Marksist.org'un ulaştığı güvenlik işçisi, işkolunda yaşanan ağır sorunları, özel güvenlik emekçilerinin taleplerini ve sendikaların tutumunu anlatıyor.
Bize kendini tanıtır mısın?
Yaklaşık 15 yıla yakın güvenlik işkolunda çalışıyorum. Farklı işyerlerinde, farklı şehirlerde birçok güvenlik ve koruma işi yaptım. Son yedi yıldır Malatya’da Suriyeli göçmenlerin bulunduğu kampta çalşıyorum daha önceleri ise turizm bölgelerinde mevsimlik olarak güvenlik ve koruma işi yapıyordum.
Güvenlik iş kolunun kendi içerisinde ne gibi sorunları var?
Bence güvenlik görevlilerinin en temel sorunlarından birincisi "can güvenliği." Çünkü bu işte insanlar seni her şeye rağmen güvenliği sağlayacak olan olarak görüyor. Aslında en ufak önemsiz gibi görülen bir olayda bile hayati tehlikemiz var. Mülteci kamplarında can güvenliği problemleri de var çünkü kamplara tıkılan insanlar psikolojik olarak çok büyük baskı altında hissediyor kendini ve karşılıklı olarak sorunlar yaşanmıyor değil. Diğer bir sorun ise bu işkolunun vasıfsız, "gereksiz" bir iş olarak algılanması, işveren tarafından da böyle algılanıyor örneğin mülteci kamplarında işe gidiş gelişlerde özel kıyafetlerin olmaması kamp içi ve kamp dışında birçok soruna sebep olabiliyor. Sorunları sıralamaya devam edersek ücretler konusu konuşulması gereken asıl konulardan, harcanan emeğe göre alınan ücretler komik rakamlar. Büyük bir emek sömürüsü var ortada. Yine işyerinde yönetim ile çalışanlar arasında büyük kopukluklar ve üstencilik var. İşveren asıl çalışanlar biz olmamıza rağmen kendi kafasına göre kararlar alabiliyor, kimsenin haberi olmadan toplantılar düzenleme, kimseye sormadan kararlar almak adeta geleneksel bir işleyiş haline gelmiş. Taşeron olarak işe başlamıştık şu an kadroluyuz ancak bu kadrolu oluşumuz bize karşı bir koz olarak da kullanılıyor. Örneğin işveren tarafından kadrona çok güvenme kendini kapı önünde bulursun tehditleri hiç de az değil. İşinden ekmeğinden alıkonulmak istemeyen bizler maalesef çoğu haksızlığa karşı pasif konuma sürükleniyoruz. Vardiya sistemine göre çalışıyoruz dinlenme günlerinde, dinlenmesi gereken bizler çoğu zaman ek işler yapıyoruz çünkü geçinmek için buna mecburuz.
Son aylarda servis ücretlerini cebimizden karşılıyoruz, aslında bunun devlet tarafından karşılanması gerekiyor. Keza yemek de öyle. Bize 'sorun çözüldü 70 lira servis ve yemek desteği ödenecek' dendi. Ancak biz ayda 110 lira zaten servise ücrete veriyoruz. Yine bizim sorumluluğumuzda olmayan ödemeler kendi cebimizden çıkıyor. Nerede bu işin mantığı?
Çalıştığınız işyerinde sendikanın çalışanlara karşı tavrı nasıl? Sendikalı bir işçi ile sendikalı olmayan bir işçinin özlük hakları açısından ne gibi farklılıkları var?
Burada iki etkin sendika var. Birincisi Hak-iş, diğeri ise Türk İş’e bağlı olan Güvenlik-İş. Sendikaların kuruluş ve işleyiş bakımından emekçinin yanında olması gerekir. Sendikalar bunun için vardır. Ancak burada sendikalar, emekçinin yanında olması gerekirken bir siyasi parti mantığıyla çalışıyor. İşverene verdikleri destek, işçiye verilenden daha fazla. Sendikaların bizim için yaptığı hiçbir şey yok. Düşünün sendikanın yaptığı tek iş, üyelerine kupa bardak ve kalem vermek, bu kadar. Özlük hakları için mücadele, servis ve yemek ücretlerinin karşılanması, çalışma saatlerinin düşürülmesi, maaşların artırılması sendikanın mücadele etmesi gereken konularken sendikalar 'nasıl olsa güç bizde biz ne dersek o oluyor' mantığıyla hareket ediyor. Çalışanların sorunları sendikaların gündeminde asla olmadı, bu işleyişle asla da olamaz.
Suriyeli göçmenlerin kaldığı kampta çalıştığını söyledin. Oradaki son durum nedir? Göçmenleri ve çalışanları salgına karşı korumak için gerekli önlemler alınıyor mu?
Şu an burada mülteciler bulunmuyor, kamplar boşaltıldı. Salgın öncesi kamplardan alınan mülteciler, Yunanistan sınırına götürülmüştü. Sınırların açılmaması nedeniyle de şu an o insanlar Edirne ve Ankara kamplarındalar. Kampta, koronavirüs salgınından sonra denetlemelerin olacağı söylendi, bizlere koruyucu ekipmanlar ve hijyen malzemeleri verildi. Yukarıda da bahsettiğim gibi gerek çalışan personelin maddi manevi sıkıntıları, gerek göçmenlerin kamplarda geçen zamanları, kısıtlanmışlıklar iki tarafında çalışanların ve göçmenlerin psikolojilerini çok ama çok kötü etkiliyor. Bu da istenmeyen olayların tartışmaların ve gerilimlerin yaşanmasına neden oluyor. Ayrıca personel arkadaşlarımızın çoğunda "ırkçı –ötekileştirici" dil hâkim, "nerden geldi bunlar" gibi kalıplaşmış ırkçı ifadeler oldukça fazla. Bu da göçmenlerin hem fiziki hem manevi olarak, tıpkı kamp dışında olduğu gibi, sert davranışlara maruz kalmalarına neden oluyor. Bu ırkçı nefret söylemlerine karşı maalesef birkaç kişi dışında güçlü değiliz.
Son günlerde bilindiği üzere "evde kal" propagandası yapılıyor. Sence bu kapitalist sistemde yaşamak için emeklerini satmak zorunda olan emekçiler için evde kalmak mümkün mü?
"Evde kal", "Evde hayat var" gibi kamu spotları her yerde bildiğiniz gibi. Ancak mevcut koşullar tamamen göz ardı edilerek oluşturulmuş bir söylem bu. Villalarda, kocaman evlerde yaşayanlar için, tuzu kuru olanlar için "evde kal" demek kolay. Ben de evde kalmak isterim, çünkü her gün işe gidip geliyorum ve evde çocuğum risk altında. Ancak 6 kişiyle 70 m2 evde yaşamak zorundayım. Bu evin kirasını, elektrik, doğalgaz, su faturalarını, mutfak masraflarını ben evde kalırsam işe gitmezsem kim ödeyecek? İşverenlere, fabrika sahiplerine destekler açıklanıyor, çalışanlara yönelik bir şey yok. Fabrikalar şu an ücretsiz izin alsın diye çalışanına yazılar imzalatıyor. Bir arkadaşım tekstil fabrikasında çalışıyordu. Koronavirüsten dolayı fabrika kapanış verdi. Çalışanlar 3 ay ücretsiz izne çıkartıldı işveren tarafından. Bu insanlar ne yiyip ne içecekler, hepsi işsiz kaldı bir gecede. Yukarıda hayatlar tozpembe gösteriliyor olabilir, ancak aşağıda olanlar için hayat hiç de öyle değil. Gün geçtikçe artan işsizlik, yoksulluk ve sefalet artık had safhaya ulaşmış durumda. Çalışanlar şu koşullarda biraya gelmedikçe, işverenlere karşı birleşik olarak mücadele edilmediği sürece, durum daha da kötüye gidecektir. Sorunlarımızı, dertlerimizi dile getirme fırsatı veren siz Marksist.org’a da ayrıca çok teşekkür ederim. Sağ olun.
Röportaj: Şafak Ayhan