Son açıklanan bütçe rakamlarında ihracatın ve ithalatın düştüğünü, cari açığın artmaya başladığını görmekteyiz. Not düşümü sonrası dışarıdan sıcak para bulmakta zorlanan, cari açığı büyüyen Türkiye kapitalizmini zor günler bekliyor.
OHAL’in uzatılacağının ilan edildiği 3 Ekim’den bugüne TL’deki değer kaybı yüzde 15 oldu. 3 Ekim’de 2,96 TL olan dolar, bugün 3,47 TL. Başta enerji olmak üzere pek çok ihtiyacımızı ithalat yolu ile karşıladığımızdan, dövizdeki bu artışın çok kısa bir süre içinde fiyatlara yansıması ve enflasyona yol açması kaçınılmaz. Dövizde yüzde 10’luk bir yükselmenin enflasyona 1,5 puan etkisi olduğu tahmin ediliyor. Maaş ve ücretlerimiz son iki ayda herhangi bir zam gör
mediğine göre, iki ay içinde yüzde 4 yoksullaştık. Bu hesap doların bugün geldiği değere göre böyle. Ama uzmanlar doların TL karşılığının burada durmayacağını, daha da yükseleceğini ifade ediyorlar. Örneğin bir dolar 4 TL olursa meydana gelen değer kaybı yüzde 50’yi aşmış olacak. Bunun enflasyona, pahalılığa etkisi en az yüzde 15 olacaktır.
Neden fakirleşiyoruz?
TL’deki değer kaybının hala fiyatlara tam yansımamasından dolayı bazı AKP’li ekonomistler aslında çok da büyütülecek bir problem olmadığını söylüyorlar. Doğrudur, dövizdeki bu yükselme henüz fiyatlara yansımadı, çünkü piyasalarda aynı zamanda bir durgunluk da var. Yani kurumlar, şirketler, bireyler birbirlerinden mal veya hizmet alımı yapmamaya başladı. Herkes önümüzdeki günlerde daha da kötü bir ekonomik gidişat olur endişesi ile her türlü harcamasını kesti. Yani bir yandan pahalılık artıyor, bir yandan durgunluk yayılıyor. İşte bu olmakta olan, kapitalist ekonomilerdeki en kötü kriz senaryosudur.
AKP’li bir ekonomist içinde bulunduğumuz kriz ortamını şöyle değerlendiriyor: “Dövizdeki artış önemli değil, asıl problem durgunluk ve işsizlik”. Aslında haklı, asıl problem gerçekten de durgunluk ve işsizlik, ama piyasadaki bu durgunluğun da, dövizdeki yükselişin de asıl sorumlusu hükümet, onun otoriter tutumu, OHAL dönemindeki hukuksuz uygulamaları, insanları keyfi biçimde işten atması, malına mülküne el koyması.
Kapitalizmin çok bilinen bir kuralı vardır. Sermaye ürkektir, en küçük problemde kar oranını düşünmeden, kaçar, gider. OHAL ile birlikte başlayan hukuksuz uygulamalar yerli veya yabancı bütün sermayeyi ürküttü, kaçırdı. Özel sektör yatırımlarını durdurdu, bankalar yatırım kredisi vermiyor, çünkü yatırımların geri dönüşüne dair herhangi bir umutları yok. Sermaye kaçmaya, yatırımlar durmaya, TL’nin değeri düşmeye, döviz pahalılaşmaya devam ediyor.
Kâr oranları neden düşüyor?
Şirketlerin yılsonu bilançoları Ocak ayında açıklanacak. Özel sektörün 210 milyar doların üzerinde döviz borcu var. Dövizdeki yükselme nedeniyle şirketlerin kar oranlarında ani, şok düşüşler bekleniyor. Henüz kar oranlarının ne kadar düşeceğine yönelik tahminler yayınlanmaya başlamadı, çünkü dövizdeki yükselmenin nereye kadar ulaşacağı bilinmiyor. Ekonomi normal şartlarda devam ediyor olsaydı Türkiye’de şirketlerin net karlılık oranı ortalama yüzde 10 olarak gerçekleşecekti. Şimdi bu oranın en az 5 puan düşeceği, yani kar oranında yüzde 50 daralma olacağı söylenebilir. Bu boyutta bir düşüş eğer gerçekleşirse, kapitalistler için 2001 krizinde bile yaşanmamış bir karlılık kaybı söz konusu olacak.
Bugün OHAL nedeniyle pek çok şirket iflas başvurusunda bulunamıyor, yani fiilen iflasa doğru gittiği halde bunu ilan edemiyor, erteleme başvurusu yaparak tedbir alamıyor, çünkü KHK ile iflas erteleme başvuruları yasaklandı. Ama bir süre sonra şirketler ödemelerini gerçekleştiremediğinde artık iflas ertelemeye başvurmaksızın iflas ettiğini ilan etmek zorunda kalacak. Piyasada iflaslar peş peşe gelebilir.
Krizin en büyük sebebi hükümetin antidemokratik politikalarıdır
Bütün bu gelişmelerin sebebi nedir? En kısa cevap şudur: hükümetin anti-demokratik hukuksuz uygulamaları! Hükümetin bu tabloyu düzeltmesi için hızla demokratik değerlere geri dönmesi, hukuksuzluğa son vermesi, askıya alınan kısıtlı da olsa tüm demokratik hakların yeniden tesis edilmesidir.
Bu ay yayınlanan, Ağustos ayındaki işsizlik seviyesini gösteren rakamlarda, işsizliğin yüzde 11,3, işsiz sayısının ise 3,5 milyon olduğu açıklandı. Ağustos ayından bugüne kamu ve özel sektörde binlerce insan işsiz kaldı. Bugün artık işsizlik oranının yüzde 12’ye yükseldiğini, işsiz sayısının da 3,7 milyon olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Bugünlerde krizin işsizlik ve durgunluk boyutunu yaşamaya başladık. Ama önümüzdeki süreçte hem işsizlik çok daha ağırlaşacak, hem de durgunluk nedeniyle bugün fazla hissetmediğimiz pahalılığı hissetmeye başlayacağız.
Hükümet bu süreci tersine çevirmek, ekonomiyi düzeltmek istiyorsa acilen OHAL’i kaldırmalı, işten atmaları durdurmalı, atılanları geri almalı, Kürtlerle barış ve çözüm masasına dönmeli, Suriye’deki işgalci tavrından vazgeçmeli, hukuksuz uygulamalarına son vermelidir.
Devlet ve patronlar krizin faturasını emekçilere ödetmek istiyor
Kapitalistlerin ve vergi gelirlerindeki azalma nedeniyle devletin bu boyutta yaşanacak bir krizi anında işçi ve emekçilere yansıtacakları aşikârdır. Pek çok işyerinde hemen işten çıkarmalar yaygınlaşacak. Pek çok işyeri iflas nedeniyle kapanacağından kıdem tazminatları, hatta ücretler verilmeyebilecek. Hükümet krizi bahane ederek zaten çıkarmayı planladığı Kıdem tazminatı fonu yasasını ve 657 sayılı devlet memurları yasasını gündeme getirecek.
Bu yasa değişiklikleri ile hem çalışanlara kıdem tazminatı verilmesi durdurulabilecek, hem de memurların işten atılması kolaylaştırılacak. Toplu sözleşmelerde sıfır zam dayatması en yaygın uygulama olacak.
Bütün bu gelişmeler çok kısa bir süre içinde, örneğin 3 ayda olabilir. Eğer sendikalar, emek örgütleri gelişmeler karşısında sessiz kalırsa devlet ve patronlar krizin faturasını işçilere ve emekçilere ödetmek için ellerinden geleni yaparlar.
Birleşik işçi mitingi
Sosyalistlerin bugün yapması gereken bıkmadan usanmadan AKP’nin patronlardan yana bir parti olduğunu işçi sınıfına anlatmaktır. Bunu yaparken de bu topraklarda yaşayan işçilerin büyük bir kesiminin dindar, muhafazakâr, bir kesimin Alevi, bir kesimin Kürt vb. kimliklere sahip olduğunu unutmamalıdır. Bütün bu kimliklere saygı gösteren ama kurtuluşun işçi sınıfının kendi haklarını elde etmek için vereceği mücadele olacağını öngören bir söylem, işçi sınıfı hareketinin güçlenmesi için önemlidir. İşçi sınıfının mücadeleci unsurları asgari ölçüde bilinçlenmeden ve örgütlenmeden sınıfın birliği sağlanamaz.
İşçi sınıfının birliğini sağlamak için, AKP’ye oy vermiş işçiler dahil tüm öncü ve mücadeleci işçileri kazanmak üzere sabırlı bir faaliyet yürütmek gerekir.
2015 Mayıs’ında otomotiv sektöründe direnişler başladığında, eylemlere katılan işçilerin büyük çoğunluğu AKP’ye oy veren dindar işçilerdi, ama sınıf bilinci öne çıktı, işçiler haklarını almak için direnmek gerektiğini kavradı. Bunu şimdi de yapabiliriz.
Laiklik eylemleri düzenlemek, AKP’lileri gerici olarak nitelendirmek yerine, dindar işçilerin sınıf bilincine sahip olması ve haklarını aramak için eylem yapmasını sağlayabiliriz. Sosyalistlerin ezilenlerin birliğini öne çıkaran dili, kendisini aynı zamanda dindar ve muhafazakâr gören işçilerde karşılık bulacaktır.
Krizin faturasını işçiler ve emekçiler ödememeli. Bunun için şimdiden işçi ve emekçileri birleşik mücadeleye çağırmalıyız. Çocuk tecavüzleri ile ilgili yasasının engellenmesinde AKP tabanının da harekete geçmesi etkili oldu. Bu krize karşı da AKP tabanındaki işçi ve emekçilerin harekete geçmesini sağlamalıyız. Ancak bu şekilde önümüzdeki zorlu sürecin işçi ve emekçiler lehine gelişmesini sağlayabiliriz.
Krizin faturasını ödememek için, birleşik mücadele, birleşik miting yapmalıyız. Demokrasi ve emek mitinglerine tüm işçi ve emekçilerin katılmasını sağlamalıyız.
KESK’in önümüzdeki günlerde başlatacağı kampanyayı bu açıdan değerlendirmek çok önemli.
(Sosyalist İşçi)