Türkiye’nin cari işlemler dengesi, yani yurt dışı ile yapılan parasal tüm alışverişlerimizin toplamı 2016 yılında 33 milyar dolar açık verdi.
Turizm gelirlerindeki dramatik düşüşler ve petrol fiyatlarının giderek yükselmeye başlaması nedeniyle 2017 yılında bu açık biraz daha artacak. Bu açığı kapatmak için her yıl Türkiye’nin döviz bulması, yani borçlanması gerekiyor. Türkiye’nin yüksek dış borç ihtiyacı, ekonomide kırılganlık yaratıyor.
Dövizdeki ani yükselişler, siyasal istikrarsızlık, OHAL koşulları ekonomiyi darboğaza sokuyor, enflasyona ve pahalılığa yol açıyor. Bütün bu gelişmeler sonuçta işsiz kalmamıza, yoksullaşmamıza neden oluyor. İşsizlik 2017 Ocak sonu itibarı ile yüzde 13’lere, enflasyon rakamları yüzde 10’lara yaklaştı. Geleceğin daha da kötü olacağını söyleyebiliriz. Şubat ayında enflasyonun rekor kırması bekleniyor.
Enflasyon artmaya devam ediyor
Enflasyon, ekonomik durgunluğa eşlik ediyor. Bunun nedeni TL’nin hızlı değersizleşmesi. Türkiye ekonomisinin dövize bağımlı üretim yapısı, ekonomik yavaşlama ortamında dahi enflasyonun artmasını mümkün kılıyor.
Hükümet ise enflasyonu olduğundan az göstermek için istatistik hilelerine başvuruyor, enflasyon sepeti ile oynuyor.
Oysa pazar alışverişi yapan herkes biliyor ki, alış verişler son iki ayda en az yüzde 30 zamlandı. 2016 yılında 102 bin esnaf, ticaretteki durgunluk nedeniyle kepenk kapattı. Kapanan işyerleri ile birlikte yaklaşık 200 bin kişi daha işsiz kaldı.
Ekonomik durgunluk derinleşiyor
Tüketimin temposu yavaşladı, talep zayıf seyrediyor, bunları Merkez Bankası başkanı söylüyor. Öte yandan tüketici kredilerinde ise artış gözleniyor. Tüketim yavaşlarken, kredi borçlanmasının artıyor oluşunun tek bir açıklaması var, o da borçların çevrilememesi nedeniyle borcun borçla kapatılmasının artarak sürmesidir.
Hükümetin bu krize bulduğu çare, borçlanmaya teşvikten oluşan bir dizi paket sunmak oluyor. Kurtarma paketleri, kredi temininde kolaylıklar, kredi geri ödemelerinde vade uzatımı vb. girişimler var olan krizi daha da derinleştirmektedir.
Büyümede, işsizlikte, enflasyonda bozulmanın daha da artması beklenirken, cari açık ve dış borçlarda bozulma beklenirken, insanları daha çok borçlandırmak tam bir felakete yol açabilir. Çözüm diye geliştirilen programlar sorunları daha da derinleştirecek, gelecek senaryolarını daha karamsarlaştıracak türden görünüyor.
Evine ekmek götüremeyen insan sayısı artıyor
Türkiye İstatistik Kurumuna göre, son 4 hafta içinde iş arama kanallarını kullanmış ama iş bulamamış 15 ve daha yukarı yaştaki kişiler, işsiz sayılır. İşsiz sayısının toplam işgücüne bölünmesiyle de işsizlik oranı bulunur. 15 yaş ve üzeri olan ama iş aramayan kişiler işsiz olarak sayılmazlar. Türkiye’de işsizlik oranı artıyor. Bunu tablo olarak gösterdiğimizde sonuçlar şunlar:
İşsizliğin ayrıntıları Türkiye İstatistik Kurumunun Şubat 2017’de yayınladığı rakamlara göre Kasım 2016 itibariyle işsizlik oranı yüzde 12,1, tarım dışı işsizlik oranı da yüzde 14,3 oldu.
Tabloya göre Türkiye, son bir yılda işgücü artışı kadar istihdam artışı sağlayamadı, işsiz sayısı son bir yılda 600 bin kişi arttı. TÜİK verilerinin ayrıntılarına baktığımızda Kasım 2016 itibariyle işsiz sayısının 3,7 milyon kişi olduğunu, ama ayrıca 2,3 milyon kişinin de iş aramadığı halde çalışmaya hazır olduğunu görüyoruz. Bir başka ifadeyle bu 2,3 milyon kişi iş aramıyor görünse de işsizler arasında yer alıyor. Bu durumda işsizlerin sayısı 6 milyonu, gerçek işsizlik oranı da yüzde 18’i buluyor.
Ekonomi faiz ile döviz arasına sıkıştı
Uygulanan ekonomi politikalarının bir sonucu olarak ekonomi faiz ile döviz arasında sıkıştı. Bu sıkışmanın anlamı şu: Ekonomik durgunluğa karşı faizleri düşürmek, TL’nin daha da değersizleşmesine neden oluyor. TL’deki değersizleşme ise enflasyonu körüklüyor. Tersi durum, yani TL’deki değersizleşmeyi önlemek için faizleri artırmak, zaten daralan ekonominin uzun süreli bir daralmaya yuvarlanmasına yol açabilir. Kısacası, ekonomi politikası kilitlenmiş durumda.
İnsanca yaşam için demokrasi
Türkiye’nin gündemine yerleşen otoriter, baskıcı anayasa tasarısı, ekonominin ve sanayinin bütün kararlarını olumsuz etkiliyor. Tüketici kesim, tüketme konusunda iştahsız davranıyor. Bunun sonucu olarak özellikle dayanıklı sanayi ürünleri ve konutta beklenen iç talep oluşmuyor, ihracattaki kötü performansın sonucunda büyüme temposu iyice hız kaybediyor.
Sanayide istihdam düşüyor
Bankalar hem tüketici alacaklarında hem de şirket alacaklarında tahsilat sorunu yaşıyor. Sanayide, özellikle dayanıklı sanayi ürünlerinin talebinde, dolayısıyla üretiminde önemli gerilemeler söz konusu. Sanayi kesiminde son 12 ayda 100 bin işçi işten çıkarıldı, yeni işçi alımı yapılmadı.
Şirketler arası kayırmacılık artıyor
Yasama ve yargıyı, Cumhurbaşkanlığında merkezileştiren otoriter baskıcı anayasa tasarısı, ekonomi kesiminde tedirginliğe yol açıyor. Şirketler arası kayırmacılığın, keyfiliğin artması bekleniyor. Yargının giderek artan bağımlılığı adalet beklentilerini yaralıyor.
Bütçede gedikler çoğalıyor
Otoriter baskıcı anayasa tasarısının ekonomide yarattığı tahribatı hafifletmek üzere getirilen çeşitli vergisel kolaylıkların tüketime ve istihdama etkisi çok sınırlı. Ama bu teşviklerin merkezi bütçede önemli gedikler açması bekleniyor. Merkezi bütçeye paralel olarak oluşturulan Varlık Fonu uygulaması, başka bir keyfiliğe ve kamu varlıklarının hukuksuzca kullanılmasına yol açıyor.
Uluslararası ekonomi kurumları ile sıkıntılar artıyor
Cumhurbaşkanının yasama ve yargı üstündeki gücünün artacak olması, uluslararası sözleşmelere ve AB normlarına terslikler oluşturuyor. Nitekim son 6 ayda iki rating kuruluşu Türkiye’nin kredi notunu “çöp” seviyesine indirdi.
Ekonominin düzelmesi için 'Hayır' oyu önemli
Bütün bu yaşanan olumsuzluklara dur demek, ekonomik çöküntüden en az zararla çıkmak için, daha fazla demokrasi istemek gerekiyor. Yani referandumda otoriter baskıcı anayasa değişikliğine “Hayır” oyu vermek ekonomik durgunluğun faturasını işçilerin ve yoksulların ödemememesi için bir ilk adım olacaktır.
(Sosyalist İşçi)