Antikapitalistler'in Emek Forumu'nda direnişçi işçiler konuştu: “Mücadele içinde öğreniyoruz”

03.01.2016 - 00:15

Antikapitalistler tarafından geçtiğimiz hafta sonu İstanbul'da "Birleşirsek kazanabiliriz" başlığıyla düzenlenen Emek Forumu'nda yeni liberalizme karşı mücadele tartışıldı, farklı direnişlerden gelen işçiler deneyimlerini anlattı. 

Emek Forumu'nun ilk oturumunda Bilgi Üniversitesi öğretim üyesi Ferda Keskin ve Halkların Demokratik Partisi (HDP) MYK üyesi Sezai Temelli, yeni liberalizme karşı mücadeleyi tartıştı.

Konuşmaların özeti şöyleydi:

Ferda Keskin: "Neoliberalizm devletin güçlenmesini sağlar"

Neoliberalizmin tarihi 1930’lara kadar gider. 1970’lerde çok ivme kazandı, Amerika’da neoliberal söylemler ortaya çıktı, Güney Amerika’da askeri darbelerle iktidara taşındı. Türkiye’de 1980 darbesi ile birlikte neoliberalizm egemen oldu. İngiltere’de 1979’da Thatcher iktidarı ve ABD’de 1980’lerde Reagan iktidarı ile neoliberalizm egemen oldu.

Neoliberalizm sadece iktisadi değil, aynı zamanda siyasi bir doktrindir; tüm insan yaşamını kuşatır, toplumu ve devleti dönüştürür. Neoliberal doktrine göre insan emeği de bir sermayedir, her insan aynı zamanda yatırımcı gibi, şirket gibi davranmalıdır. Bu anlamda devlet de bir şirkettir, bunu Tayyip Erdoğan “devletin anonim şirket gibi yapılanmasını istiyorum” diyerek açıkça belirtmişti. Neoliberal anlayış, Keynesçi hantal devletten yatırımcı rekabetçi devlete geçmeyi hedefler. Bugün bu geçiş her yerde devam ediyor.

Neoliberalizm, her yerde muhafazakâr değerlerle geldi. Asıl amacı sermayenin kâr oranlarındaki düşüş sorununu çözmekti. Neoliberalizm aynı zamanda devletin güçlenmesini sağlar. Sermayenin taleplerine cevap verebilecek güçlü, yeniden yapılanmış devlet söz konusudur. Emek üzerindeki baskı artırılır, piyasanın genişletilmesi sağlanır, bu doğrultuda tüm kamu hizmetleri, sigorta fonları piyasaya açılır.

Neoliberal devlet, genelleştirilmiş rekabetin bekçiliğini yapar, piyasa yaratır, emekçilerin piyasa koşullarına uymasını sağlar. Sermayenin çıkarları için topluma disiplin getirir. 1960’lı yıllarda yönetilenler siyasi yaşama “aşırı” müdahil oldular, burjuva demokrasisi krize girdi, sendikalar büyüdü, öğrenciler örgütlendi, devlet toplumu yönetemez oldu.

Bu krizi aşmak için devlet neoliberal dönemde yeniden yapılandırıldı. Bugün bunu yaşıyoruz, devlet toplumsal örgütlenmeleri sınırlandırıyor. Sürecin asıl amacı verimli, disiplinli bir emek süreci yaratmak. Neoliberalizm bu iktisadi sonucu yaratmak için siyasallaşıyor. Tüm yaşantımızı kuşatıyor, tüm yaşantımızı düzenlemeye çalışıyor. Kentsel dönüşüm buna hizmet ediyor. Çocukların sınav yarışlarına sokulması vb. hep bu.

Hem emeğin ücreti azaltılıyor, hem bireycilik körükleniyor. Neoliberalizm, liberalizmin geliştirilmiş versiyonudur. Bizlerin kendi değerlerine sahip çıkması, dayanışma, özgürlük, eşitlik kavramlarına sahip çıkması gerekir. En önemli değerimiz dayanışmadır.

Survivor tipi rekabetçi programlarda, yarışmalarda neoliberal değerler empoze ediliyor. Biz böyle olmamak için mücadele etmeli, dayanışmamızı yükseltmeliyiz.

Sezai Temelli: "Mücadele antikapitalist olmalı"

Neoliberalizme karşı mücadele antikapitalist olmalıdır. Bugünlerde büyük bir acı yaşıyoruz. Türkiye’nin bir kısmında bir katliam ve buna karşı hendeklerin arkasından halkın direnişi yaşanıyor. Başbakan bu günlerin 2013’te planlandığını söyledi.

Neoliberalizm 40 yıllık bir süreç, 40 yıl öncesine kadar işçi sınıfı orta sınıfa dönüşüyordu, sosyal demokratlar uzun süre bize bu dönüşümün iyi bir şey olduğunu anlattı. Ama neoliberal dönemin gelmesi ile birlikte burjuvazi emekçi sınıflara cephe aldı. Kapitalizmi iyi göstermeye çalışan sosyal demokratların yenilmesi iyi oldu. Kamu sendikaları bu sosyal demokrat hayaller yüzünden yenildi, orta sınıf olma hayalleri kuruyorlardı.

Neoliberal dönemde işçi sınıfı yoksullaştı. 2008 krizi ile birlikte neoliberalizm siyasi ve toplumsal alanı yeniden düzenledi. Bugün artık işçi sınıfı sadece 8 saat fabrikalarda çalışan bir sınıf değil; işsizler, esnek çalışanlar, güvencesiz çalışanlar işçi sınıfı içinde sayıca çok arttı.

Şimdi işçi direnişleri 40 yıldır kapitalist ilişkiler içine giremeyen kesimlerde ortaya çıkıyor. Kürtler direniyor, Kürt yoksullar aynı zamanda Kürt burjuvalarına karşı direniyor.

Rojava’da Kürtler, yeniden örgütlenen burjuvaziye karşı örgütleniyor. Rojava, Suriye’den dışlanıyor, çünkü kapitalist ilişkiler içine girmedi. Başarılı olabilmesi için tüm dünyada ve Türkiye’de antikapitalistlerin dayanışması gerekiyor.

Eğitim-Sen ilk kurulduğunda yeni bir sendikacılık tipi geliştiriyordu, ama bürokrat sendikacılar bu yeni sendikal anlayışı ortadan kaldırdı. Şimdi sadece Kürtler sayesinde ayakta duruyor.

Salondan gelen katkılar:

- Batıda bir karamsarlık var. Emek örgütlerinin 10 Ekim mitingindeki katliam sonrası bu karamsarlık oluştu, bunu aşmak gerekir. 657 sayılı memur yasasını değiştirmek istiyorlar, bu önümüzdeki dönem işçi sınıfına en büyük saldırı olacak. Buna karşı tüm sendikalar bir araya gelmeli, mücadele için sokağa çıkan işçiler karamsar havayı dağıtabilir. Aynı zamanda barış için mücadele edebilir. Biz Hak-İş’in de, Memur-Sen’in de tabanını kazanmalı, yönetimleri ile hesaplaşmalıyız.

- Neoliberal dönemde her şey piyasalaşıyor. M. Aksoy’un heykeline Başbakan “ucube” demişti. Gerçi o heykel aslında tam da devletin anlayışına uygun, estetik değeri olmayan bir heykeldi ama devlet tarafından yıkılmak istenince sahip çıkmak zorunda kaldık. Ucube kötü anlamı olan bir şey değildir, bugün Kürtler, solcular, LGBT’ler “ucube” olarak görülüyor, “ucube”lere sahip çıkmalıyız.

- Gezi’nin en önemli başarısı kendi dilini oluşturmasıdır. Mücadelede biz mevcut egemenlerin dilini kullanmamalıyız, kendi dilimizi oluşturmalıyız. Mesela “bağzı şeyler” böyle bir kavramdır. Klasik sendikacılık yeterli değil, dili de yeterli değil.

- Geçtiğimiz yıllarda bazı hegemonyalar kırıldı. 1990’lara kadar Stalinizm vardı, stalinist diktatörlüklerin hâkim olduğu pek çok ülkede işçiler hiçbir ses çıkaramıyordu. Stalinizm yıkıldı. Sendikalar güçlüydü, neoliberal dönemde bu durum değişti, sendikalar güçsüzleşti. 1999’dan beri ise neoliberal hegemonya kırılıyor. Özellikle 2011 Mısır devriminde neoliberalizm çok güçsüzleşmişti. Türkiye’de Gezi sonrası neoliberal hegemonya darbe aldı. Şimdi tüm dünyada neoliberalizm geriliyor. Bizde AKP hâlâ işçilerin oyunu alıyor, AKP tabanındaki işçileri kazanmalıyız, Kemalizmle hesaplaşmalıyız. Son bir yılda 40 bin işçi grev ve direnişlere katıldı, bu işçilerin çoğu AKP’li, demek ki bu işçileri kazanabiliriz. 3 milyon sendika üyesi işçi var ama sendikalar çok bölünmüş. Birleşik işçi mücadelesi çok önemli, tek sendika tek hareket olmalı.

- Kamp Armen hem ırkçılığa karşı bir kazanım, hem neoliberalizme karşı bir mücadeledir. İşçiler hâlâ mücadele ediyor, Türk Metal üyesi işçiler günlerce direniş yaptı. 1989’da “Zonguldak Botan el ele, genel greve” sloganı ile işçiler yürüyordu. Şimdi sendikal yapılar çok hantal, işçilerin en temel ekonomik haklarını bile elde edemiyorlar. Sol, milliyetçi bir söyleme sahip, özelleştirmelere bile eğer satın alan firma yerli ise karşı çıkmayabiliyorlar. Hâlbuki işçiler için ne fark eder, biz kapitalizme her zaman karşı olmalıyız. Bizler DİSK’in ilk kurulduğu dönemdeki gibi yapalım, tüm işçilere gidelim. Antikapitalist bir seçenek oluşturalım.

- Suriyeli işçilerin kötü koşullarda çalışması tüm işçi sınıfının sorunudur. Suriyeli işçilerle dayanışma içinde olmalıyız.

- Çin, Endonezya veya Tayvan’da sınıf hareketi yükselmeden antikapitalist mücadele başarıya ulaşamaz. Yeni mücadele ve örgütlenme formları bulmalıyız.

- İnsanlar mücadele içinde yeni form, yeni dil bulur. Gezi’ye çıktığımız zaman yeni bir dil ve form bulduk. Yeniyi bulmak için mücadeleye girmeliyiz.

- Anadolu’da çok moralsizlik var. Doğru yolu hep beraber bulacağız. Güvencesiz çalışma tipi eski örgütlenme formları için dezavantajlı, ama yeni tip formlarla örgütlenebilirsek güvencesiz çalışanları da örgütleyebiliriz. Kimlik siyaseti, sınıf siyaseti ayrımı giderek ortadan kalkıyor, Proletaryanın kimliği giderek Kürtleşiyor. Suriyeliler de proletaryaya katılıyor, Yeni dönemde proletarya üç kimlikli olacak, Türk, Kürt ve Arap. Bu kimlikler arasındaki ilişkiyi sağlamalıyız. Radikal demokrasiyi özyönetimi gündeme sokmalıyız. Günümüzde reformlarla devrim süreçleri iç içe geçti.

- Örgütlenme, mücadele içinde şekillenir. 28 Şubat süreci, neoliberalizmin darbeci bürokratik iktidara karşı zaferidir, ama demokrasi yanlısı olması anlamında elbette önemlidir. AKP zihniyeti 28 Şubatta kendi neoliberal anlayışını egemen kıldı, engel olan Kemalist anlayışı tasfiye etti. Kapitalizm özgürlüğe ihtiyaç duyar ama yönetebildiği bir özgürlüğü kabul eder.

İkinci oturum: Kürsü direnişçi işçilerin

Emek Forumu'nun ikinci oturumunda direnişlerin içinde yer almış işçilerin anlattıkları deneyimler ise şöyleydi:

Bahadır Altan (THY grevi – Gökkuşağı Hareketi)

- Hendek direnişini selamlıyorum, bizler sosyal haklar için mücadele ettik, işten atılmayı göze aldık. Hendektekiler ölümü göze alıyor.

- 2007’de THY hızlı büyüdüğü için çalışanlar ağır çalışma koşulları ile karşı karşıya kaldılar. Toplu sözleşme görüşmelerinde anlaşmazlık çıkınca grev oylaması yaptık. Oylama öncesi kendi tezlerimizi yüksek ücret alan pilotlar ve kabin memurları dahil tüm işçilere çok iyi anlattık. Ve oylamada greve evet çıktı. Sonrasında THY yönetimi çok telaşlandı, hemen toplu sözleşmeyi imzalamak istedi, bizler o dönem işçi temsilcileri olarak bu konunun öncelikle işçilere sorulması gerektiğini söyledik, ama sendikamız olan Hava-İş bunu kabul etmedi ve sözleşmeyi imzaladı.

- Bunun üzerine “Gökkuşağı Hareketi” adıyla işçilerin söz ve karar sahibi olduğu bir yapı oluşturduk. Yapının işleyişi ters piramit şeklindeydi, tabanda tek bir işçi, tepede işçi meclisi vardı. İşçiler temsilcileri seçiyor, istedikleri zaman da geri çağırabiliyorlardı. 2009 sendika seçimlerinde delegeliklerin yüzde 70’ini almamıza rağmen, sendika yönetiminin oyunları sonucu yönetimi alamadık. Sendika, 2012’de hiçbir işçinin katılmadığı bir grev yaptı, sonrasında da THY yönetimi sendikayı ele geçirdi.

- Neoliberal sistem sendikalara bile tahammül edemiyor. Sendikalar için gökkuşağı modeli önemli; profesyonel, maaşlı sendikacılık çok zararlı, işverenlere hizmet ediyor. En kötü sendika, sendikasızlıktan iyi değildir, bunu Hava-İş örneğinde gördük.

Işıl Işık (Bilişim Çalışanları Dayanışma Ağı-BİÇDA)

- Ağımızı 2010 Ağustos’unda kurduk. Yıllardır bilişim çalışanlarının işçi olduğunu söyledik. Örneğin Facebook işyerinde 2800 kişi açık ofis sistemi ile çekmeceleri dahi olmayan bir ortamda çalışıyorlar. Bu çalışma sistemi bilişim sektöründe çok yaygınlaşmış durumda. Artık bu tartışma bitmelidir, bilişim çalışanları işçidir.

- Bizler birbirimizle mail ortamında ilişkiye geçtik, Gezi sürecinde birbirimizi daha yakından tanıdık. 2010-2015 arası çok hak kayıpları yaşadık. Sosyal haklar, mesailer, taşeron çalışma problemlerimiz var. İş güvencesinden yoksun olaral düşük maaşlı çalıştırılıyoruz. Sektörümüzde 30 yaşın üstü yaşlı sayılıyor, işe alınmak istenmiyor. Sürekli batan büyük şirketler nedeniyle, iş değiştirmek zorunda kalıyoruz, çoğunlukla işsiz kalıyoruz, emekli bilişimci yok gibi.

- Okullarda öğrencilere de anlatıyoruz, dayanışma önemli, hem sektörümüzdeki hem de diğer işçilerle dayanışma içinde olmalıyız. Mavi yakalı direnişçilerle dayanışıyoruz, onlara blog sayfaları yapıyoruz, sosyal medyayı nasıl daha iyi kullanacaklarını gösteriyoruz.

- Bilişim sektöründe eğitimler çok pahalı, o pahalı eğitimleri almaya zorlanıyoruz. Şimdilerde kendi aramızda bu eğitimleri veriyoruz. Mücadele içinde öğreniyoruz. Emek forumlarında ilk ve son sözler işçilere verilmeli, akademisyenler aralarda konuşmalı.

Berna Tezcan (Eğitim-Sen – KESK mücadelesi)

- KESK mücadelesi 1985’lerde başladı, 1995’lerde resmi sendikalar kuruldu. Hareket 1989 bahar eylemlerinden güç aldı, ILO’nun karalarından hukuksal zeminde yaralandık. Önceleri açılan sendikalar devlet tarafından sürekli kapatıldı, gözaltılar yaşadık, gösteriler yaptık. Vizite, kıyafet eylemleri yaptık. Hatta bir dayak sonrası ücretlere zam yapılınca zammın adı cop zammı oldu. 1994 Nisan’ında yapılan devaülasyon ve zamlar sonrası sendikalar olarak birlikte eylemler yaptık. 350 bin üyeye ulaşan KÇSK, (o zamanki KESK) 1 milyon kişinin katıldığı grev yaptı. 17-18 Haziran 1995’te Ankara’da meydanlarda iki gün yattık, eylemler yaptık. Bu eylem dünya basınında Tiananmen eylemleri ile kıyaslandı, ses getirdi.

- Ankara eylemleri sırasında aynı zamanda sürmekte olan kirli savaşa karşı da sözümüzü söyledik.

- Habitat eyleminde 2 bin kamu çalışanı gözaltına alındı. Susurluk oldu, ona kaşı temiz toplum eylemi yaptık. Giderek kamu çalışanları hareketi siyasal mücadelenin öznesi gibi görülmeye başlandı, kaldırabileceğimizden fazla görev yüklendik.

- O dönem kurulan Emek Platformu da önemli bir deneyimdir. Emek Platformu mezarda emeklilik yasasına karşı kuruldu.

- 2001 yılında çıkan toplu görüşmeye olanak veren, greve izin vermeyen kamu çalışanları yasası moralleri bozdu. 2002 sonrası AKP’li yıllarımız başladı. Pek çok saldırı ile karşılaştık. Sendikal parçalanmışlığı yaşadık. KESK olarak çok yorulduk, her eyleme her konuya yaklaşımımız sorgulanıyordu. KESK yönetiminin siyasi koalisyon olması bize zarar verdi, iş kollarındaki yetkilerimizi birer birer kaybettik. Şu anda hiçbir işkolunda yetkili sendikamız yok, üye sayımız da 230 bine gerilemiş durumda.

- Şimdi tekrar örgütlenmeliyiz, çünkü iş güvencemiz tehdit altında. KESK’i tekrar güçlendirmeli, iş güvencesi ile ilgili kampanya yapmalıyız.

Metin Arslan (Tekel işçisi)

- 1999’da Tekel Cevizli’de çalışmaya başladım. Özelleştirmeye karşı mücadele ettik. Sendikamız sarı sendika idi, hem devletle hem de sendika ile mücadele ettik. Sendika dışında iş yerlerinde örgütlendik. Diğer özelleştirme saldırısına uğrayan işyerleri ve sendikalarla ilişkiye geçtik ama ortak mücadeleyi öremedik. Sürgün gittiğim Bomonti Tekel’de özelleştirme karşıtı mücadeleye devam ettim. 78 gün süren direnişe başladık, Ankara’ya gittik. O dönem milliyetçilik revaçta olmasına rağmen, sınıf mücadelesinin halkları birbirine yakınlaştırdığını direniş sırasında gördük.

- Bugün Türkiye’de sendikacılık bir rant kapısı, sendikacılar yüksek ücretler, ek tazminatlar alıyor; şoförleri, makam arabaları var. Ama işçilerin haklarını savunmada çok yetersizler. Pek çok işyerinde sendika, işçinin değil patronun destekçisi. Hatta işyerlerindeki taşeron ihalelerini sendikacılar kendi yakınlarına dağıtabiliyorlar. Patron yerine işçileri denetim altında tutuyorlar. Sendikacı maaşı işçiden fazla olmamalı.

- Ben Tekel direnişi yenildikten sonra 4-C kapsamında memur oldum, KESK üyesi oldum. KESK de çok sınırlı, günü kurtarmaya çalışan bir sendika gibi görünüyor.

- Kürdistan’daki katliama karşı çıkmalıyız. HDP yeterli olmuyor, Gezi’de olduğu gibi batıda güçlü bir ses çıkarmalıyız.

Memduh Hüsünbeyi (Plaza Elem Platformu)

- Platformu 2008 IBM direnişi sonrası kurduk. Gezi’de “gündüz işte, gece eylemde” olan kişilerdik. Bugün deneyim paylaşım atölyeleri yapıyoruz. İş baskısını, cinsiyet, mobing, performans, kariyer konularını tartışıyoruz. Merkezi bir dayanışma ağına ihtiyacımız vardı, “istenatildim.org” sitesini kurduk, işiten atılan insanlarla iletişim kuruyoruz. Ne kadar dayanışma sağlarsak, Soma için Ermenek için o kadar iyi mücadele edebiliriz. Varolan geleneksel hak savunuculuğunun ötesinde işler yapmalıyız. Örneğin bizler için mobbing konusu çok önemli. Mobbingle karşılaştığımızda ne yapacağımızı bilemiyoruz, yeni öğreniyoruz. Üzerimizde çok fazla kariyer baskısı var, 7-24 çalışmak zorunda bırakılıyoruz. Yalnızlaştırılıyoruz, bu ortamlarda bir araya gelmek istiyoruz.

- Yeni iş sistemlerinin baskısını yaşıyoruz. İşçinin sözde “patron” olduğu, “ödül/ceza”nın işçiler tarafından verildiği sistemler karşımıza çıkıyor. Beyaz yakalılar olarak işçi olduğumuzu tartışmıyoruz, bunun farkındayız. Bizler beyaz yakalıların ayrı örgütlenmesi gerektiğini düşünüyoruz, mevcut sendikalar bizi temsil edemez.

- Gezi’ye katıldığımız dönemde kendi işyerimizde de eylemler ve forumlar yaptık. Benim çalıştığım Gebze’deki işyeri, Gezi’ye "destek veren" bir holdinge aitti. Bir miktar sorgulandık, işten atılmakla tehdit edildik, ama eylemlerden vazgeçmedik. İş yerinde yaptığımız forumlara yüzlerce kişi katıldı, atölyeler yaptık, her şeyi konuştuk. Taşeron sistemini, Kürt meselesini, mobbingi, kadınların sorunlarını tartıştık.

Çağla Oflas (Meslek odası çalışanı)

- Türkiye’de meslek odaları yasayla kurulan, üyeliğin ve aidat ödemenin zorunlu olduğu yarı resmi kamu kurumlarıdır. Ama bazı meslek odalarında yönetimlerde solcu kişiler olduğu için, bu kurumlarda çalışan işçiler de genellikle solcu olur. Yöneticilerin solcu olduğu bu işyerlerinde, iş süreçleri hep işçilerin aleyhine gelişir. İşçiler sosyal haklarını alamazlar, fazla mesaileri verilmez, sendikalaşmaları bile çoğunlukla engellenir. Sendikalaşma talepleri karşısında yöneticiler “biz patron değiliz ki, niye sendika istiyorsunuz?” der. Ama en ufak bir durumda işçiler kolayca işten atılır. Biz de bir defasında sendikalaşmak istedik, bir kişi işten atıldı, moralsizlik oldu, vazgeçtik.

- Daha sonra yönetim bir danışmanlık firmasına odada verimlilik araştırması yaptırdı, firmanın önerisi ile üç işçiyi işten attı. Biz de iş bıraktık, daha sonra sendikaya üye olduk. İşten atılanlar işe alınıncaya kadar çalışmayacağımız konusunda basın açıklaması yaptık, sendika bile çekingen davrandı, çünkü yakınlarda oda seçimleri vardı ve seçimlerde AKP’liler de aday olmuştu. Ama biz mücadelemizden vazgeçmedik, işten atılanların geri alınması için odanın önünde çadır kurduk, sonuçta işten atılanlar geri alındı, hâlen de çalışıyorlar, hem de sendikalaşmış olduk.

Nehir Sevimli (Eğitim–Sen)

- Savaşlara neden para harcanır, çünkü devlet güçlü olmak ister. Devlet nedir, kapitalizmin baskı aracıdır. Devlete egemen olan kapitalizm silahlanmak ister, iş savaşları körükler, çünkü silah satar. Bugün dünyada 60 milyon insan savaştan, baskıdan kaçıyor, mülteci olarak yaşıyor. Binlerce mülteci denizlerde boğuluyor. Suriye savaşı her yere yayılıyor. Pek çok ülke savaşa müdahil olmuş durumda. Türkiye’de de savaş sürüyor. AKP, 7 Haziran sonrası Kürt halkına saldırdı. Son savaşta 44 çocuk öldürüldü. Bebekler ölmeye devam ediyor.

- Silahlanmaya dünyada 2014 yılında 1,8 trilyon dolar harcandı. Türkiye’nin harcadığı miktar 22 milyar dolar. Türkiye’nin 2004 yılına göre silahlanma harcaması yüzde 43 artmış durumda. Örtülü ödenekte ise aynı dönem için yüzde 90 artış var.

- Türkiye bütçesi savaş odaklı, emekçiye çok az pay ayrılıyor. Bizlerin dayanışma içinde olmamız, barış için mücadele etmemiz gerekir.



Bültene kayıt ol