanı açısından söylüyorum. Eylemler bastırıldığı dönemde şu söylendi: “Toplu sözleşmeyi değiştirme olanağı yok, bir sonraki dönemde toplu sözleşmedeki toplu sözleşmede bunu telafi edeceğiz”. Bu aslında yalandı, toplu sözleşme yapıldıktan sonra da değiştirilebilir. Nitekim Türk Metal bunu zamanında yaptı. 2009 krizinde MESS ile oturdu. Ücretleri %35 oranında geriye çekerek revize etti. Dolayısıyla bu yapılabiliyor. Ancak konumuzla ilgisi bakımından Türk Metal sözleşme imzalandığını, yapacak bir şey olmadığını ve bir sonraki sözleşmede telafi edeceğini söyledi. Dolayısıyla işçinin beklentisi bu dönemki sözleşmeye yoğunlaştı. Bu nedenle Türk Metal süreci yönetmede çok zorlandı.  Beklentileri aşağıya çekmeye çalıştı. Anketler yaptı. Anketlerde altı aylık ücret zammının ne olması gerektiğine ilişkin kategoriler koymuştu. En yüksek zammı yüzde 14 yazmıştı. “İşçiler hadi ordan be” deyip, yüzde 38-40’lık taleplerle geldiler.  

İkincisi Metal Fırtına döneminden bugüne bir mücadele birikimi var. Evet, sonrasında çok sayıda kadro tasfiye edildi. Öncü işçiler diyebileceğimiz işçiler tasfiye edildi. Ama toplumsal hareketlerde çok öngörülmez noktalara gelinebiliyor. Daha sıradan, ortalama bir işçinin bir refleksiyle mücadele bir anda büyüyebiliyor.  

Herhalde mücadelenin hafızası da hala canlılığını koruyordur akıllarda?

İRFAN KAYGISIZ: Elbette, 10-12 gün fiili bir grev yapmış, bir dolu eylem yapmış işçi var artık. İlk defa eylemlere girmiş olsa da, mücadele deneyimi de kazanmış. Eski Türk Metal işçisi değil. Bu dönemdeki eylemleri ele aldığımızda, 2015’in devamı olarak görmek lazım bu süreci. O mücadele o gün itibarıyla sonuç almamış olabilir ama o mücadelenin sonuçları bugün alınmış oldu. 

“Tabandaki işçiler mücadele etmeye başladı”

BMİS’in Türk Metal Sendikası üzerinde nasıl bir basıncı var?

İRFAN KAYGISIZ: Çeşitli biçimlerde. Bir tanesi sendika içi demokrasinin yansıması. Toplu sözleşme hazırlıklarında biz işçilerle oturup, konuşuyoruz. Toplu sözleşmeleri genel merkezde masa başında hazırlamıyoruz. Türk Metal’de teklif sürecinde işçinin haberi olmaz. Hatta imzalanan sözleşmeden bile haberi olmaz. İşyerindeki panoya bir iki tane madde asılır “şu kadar zam oldu” diye. Dolayısıyla işçinin buna refleksi var. İşçinin bu süreçten haberi yok. Bunu değiştirmeye çalıştı. Anketler yaptı. O olmadı profesyonel bir şirkete yaptırdı. Ancak işçinin nabzını tutma açısından anket sağlıklı bir yöntem olamaz. Toplu sözleşmede işçinin gerçek düşüncesi anketlere yansımaz. Bu ancak işçiyle yüz yüze konuşmakla olur. Türk Metal bunu yapacak kapasiteye sahip değil. Niyetli de değil.  Anket işçinin nabzını tutmak açısından bir yöntem. Dolayısıyla buna başladı.

BMİS eylemlere başladı. İşçi orda diyor ki “biz niye oturuyoruz?” O da yapmak zorunda kaldı. Ne kadar biçimsel ne kadar gerçek olduğu bilinmez ama sonuçta tabandaki işçiler mücadele etmeye başladı.  

Almanya’da da metal sektörü 900 bin işçiyi ilgilendiren başarılı bir sözleşme imzaladı. Metal sektörünün mücadele deneyimi açısından bir yapısal bir farklılığı var mı? 

İRFAN KAYGISIZ: Metal sektörü işçileri Türkiye’de de, dünyada da mücadeleye daha yatkın ve deneyimli. Örgütlülük oranları daha güçlü.  Hala bir miktar Fordist dönemden kalan fabrika örnekleri var, büyüklüğü bakımından. 6 ila 10 bin kişilik büyük işyerleri var. Bunlar işçileri örgütleme ve mücadele açısından olanak sağlıyor. Bir anda çok sayıda işçiye harekete geçirme potansiyeli taşıyor. Bu anlamda diğer sektörlerden farklı. Tarihsel açıdan da mücadele deneyimleri var. Hala Türkiye sendikal hareketinin hafızasında “DGM’yi ezdik, sıra MESS’de” şiarı tazedir. Metal işçilerinin sektördeki sayısal çokluğu, örgütlüğü, niceliği, ekonomi içerisindeki yeri dâhil pek çok özelliğiyle işçi sınıfı içinde önemli bir yeri var. 

Çalışma saatleri haftalık 28 saate indirildi. Geleceğe ilişkin çalışma saatleriyle ilgili bir hedef var mı?

İRFAN KAYGISIZ: Son üç dönemdir teklifimize çalışma saatlerinin 37,5 saate düşürülmesini ancak ödemenin 45 saat üzerinden yapılmasını yazıyoruz. Çalışma saatlerinin düşürülmesinin bir sözleşme ya da bir işkolunda olacak bir şey olmadığının farkındayız. Öncelikle metal işçilerinin tartışması için gündeme getiriyoruz. Ancak metal işçilerinin tartışması da yetmez diğer sektörlerde de tartışılması gerekir. Bu talep yaygınlaşmaya başlayıp, işçilerin ortak bir talebi ve mücadelesi haline gelmeye başladığında bu sorunda bir değişiklik sağlayabiliriz.  

Toplu iş sözleşmesinde başarının sendikaya üyelik açısından bir getirisi oldu mu?

İRFAN KAYGISIZ: O hemen yansımaz açıkçası. Sendikasız işyerlerinde işçiler şimdi ocak ayında zam aldılar, tartışıyorlardır. Zammı yetersiz bulan işyerlerinde örgütlenme eğilimi sonra ortaya çıkar. Bunun yansımalarını önümüzdeki aylarda göreceğiz.  

Türk Metal’den geçişler olur mu?

İRFAN KAYGISIZ: Bu dönem olmaz. Türk Metal ile aynı sözleşmeyi imzaladık. Türk Metal bizim sunduğumuz sözleşmeyi imzaladı aslında. Bu nedenle bu  toplu sözleşme daha çok örgütsüz işyerlerini harekete geçirir.

“İşçilerin yüzde 80’i OHAL’e karşıdır”

Metal işçilerinin siyasal profili iktidar partisine yakın. Nitekim, Cumhurbaşkanı Erdoğan da ‘OHAL’i grevleri engellemek için kullanıyoruz’ dedi. Bu tür açıklamalar işçilerin seçmen bazında tutumlarının değişmesine yol açabilir mi?

Metal sektöründe çalışan işçilerin %80’ini AKP ve MHP’ye oy veren işçiler oluşturuyor. Bu konuda ikili bir tepki var. Bir kısmı Cumhurbaşkanı’nın açıklamasına tepki gösteriyor. Çünkü bireysel çıkarıyla çatışıyor. Bir kısmı da “öyle demiştir” diyor ama partisini sahipleniyor. Bu mesele tartışıldığında partilerine daha kızgın ve öfkeliler. Ama oy verme davranışını değiştirmesi için tek başına yeterli olmuyor. Bu öfkesi ve kızgınlığının başka faktörlerle güçlenmesi lazım.  

Genel anlamda OHAL konusunda nasıl bir tutumları var?

İktisadi mücadeleyle güncel politik mücadele arasında bir bağ kurmuyorlar. Bundan da kaçınıyorlar. Özellikle bu dönemde ayrıştırıcı konuları konuşmaktan kaçınıyorlar.  OHAL gibi, gündelik hayatlarını ortak kesen tutumlara ortak tavır alıyorlar. Başka politik saiklerle ilgili değil de kendilerini doğrudan ilgilendirdiği için OHAL’e tepki gösteriyorlar. Metal işçileri arasında bir anket yapılsa %80’i karşı çıkar.   

Afrin harekatı ileri sürülerek grevin yasaklanması nasıl yansıdı?

Grev yasakları gündeme geldiğinde, konuşulan gerekçelerden biri savaş. İşçilerle konuştuğumuzda “bizim paramızın savaşla ne alakası var. Biz paramızı patronlardan alıyoruz, devletten almıyoruz.  Dolayısıyla benim grevimi neden yasaklıyor hükümet” diye bir tepki oluştu. İşçiler savaşla yaptığı grev arasında hiçbir bağ kurmadı, kurmak da istemedi, bağ kurulmasından da rahatsız oldu. 

“Metal işçileri işçi hareketini etkiler”

Metal işçilerinin mücadelesinin sınıfın diğer kesimlerine yansıması nasıl olur sizce?

İşverenler de hep şunu söyler. Biz de şunu söylüyoruz. Metal sektöründeki gelişmeler, genel olarak işçi hareketi üzerinde de etkili olur. Buradaki kazanımlar başka sektörlerde emsal teşkil eder. Bahsettiğimiz sözleşme sayısal anlamda 130 bin işçiye ilgilendirmesi bakımından tek olma özelliği taşıyor. Geçen dönemde de bu dönemde de gördük. Sözleşme sürecinde ne olup bittiği işçilerin davranışları açısından bir yol haritası niteliği taşıyor. Geçen EMİS sözleşmesi sonrasında Kristal-İş Sendikası’na üye Şişe Cam işçilerinde de benzer süreçler yaşandı. Çok net biliyoruz, işçiler EMİS ile yapılan sözleşmeyi konuşuyordu. Metal sektöründe imzalanan sözleşmenin genel anlamda yürürlük süresi, içeriği ve ücret zamlarının işçilerin mücadelesi açısından hem orta hem de uzun vadede sonuç doğuracağını umuyorum. 

Metal işçilerinin mücadelesi yeni bir sendikal odağın oluşması açısından bir potansiyel taşıyor mu?

Mevcut sendikal yapıları, mücadele anlayışı ve sendika içi demokrasi açısından sorgulatma potansiyeli taşıyor. Türk Metal’de bu bir miktar başladı. Bu süreci nasıl yönetirler, nasıl bastırırlar, ya da nasıl biçimsel yöntem uygulamak zorunda kalıyorlar biliyoruz bunları. 2015 isyanından sonra temsilci seçimi yapmazken bazı fabrikalarda temsilci seçimi yapmak zorunda kaldılar, böyle bir basınçla karşı karşıya kaldılar. Bu dönemki mücadelenin diğer sendikalar yansıması açısından bir potansiyel var. Ancak biraz daha süreklilik ve aynı zamanda başka alanlarda da ortaya çıkması gerekiyor. Birkaç sektörde de benzer durumlar ortaya çıkarsa mevcut sendikal yapılarda bir değişime yol açabilir. 

Röportaj: Çağla Oflas



Bültene kayıt ol