'Eğitim Sen olarak öncelik toplum sağlığı diyoruz'

06.04.2021 - 13:16

Eğitim Sen Genel Başkanı Prof. Dr. Nejla Kurul, pandemi sürecinde okullarda yaşananları ve sendikanın önceliklerini, KHK'lı eğitim emekçileriyle dayanışmayı, ek ders ücretleri için birleşik mücadelenin gerekliliğini anlatıyor.

Röportaj dizimizin 2. bölümü:

Pandemi süreci işçi sınıfını vurmaya devam ediyor. Eğitimde fırsat eşitsizliği uzaktan eğitim süreciyle daha da fazla derinleşti. Size göre MEB bu süreci nasıl yönetmeliydi?

Nejla Kurul: Toplumsal yaşamda, olağanüstü durumlarda karşı karşıya kaldığımız krizler her kişiyi ve kurumu şaşırtabilir. Ancak demokratik devletler, salgının bilgisini mümkün olduğu kadar çok alandan edinmek, krizle ilgili kurumlarla işbirliği içinde ve eşgüdümlü çalışarak bilgiyi yaymak ve kararlarda ortaklaşmak, böylece sorumluluğu da paylaşmak konusunda çaba gösterdiler. 

Türkiye’nin giderek otoriterleşen rejiminin bir parçası olarak ne Sağlık Bakanlığı ne de Millî Eğitim Bakanlığı yaygın bilgi ve değerlendirme toplama, kararları ortaklaştırma konusunda demokratik bir tavır gösterdi. Bilim Kurulu, sahip olduğu bilgiyi paylaşsa bile, siyasal otoriteyi yeterince zorlamadı, sadece sağlık alanı ile sınırlı bir çalışma yürüttü. Oysa pandemi her yerde olsa bile önceliklerimiz olmalıydı. Birinci önceliğimiz toplum sağlığı, ikincisi ise temel ekonomi (gıda, su, enerji, sağlık, iletişim vb) olmalıydı, ne var ki ekonominin her alanı açıldı. Toplum sağlığı için çocuk ve gençler ile yaşlıları önceleyen bir yaklaşım izlenebilirdi. Ancak yaşlılar ve çocuklar/gençler evlere kapatıldı, toplu taşıma araçlarına binmeleri engellendi. Her yer kapanabilirdi ancak çocukların ve yaşlıların kamusal alandaki mekânlarını açık tutan politikalar öncelenebilirdi, ne yazık ki süreç savunmasız kalan bu iki grubun aleyhine gelişti. Bu süreçte yaşa dayalı bir ayrımcılık yaşandı.

Henüz hakkında çok fazla bilgiye sahip olmadığımız salgın hakkında ilk aylarda çeşitli hükümetlerin verdiği ilk tepki okulları kapatmak olmuştu. İlerleyen aylarla ise hükümetlerin verdiği tepkilerde farklılaşmalar oldu. Çocukları korumak açısından verilen bu kararlar toplumların sosyal ve ekonomik gelişkinliği ve demokratikleşme düzeyi ile ilişkili olarak gelişti. Çeşitli ülkelerde okulların açılması konusunda demokratik tepkiler ortaya konulurken açık ve şeffaf biçimde vakalara dair verileri paylaşmayan ülkelerde ortaya çıkan “iktidara güvensizlik” yurttaşları, özelllikle emeğin orta katmanlarını “evlerine kapanarak başının çaresine bakma” olarak özetlenebilecek tepkiler vermelerine yol açtı. Türkiye ikinci ülkeler grubuna girdi.

Yine kimi ülkeler bir yıldır hayatımızda olan COVID-19 salgınında çocukları ve gençleri yaklaşık birkaç ay dışında bir yıl eve mahkûm etmek ve okul dışına itmekle sonuçlanabilecek kararlar aldılar. Türkiye bu ülkelerden birisi idi. Bu kapatılmayla birlikte çocuklar ve gençlerde ortaya çıkardığı bilişsel, psiko-motor ve duyuşsal sorunları görmezden gelen bu yaklaşım, okulları gerekli önlemleri alarak açmak konusundaki uğraşının motivasyonunu düşürdü. Hastalanmaktan duyulan kaygı, toplumu okulları açmak konusunda siyasal iktidarı zorlamaktan caydırdı. 

Kaygılar ve güvensizlikler arttıkça eğitim kamuoyunda kapanma arzu edilir bir olgu oldu. Düşünürün ifade ettiği, “korku iktidarın en eski yönetim araçlarından biridir” diyen sözü yaşamda karşılığını buldu. Bir yıl geçti önlemler yeterince alınmadı, kamuoyu alınan az sayıda önlemler konusunda da bilgilendirilmedi. Salgında okulları açık tutma çabasının, yeni okul binalarının inşası, yeni dersliklerin hazırlanması ve yeni öğretmen istihdamı gibi eğitim politikaları gerektireceği ve bunun merkezi yönetim bütçesinde eğitim bakanlıklarına ayrılan ödeneğin artırılması anlamına geleceği de açıktı. Ancak 2021 Merkezi Yönetim Bütçesinde MEB’e ayrılan pay oransal olarak artmadı, hatta tersine düştü. Millî Eğitim Bakanlığı 2021 bütçesi pandemiyi es geçti; Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk eğitime “biraz kaynak ayrılmasıyla sorunların çözülebileceğini” ima eden açıklamalarda bulundu, ancak eğitim iktidarın öncelikleri arasına girmedi.

COVID-19 ile mücadelenin, öğretmenler ve velilerin katılımı ve emek ve demokrasi mücadelesi yürüten toplumsal güçlerle birlikte demokratik karar mekanizmaları içinde yürütülmesi mümkün olmadı. Siyasal iktidar, kapanma günlerinde belediyelerin, sivil toplum kuruluşlarının, siyasal partilerin, sendikaların ayni ve nakdi dayanışmasını bile engelleyerek bu akışları tek merkeze bağladı. 

İzleyen dönemde farklı ülkelerde okullara ilişkin uygulamalarda farklılaşmalar görünmeye başladı. Salgın nedeniyle okullarda kapanmanın çocuklara etkisine ilişkin az sayıda da olsa araştırmaların sonuçlarına bakarak ve çeşitli önlemler alarak okulları açmak (başta Avrupa, kısmen de olsa Asya ve Amerika’da önce sıkı sonra giderek gevşetilen önlemlerle) biçiminde yeni eğitim politikaları yaşama geçirilmeye başlandı.

Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası olarak öncelik toplum sağlığı diyoruz. Salgının ilk iki aylık kapanmanın ardından mayıs ayında okul öncesi eğitim kurumlarını, ana sınıflarını, kapatılan köy okullarını açarak taşımalı köy okullarını (ve kapatılan tüm köy okullarını) açık tutacak eğitim politikaları izlerdik. Bunu sağlık emekçilerinin, hastalanan bireyler üzerinde yaptığı çalışmalardan yola çıkarak, ilk aylar için 12 yaş altındaki çocukların daha düşük oranda az hastalandığı ve daha az bulaştırıcı olduğu bilgisinden hareketle yapardık. Kuşkusuz mutant virüslerin çocukları da ciddi biçimde etkilediği konusunda ilk bilgiler de paylaşılmaya başlandı. 

Ekim ayına dek ortaokulları ve liseleri açmaz, bu okulların binalarını ilkokul çocuklarının 15-20 kişilik sınıflarda eğitim görmeleri için hazırlardık. Bu arada 12 yaşın üzerindeki çocukların COVID-19’dan yetişkinler gibi etkilendiğini bilerek bir yandan onlar için evde uzaktan eğitim bilişim alt yapısını oluşturacak çalışmalar yaparak dijital eşitliği sağlar, diğer yandan Ekim ayında yüz yüze eğitime geçilebileceğini düşünerek havalandırması iyi okullar inşa eder, derslikleri çoğaltırdık. Her yeni derslik yeni öğretmen istihdamı anlamına geleceği için Sayıştay’ın belirlediği en az 130 bin civarında yeni öğretmen istihdamı yapardık. Sayıları 600 bine yaklaşmış ataması yapılmayan öğretmenler için bu sevinçli bir haber olurdu. Bu istihdam toplum sağlığı için olduğu kadar sosyal ve ekonomik bir sorun olan işsizlikle ilgili bir önlem almamızı da sağlamış olurdu. Bütün bunları yapabilmek 2021 Merkezi Yönetim Bütçesinden Millî Eğitim Bakanlığına daha çok ödenek ayrılması anlamına gelirdi. 

Millî Eğitim Bakanlığı bilimsel verileri dikkate alarak böyle bir eğitim planlaması ile öncelikleri belirlemedi. Tüm öğretim tür ve düzeylerinde harmanlanmış bir model ile devam etmeye karar verdi. İl, ilçe ve köylerde salgının seyrine göre “yerinde karar” alınması önemli idi, ancak bunu uygulamada geç kalındı, ayrıca vaka ve kayıplar yine şeffaf biçimde paylaşılmadı. Yani veri paylaşımda yine sorunlar devam ediyor. Bilgi, daha erken açılmalı ve şeffaf biçimde kullanıma dahil edilmeliydi. Eğitim Sen yaklaşık beş haftadır, okullardaki pozitif ve temaslı öğretmen ve öğrenci sayılarını derliyor ve paylaşıyor. Sağlık Bakanlığına aşılanmanın başlaması ve hızlanması konusunda yazılar yazıyor, acil aşı temalı eylemler yapıyor. Ayrıca okullarla birlikte yine toplu ve kontrolsüz bir açılma oldu, 2 Mart itibariyle… Şimdi vaka sayıları artıyor, tabi endişeler de …

Eğitim Sen, hukuksuzca işlerinden atılan KHK’lı üyeleriyle maddi ve manevi dayanışmaya devam ediyor. Toplumda KHK’lılara iş, ekmek vermeyin, ağaç kavuğu yesinler gibi bir algı diri tutulmaya devam ediliyorken Eğitim Sen bu dayanışmayı nasıl başardı?

Eğitim Sen, başarısız 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin ardından,  20 Temmuz 2016 sivil darbesi sonrasında, darbe ile tamamen ilgisiz olmalarına karşın barış bildirgesi imzacıları ile etkin sendikal mücadele yürüten üyelerimizi, yöneticilerimizi hukuksuz ve haksız biçimde işlerinden attılar. Dönemin siyasal iklimi, işlerinden ihraç edilen üyelerin işlerine dönüşünü sağlamaktan uzaktı. KESK ve Eğitim Sen’de yüz yılı aşan bir dayanışma kültürü var; dayanışma bu kültürün ürünü. Üyelerimiz ve çevremizdeki dostlarımız, uluslararası sendikaların da katkılarıyla yaklaşık beş yıldır dayanışmayı sürdürüyor. KESK ve Eğitim Sen, işten atılan üyelerine çok ciddi hukuk desteği verdi. İhraç edilen üyelerimizin KESK ile ve sendikaları ile bağları hep sürdü. Bununla birlikte, haksız ve hukuksuz ihraçlar, kamu istihdamında güvenceyi çok sarstı. Güvencesizlik tehdidi hemen hemen herkes için geçerli hale geldi. KHK’ler, KOD-29, güvenlik soruşturmaları, suçun şahsiliği ilkesini yerle bir eden aile cezalandırmaları farklı biçimler alarak devam ediyor. Eğitim Sen ihraç edilen üyeleri ile mali dayanışmayı da sürdürüyor. 

Pandemiyle başlayan uzaktan eğitim sürecinde ek ders ücretleri konusunda üç büyük sendikada ilk başlarda farklı farklı davrandı. Böyle ortak sorunlarda tabanı birlikte davranmaya yönelten ortak mücadeleler örgütlenebilir mi?

Ana akım sendikalar ekonomik ve sosyal haklar konusunda genel olarak siyasal iktidarın arkasına diziliyorlar. Güçlü ve yaygın bir karşı çıkış sergilemiyorlar. Kamu emekçilerinin grev hakkını talep eden toplu sözleşme mücadelelerinde kamu emekçilerinin hakları ile “devlet bekası” hemen karşı karşıya getiriliveriyor. Ancak ek ders ücretleri gibi görece daha zayıf ekonomik ve sosyal haklar konusunda, pandemi gibi özgül koşullarda farklı tavır alışlar söz konusu olabilir. Hatta üç sendika da öğretmenlerin ek ders ücretlerinin ödenmesi talebinde bulunabilir. 

Burjuva demokrasilerinde dost-düşman siyaseti sendikaları da etkilemiştir. Karşıtlıklar üzerine kurulu bu anlayış için birbirinden çok farklı düşünen siyasetçiler bir açık oturumda yan yana gelemedikleri gibi, farklı görüşlerdeki sendikalar da kamu emekçilerinin ekonomik, sosyal ve kültürel hakları konusunda tartışmak, ortaklaşma üzere bir araya gelemiyorlar. Karşılaşmalardaki azlık, etkileşimi, eylem birliklerini engelliyor; bu kutuplaşma büyük ölçüde iktidarların çıkarlarına hizmet ediyor. İktidar, sendikaları toplu sözleşmeden toplu sözleşmeye topluyor, kendi hakemliğinde yan yana getiriyor, sermaye ve siyasal iktidarların isteklerini yerine getiriyor.

Yarın: Eğitim Sen ücretli öğretmenlik uygulamasına nasıl bakıyor? Türkiye'de sendikal bürokrasi var mı? Önümüzdeki mücadele dönemine dair perspektifler...

I- 'Güvencesizliği derinleştiren otoriter ve baskıcı siyasal iklimdir'



Bültene kayıt ol