İZBAN grevinin ardından...

26.11.2016 - 13:19

Sosyalist İşçi gazetesinden Soner Dinçsoy, İZBAN grevini yazdı:

Türk-İş’e bağlı Demiryol-İş İzmir Şubesi ile TCDD ve İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin ortak olduğu İZBAN A.Ş. yönetimi arasında 6 Haziran 2016 tarihinde başlayan ve aylar süren toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde herhangi bir anlaşma sağlanamadığı için, sendika 27 Ekim’de, 8 Kasım’da greve çıkacaklarını duyurdu.

8 Kasım’da sabah 8’de kentin merkezi istasyonu durumundaki Alsancak İzban durağı önünde basın açıklaması yapılarak grevin başladığı duyurulacaktı, ancak açıklama saati gelmeden önce polisler tarafından OHAL’in ilgili maddesi gerekçe gösterilerek büyük ses cihazlarıyla basın açıklamasına izin verilmeyeceği duyuruldu. Ancak basına yapılan açıklamayla grev resmen başlamış oldu.

Bu grevin bir başka önemi de, raylı sistemlerde çok uzun bir zaman sonra -grev yasağı olduğu için 20 yıldır herhangi bir grev yapılmaması ve geçen sene bu yasağın Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesiyle oluşan ‘yasal’ durum sonrasında- yapılan ilk grev olmasıydı.

Bilhassa işçiler arasında bu ilk olma hali sıklıkla konuşulan, hatta gurur duyulan bir durumdu. Toplu sözleşme, aralarında makinist, teknisyen, operatör, muhasebeci, gişe memurlarının da bulunduğu 340 İzban işçisini kapsıyordu. Bu 340 işçinin tamamının bir sendikada örgütlü olması, beraber hareket etme konusunda gösterdikleri kararlılık ve kabiliyet muazzam bir ortamın oluşmasının başlıca nedeni olsa gerek. Grev süresi boyunca gösterilen son derece düzenli yapının arkasında da yine bu durum var. Aliağa’dan Tepeköy durağına kadar tam 33 istasyon var ve hepsinde "Bu işyerinde grev vardır" pankartı asılıydı, ayrıca istasyonlarda  (merkezi birkaç istasyonda küçük çapta ‘grev nöbetleri’ de vardı) iki işçi bekliyor ve elbette tek bir tren bile çalışmıyordu. Günde 300 bin, ayda 10 milyon kişi taşıyan İzban, bir modern kentte birkaç yüz işçinin bile ne denli hayati bir pozisyonda olduğunun (yeniden) görünür olması bakımından son derece kıymetli bir mücadele deneyimiydi. 

Peki İzban grevi kazandı mı? Açıkçası bu sorunun iki taraflı bir yanıtı var. Maddi kazancı da önemli olmakla birlikte, konuştuğumuz işçilerin de vurguladığı gibi, örgütlü işçilerin son derece politik bir hareketi olarak grevin verdiği politik moral her şeyden çok daha önemli. Modern kentlerin gündelik rutininin sağlıklı bir biçimde devam edebilmesi için, bu işleyişin içinde merkezi bir yapı olarak işçi sınıfının var olduğunu net bir şekilde gösterdi. Ayrıca örgütlü işçi sınıfının hakları için bir şeyler yapabilme kuvvetine sahip olunduğu konusunda şüphesi olanların şüphesini kırdı ve bu siyasal kabiliyeti tekrar anımsattı.

Yanıtın ikinci kısmı ise şöyle: İşçilerin doğrudan söylediklerine göre, sendikanın Bakanlık ve Belediye ile anlaşma yapmak için Ankara’ya gittiğinden haberleri medya üzerinden oluyor. Bu sendikal bürokrasi ile grevdeki işçiler arasındaki bir frekans farkı. Ayrıca anlaşma sonucunda elde edilen bazı maddi kazanımlar da işçiler arasında son derece hoşnutsuz bir durum yaratmış gibi görünüyor.  Hasılı, muazzam bir politik hareket olarak İzban grevi, hem doğrudan gösterdikleri hem de dolaylı yoldan ima ettikleri ile çok önemli siyasal dersler içeriyor.



Bültene kayıt ol