'Güvencesiz öğretmenler bir an evvel kadroya geçirilmeli'

07.04.2021 - 13:37

Eğitim Sen Genel Başkanı Prof. Dr. Nejla Kurul, röportaj dizimizin üçüncü ve son bölümünde sendikanın bakış açışını, örgütlenme yapısını ve birleşik mücadelenin gerekliliğini anlatıyor.

MEB ucuz iş gücü olarak gördüğü "ücretli öğretmenlik’’ uygulamasına devam ediyor. Bu insanlar asgari ücretten daha düşük ücretlerle çalıştırılıyor. Ücretli öğretmenlik uygulamasına Eğitim Sen nasıl bakıyor?

Nejla Kurul: Kapitalizmin tarihsel bir uğrağı olan neoliberalizmin esnek çalıştırma uygulamalarının öğretmen çalıştırma biçimi olarak eğitim alanındaki karşılığı sözleşmeli öğretmen, ders ücretli öğretmenlerdir. Bu düzenlemeye göre öğretmen emeği, mekân, zaman, ücret vb esnek uygulamalarla güvencesiz bir konuma itilmiştir. Ziya Selçuk’un “uzaktan eğitim kalıcı hale gelebilir” sözüyle esnek çalışmanın, evden çalışma biçiminin kalıcılaşması, kamu emekçileri için ciddi bir tehlike taşıyor. Bu biçimde öğretmen uzak, sosyal ve ekonomik olanakları sınırlı ve güvenli olmayan illere, köy okullarına gönderilerek mekân bağlamında esnek olarak çalıştırılmaktadır. Yine güvencesiz öğretmen ihtiyaca göre az ya da çok ders saati karşılığında zamanda esneklik içeren düzenlemelerle istihdam edilmektedir. Doğal olarak bu düzenleme ücretlerde esneklik sağlayarak personel harcamalarını düşürmektedir. Öğretmen emeğinin güvencesiz olması, eğitim ve çalışma koşullarına kolayca boyun eğmesini sağlayarak kolay yönetilebilir olmasına yol açmaktadır. Güvencesiz çalıştırılan öğretmenler kimi zaman sendikal örgütlenme haklarını kullanamamakta, kimi zaman da siyasal iktidara bağımlı sendikalara üye olmaya zorlanarak çalışma haklarını korumak ve geliştirmek konusunda etkisiz kalmaktadırlar.

Türkiye’de Kanun Hükmünde Kararnamelerle eğitim emekçilerinin ihraç edilmesi, tüm öğretmenler için güvencesizlik olasılığını güçlendirmiştir. İşinden atılanlar, açığa alınanlar, ataması yapılmayan öğretmenler, özel okul öğretmenleri, ücretli öğretmenler, sözleşmelei öğretmenler, farklı güvencesizlik düzeylerinde çalıştırılanlar işvereni devlet karşısında siyasal iktidarın arka bahçesi olan sendikalarda örgütlü kadrolu öğretmenler, gerçek örgütlenme olan sendikalarında etkin olmaya çalışan ama sürekli baskılanan öğretmenler gibi öğretmen kategorileri oluşmuştur. Tüm öğretmenlerin, iktidarın boyun eğdirme, iktidarın hedefleriyle uyumla hale getirilme, kültürel istila, böl ve yönet taktiklerinden kurtulmak için güçlerini birleştirerek benzer emek süreçlerini uygulayan öğretmenlerin yan yana gelişini, karşılaşmalarını, mücadele etmelerini sağlayan yollar oluşturulmalıdır. Sendikamız böyle bir mücadelenin çalışmalarını başlatmıştır.

Kapitalizm, güç ve yetileri birbirinden farklı olan bireylerin, emekçilerin var olan güç ve yetilerinin açığa çıkması için çalışma koşulları ve ekonomik ve sosyal kazanımlarını eşitleme fikrinden uzaktır.  Bu anlamda kapitalizmin en acımasız biçimiyle ilksel birikim dönemi ve sonraki dönemleri, her şeyden önce, işçileri birbirlerine hatta kendilerine yabancılaştıran farklılıkların, eşitsizliklerin, hiyerarşilerin ve ayrımların bir birikimi olmuştur. Eğitim alanında, öğretmenlerin geçici, ücretli, vekâleten görev yapan öğretmenlere ek olarak gibi yukarıda ifade edilen kategorilerde, hiyerarşi oluşturan ayrımlara tabi tutulması öğretmenler arasında devasa eşitsizliklerin doğmasına neden olmuştur. Bu öğretmenler her gün sosyal medyada sorunlarını anlatmakta, kadrolu öğretmen olmak için taleplerini dile getirmektedirler.

Türkiye’de diplomalı işsizlik oranları giderek artmaktadır. Eğitim Fakülteleri ve Fen Edebiyat Fakülteleri her yıl binlerce öğretmeni mezun etmektedir. Buna karşın öğretmen gereksinmesi olmasına rağmen Millî Eğitim Bakanlığı COVID-19 salgını koşullarında öğretmen istihdam etmemektedir. İşsizliği çözmek ve temel ekonomik ve sosyal haklar konusunda eşitlik için sosyal ve demokratik bir Türkiye düşüncesinin, emeğin Türkiye’sinin önünü açacak mücadele programlarını örmek gerekiyor. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası olarak aynı işi yapan öğretmenlerin ekonomik ve sosyal hakları arasındaki bu eşitsizleri reddediyor, güvencesiz öğretmenlerin bir an evvel kadroya geçirilmesini talep ediyoruz.

Türkiye’deki mevcut sendikalarda "sendika bürokrasi"nin olduğunu düşünüyor musunuz?  Üyelerinin aidatlarıyla "huzur hakkı" adı altında binlerce lira maaş alan sendika başkanları var. Eğitim Sen’de huzur hakkı var mı?

Bürokratik örgütler, toplumun beklenti ve arzularını hissedemeyen yapılardır. İnsanların düşünceleri, duyguları, düşleri, korkuları, heyecanları, ihtiyaçlarını anlamak yerini, bürokrasinin prosedürlerine, hiyerarşilerine, görev ve sorunluluklarına bırakmıştır. Belleğimizi yoklayalım, 1921 yılında, Muallim ve Muallimeler Cemiyeti’nin cümleleri kanalıyla bürokrasiye bakalım. “Resmi makamlar, bürokrasinin dar penceresinden, kaynayan hayatı görmeye ekseriyetle muktedir değildir. Genel hayatın kaynaşmalarını ona en yakın bulunanlar, onun içinde yaşayanlar daha iyi sezebilir”. Eğitim Sen’de genel hayatın kaynaşmalarını en iyi okulun bileşenlerinin, eğitim ve bilim emekçilerinin ve şube ve temsilciliklerin gördüğünü anlamış bir örgüttür. Bu nedenle Eğitim Sen salt kendi örgütüne yoğunlaşamaz, üyesi olmayan eğitim ve bilim emekçilerini, öğrencilerini ve velilerini anlamak zorundadır. Genel merkez yerelde kaynayan hayatı görmemeye başladığında, genel hayatın kaynaşmalarını hissetmemeye başladığında, bürokratikleşiyor demektir.

Eğitim Sen, iktidar aygıtlarının sürekli hiyerarşikleşme, tüm akıl ve duyguyu merkeze bağlama refleksini görür ve olumsuzlar. Kendisini bu yönelimin tersinden kurar. Düşünür Ranciere’in Cahil Hoca adlı kitabında ifade ettiği gibi, evde, işyerinde, ülkede “bir zekânın bir başka zekâya bağlanmasının neden olacağı aptallaştırıcı etkinin” farkındadır.

Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası’nda il ve ilçe şube temsilciliklerini gölgede bırakacak, onların yerel, özgün ve özerk çalışmalarını durduracak, onların güçlerini soğuracak, yerel toplumsal dinamikleri etkisiz hale getirecek merkezi bürokratik bir yapılanma çabası ve olgusu yoktur. Demokratik merkeziyetçilik temelinde merkez ve şube ve temsilciliklerimizin ilişkileri güçlüdür, bu ilişkiler sadece saygıyı değil, dostluğu ve sevgiyi de içerir. Güçlü şubeler ve temsilcilikler, güçlü merkez demektir, tersi de doğrudur; merkez ve şube ve temsilciliklerimiz etkileşim içindedir, birbiri ile kesişen ve ilişkisel çalışmalar yürütürler. Yerel ve merkez birbirlerini etkiler ve birbirlerinden etkilenirler. Eğitim Sen hisseden bir örgüttür. Rekabetçi akıl ve duygu ile değil, dayanışma bilinci, birbirlerinin doğru, güzel ve iyi çalışmalarını onur duygusu ile karşılama, kolektif bedenleşme anlayışı ile hareket eder.

Ancak her örgütte olduğu gibi geçmiş bedenleşmelerin katılaşarak “somut koşulların somut çözümlemesi”ne dayanan ve yeni koşulların doğuracağı yeni oluşumları yavaşlatan, hızlı, pratik ve yaratıcı eylem biçimlerini sınırlandıran bir bürokratik çalışma biçimleri zaman zaman ortaya çıkabiliyor. Her bürokratik süreç, işbölümünü, kırtasiyeciliği, komisyonlara havaleyi, “fiili meşru mücadele”yi gerileten “tüzük değişikliğini bekleyen bakışı” ortaya çıkarabiliyor. Tüzükler, uymayan üyeleri uymaya zorlayan bir kararlaşma çerçevesi sunarken, hayatın hızlı aktığı dönemlerde tarihi ileriye doğru taşıyan tüzüğü aşan, ondan taşan, pek çok çalışma da yürütülebiliyor.

Eğitim Sen’in 112 yıllık geçmişinden, “şimdi ve buraya”, sonra da geleceğe bağlanan eşitlik ve özgürlük doğrultusundaki sezgisi, yani bir düşünce ve bir eylemin, sendikal alandaki yaşam uğraşısını geliştirip geliştirmediğini, eğitim ve bilim emekçilerini güçlendirip güçlendirmediği ya da özgürleştirip özgürleştirmediğini görmeye anlamaya yarayacak ölçüde güçlüdür. Eğitim Sen’in hangi üyesi ile konuşursanız konuşun, söz ve eylemlerinde, öğrenciyi, öğretmeni ve ebeveyni, genel olarak toplumu geliştiren ve güçlendiren bir doğrultu ve yönelimi bulabiliriz.

Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası, çeşitli siyasal anlayışlar ile bağımsız üyelerden oluşan çoğul bir yapıdır. Hızlı, esnek ve üretken siyasal gruplar, daha ağır ve geleneklerine bağlı grupları hızla harekete geçiremeyebilir, sonuç olarak tüm Eğitim Sen gövdesini harekete geçiremeyebilir. Ya da özgün ve yaratıcı çalışmalar yürüten etkin gruplardan bağımsız kimi üyelerimiz yeni öznellik üretimlerini, düşlerini, hedeflerini, yapabilirliklerini sendikamız içinde yaşama geçirmede sorunlarla karşılaşabilir. Bununla birlikte sendikal mücadeleyi ileriye taşıyacak olanlar bu politik yönelimler ve çok sayıda olup sendikamıza çok değerli katkılarda bulunacak gruplardan bağımsız Eğitim Sen üyeleridir.

Ana akım sendikaların pek çoğunda bürokratik konumlar çeşitli ayrıcalıklarla donatılmıştır. Huzur hakkı sendikacıların maaşlarını birkaç katına yükseltmek amacını taşımaktadır. Eğitim Sen’in tüzüğü gereği merkez yürütme kurulu üyelerinin maaşı, Merkez yürütme kurulu üyesi olmadan önce okullarında ve üniversitelerinde aldıkları maaşa sabitlenmiştir. KHK’ler nedeniyle işlerinden atılan olan üyelerinin maaşı çalışırken kurumlarında aldıkları maaşa tüzük gereği eşitlenmiştir. Sonuç olarak çalışmakta olan, Eğitim Sen’de KHK’li olup emekli olamayan ve emekli olan üyeler çalışırken aldıkları maaş kadar ücret almaktadırlar. Diğer bir deyişle Eğitim Sen merkez yürütme kurulu üyeleri, üyesi olan eğitim ve bilim emekçilerinin maaşlarıyla aynı miktarda gelir elde etmektedirler; ayrıcalıklı bir konumları yoktur.

Önümüzdeki dönemde hem toplumun çok çeşitli kesimlerinde, hemen hemen tüm ezilenlerinde biriken öfkenin birbiriyle temas kurması ve birleşmesi için hem de haklarımızı korumak ve geliştirmek için milyonlarca insanı kucaklayacak eylemleri örgütlemenin imkânları nedir? Örneğin, 2021'in ilk 1 Mayıs bu yönde atılan bir adım olabilir. Farklı mücadele alanlarında uğraşan kitleleri bir araya getirebilir. Bu sonraki eylemler için, mücadelenin birleşik bir şekilde ilerlemesi için de kapıları arayabilir. Ne dersiniz sendikalar, emek örgütleri, geçmiş yılların Emek Platformu gibi Ankara'da milyonlarca insanı buluşturacak bir hareketi inşa edebilir mi?

Merkezi ve yerel düzeyde okullarımız ve üniversitelerimizde ekonomik, sosyal, kültürel ve hukuksal çok çeşitli sorunlarla karşılaşıyoruz. “Sorunlar hiç bitmiyor ki!” deyip eleştiriyor ve sonra da kenara çekiliyoruz. Oysa sorunlar üretkendir; bizi yeni düşüncelere, yeni eylemlere ve yeni varoluş tarzlarına sevk ederler. Yeni düşünce, eylem ve varoluş tarzlarını, bizi derinden etkileyen bir sorunu aşmak için üretiriz. Eğitim emekçilerini, eğitim bileşenlerini etkileme ve onlardan etkilenme insani varoluşumuzun çok önemli bir yönü. Etkilenişlerin edilgin olanları, bizleri sorunların muhataplarını eleştirmekle sınırlıyor, sürekli şikâyet ediyoruz, sonuç olarak kederleniyoruz. Ne var ki etkin etkilenişlerimiz, yeni düşünme, yaratma ve yaşama biçimlerini ortaya koymamızı sağlıyor, “şimdi ve burada!” diyerek. Üstelik etkin etkilenişlerimiz bizler de sevinçli duygular üretiyor.

Her etkileme ve etkilenme süreci bireyleri birbirine bağlar. Yaşamak zorunda kaldığı koşulların içinde, yaşamak istediği koşullara yer açmak, yeni bir yaşam alanı inşa etmek isteyen kişiler gerek zorunlulukların ve gerekse rastlantıların sonucunda önce karşılaşırlar. Karşılaşan bireyler birbirlerini etkiler ve birbirlerinden etkilenirler; “birleşirsek kazanırız” diyerek yan yana gelmeye karar verirler; aralarında anlamlı ve amaçlı bir yaşam arayışının yol açtığı güçlü bir bağ oluşur. Bu güçlü bağlar, ağlar, etkileşimin ve ilişkilerin yeni biçimleri özyönetimin örgütlenme sürecine karşılık gelir. Kendimizi planlarız, örgütleriz, iletişim kurarız, birbirimizin düşünce ve eylemlerinden haberdar hale geliriz, yani eşgüdümlü çalışırız ve özümüzü denetleriz. Örgütlenme ile bu süreç toplumsallaştığında kolektif bir beden olarak planlar yapar, yeni örgütleme çalışmaları içine girer, iletişim kurar, etkinliklerimizi eşgüdümlü yürütür, birbirimizi denetleriz. Bireyler önce kendilerini örgütlerler, sonra içinde yer aldığı topluluğu, sonra da geniş toplumla güçlü bağlar kurmak üzere yola çıkarlar.

Egemen sınıflar ve iktidar konumunda olanlar yaşamlarını ancak, sömürü, baskı, tahakküm ve eşitsizlikler ve devasa insan ve doğa yıkımları ile sürdürebilirler. Bunun için kullandıkları strateji ve taktikler boyun eğdirme, böl-yönet, manipülasyon ve kültürel istiladır, bu yollarla kadınların, erkeklerin, lgbti bireylerin insani güç ve yetilerini geliştirmelerinin, güçlenmelerinin ve özgürleşmelerinin önüne sayısız engeller koyarlar. Bireylerin kendilerini yeniden tanımlamak, var olan durumu değiştirmek ve geleceği inşa etmek üzere düşünme ve eylemelerinin önüne setler çeker ve duvarlar örerler. Özellikle “böl-yönet” stratejileri emekçiler ve ezilen bireylerin arasına derin hiyerarşiler, ayrımlar ve eşitsizlikler koyar, bireylerin birbirlerini Öteki olarak görmelerini sağlarlar; ne var ki emekçiler ezilenler “bölündükçe kaybederler.”

Emekçilerin ve ezilenlerin iktidar aygıtlarının manipülasyonu ile birbirlerine karşı geliştirdikleri önyargılar değişmez değildir. Her şey değişir. Bu güçlü ön yargılarla bizleri birbirimizden ayıranlar, “neysen O’sun, başka türlüsü olmaz” dedirtenler, bizlerdeki değişim ve oluş gücümüzü unutturmaya çalışırlar. İnsan, sabit bir kimlik, bir entite ve donmuş bir varlık değildir; bireyler “yedisinde neyse yetmişinde de o” değildir etrafını çevreleyen koşullar değiştikçe, kendisi yaşamını değiştirdikçe, tarihin ilerletici güçleri olarak dönüşen, gelişen, güçlenen ve özgürleşen varoluşlardır.

Sendikalar, demokratik kitle örgütleri, meslek odaları ve sivil toplum örgütleri insanlar arası karşılaşma, birbirlerini etkileme ve birbirlerinden etkilenme alanlarıdır. Bu örgütlenme alanlarına dahil olan bireyler, özneler arası ilişkiler nedeniyle tüm çoğul renkleri ile birbirleriyle etkileşir ve birbirilerini dönüştürürler. Kamusal alan içinde bu karşılaşma alanlarından birisi sendikalardır. Sendikamızın da içinde yer aldığı “Emek Platformu” çok etkili bir tekrar olabilir, içinde yaşadığımız koşulları anlayan ve yapabilirliklerimizi ortaya koyan yeni ve yaratıcı içerikler, yöntemler ve kanallarla…

I- 'Güvencesizliği derinleştiren otoriter ve baskıcı siyasal iklimdir'

II- 'Eğitim Sen olarak öncelik toplum sağlığı diyoruz'



Bültene kayıt ol