Korona salgını başladığı andan itibaren tedavisi bulunacak mı, aşısı ne zaman çıkacak soruları tüm dünyada tartışılır oldu. Sağlık hizmeti, bir hastalık varsa tedavi etmek gerek yaklaşımına indirgendiği için, bu sorular etrafında düşünmek de yeni normalimiz oldu.
1980’lere kadar birçok ülkede sağlık hizmeti sunucuları devlet kurumlarıydı. Ancak kapitalizmin 70’lerdeki krizi ile birlikte, sermayenin yatırım yapacağı yeni alanlar aramasının bir sonucu da sağlığın özelleştirilmesi oldu. Sağlık hizmeti giderek devlet kurumlarından alınarak özel işletmeler tarafından verilen bir hizmet halini almaya başladı. Daha güvenli, etkili ve ekonomik olan koruyucu sağlık hizmetlerinin yerini, daha pahalı ve kârlı ama riskli, yan etkileri olan tedavi edici hizmetler aldı.
Hastalık oluşmadan kaynağında yok etmek ekonomik bir yöntem olduğu için özel şirketlerin kâr için yatırım yaptığı yeni sağlık sisteminde geri plana itilmesi de yatırımcılar için normaldi.
Herkesin kabul edeceği üzere silah sanayi çok büyük paraların döndüğü bir sektördür. 2018 yılında silahlanmaya 1,8 trilyon dolar harcanmıştır.* Oysa hemen hiç kimsenin farkında olmadığı sağlık harcamalarının silahlanmaya harcanan miktarı kat kat geçtiğidir. 2016 yılında Dünya Sağlık Örgütünün hesaplarına göre sağlık harcamaları 7,3 trilyon doları bulmaktaydı. Sağlıkta dönüşüm programları bu muazzam harcamaları mümkün hale getirmiş olmakla beraber, insanların hayatlarında aynı ölçüde değişim yaratmadığı gibi, birçok insanın sağlık hizmetine erişimini de kısıtladı. Basit hastalıkların teşhisi için dahi son derece maliyetli tetkiklerin yapıldığı, düşük maliyetli tedavilerin yerini son derece pahalı ancak etkinliği o kadar da yüksek olmayan tedavilerin aldığı, koruyucu sağlık hizmetleri ile çok düşük maliyetlerle önlenebilecek birçok hastalığın yüksek maliyetlerle tedavi edilir hale geldiği bir döneme girdik.
Neoliberal politikalar dünyanın sağlığını bozdu.
Paran kadar sağlık anlayışının hızla geliştiği bu dönem aynı zamanda sanayileşmenin, madenciliğin, şehirciliğin de önünün kontrolsüz bir şekilde açıldığı bir dönem oldu. Bu dönemde kapitalizmin her döneminde olduğu gibi sermayenin merkezileşmesi devam etti. Bir yanda muazzam bir zenginlik yükselirken, diğer yanda muazzam bir yoksulluk yaşanıyordu. Dünyanın en zengin 26 kişisinin serveti 3,8 milyar insanın mal varlığına eşit hale geldi.
Bir yanda zenginlik artarken diğer yanda sıtma, kızamık, ishal gibi tedavi edilebilir hastalıklardan her yıl milyonlarca insan hayatını kaybediyor. Bir yanda şirketler suyun özelleştirilmesinden çok ciddi paralar kazanırken, 2 milyar insanın düzenli temiz suya erişimi yok ve birçok insan yoksulluk ve temiz su kaynaklarına erişememe sebebiyle bulaşıcı hastalılara yakalanıyor ve ölüyor. Kontrolsüz sanayileşme, kentleşme ve fosil yakıtların kullanılmasıyla ortaya çıkan hava kirliliği her yıl 7 milyon insanın erken ölümüne sebep oluyor.
Bir yandan ormanlık araziler tarım arazisi haline getirilirken, diğer yandan şehirler büyüyerek daha fazla doğal alanı yuttu. Beraberinde yaban hayvanları ile temas arttı. 1940’dan sonra ortaya çıkan salgın hastalıkların yüzde 60’ı hayvanlardan insanlara geçen hastalıklarken, bunların da yüzde 71’i yaban hayvanlardan kaynaklanmaktaydı. Bugün yaşadığımız corona salgınının da türlü komplo teorilerinin iddialarının aksine benzer bir sürecin sonunda evrimleşerek insana bulaştığını Dünya Sağlık Örgütü açıkladı.
Ve bu salgın, gelişmiş kapitalist ülkelerde dahi ne kadar kırılgan bir sağlık hizmetinin olduğunu tüm dünyaya gösterdi. Her şeyin tek tipleştirilerek planlandığı bu yeni dünyada sahip olduğumuz yoğun bakım yatakları, suni solunum cihazları yetmedi. Sağlık çalışanları kurtarabilecekleri hastalardan hangilerinin ölmeleri gerektiğine karar vermek zorunda kaldılar. Ve çok zorlanmasınlar diye kimlerin ölmesi gerektiği hakkında genelgeler yayınlandı.
Evde kalmak yeterli değil
Gelinen noktada dehşet herkesi etkisi altına aldı. İnsanlar, kârlarından fedakarlık etmek istemeyen kapitalistler hariç, hemen hiç kimseyi rahatsız etmeden alınabilecek basit tedbirlerle normal hayatlarını sürdürebileceklerken, şimdi korkunç kısıtlamalara maruz kaldılar. Çaresizlik içinde hayatlarını koruyabilmek için bu kısıtlamalara boyun eğiyorlar. Çin’de yüz tanıma sistemleriyle, Kore’de çiplerle her adımları takip edilen yüzmilyonlarca insan gibi Türkiye’de de önce 65 yaş üstü, sonra 20 yaş altı en çok sosyalleşmeye ihtiyacı olan, en çok güneş görmeye muhtaç olan insanlar evlerine hapsedildiler. Evet, bugün kaçınılmazı yaşıyoruz. Ancak bu kaçınılmaz olan şeyden kaçınmak zamanında mümkündü.
Üstelik salgın daha Çin’de yeni başlamışken, Çin hükümeti ticaretini vurmaması için gerekli tedbirleri almaktan kaçındı. Salgın kontrolden çıkıncaya kadar saklamaya çalıştı. Salgını haber yapan muhabirler kayboldular. Salgın Çin’de yayılırken, Çin’in küresel rakipleri Çin ekonomisinin büyük bir yara almasını sevinçle karşıladılar. Hatta salgın Uzak Asya ülkelerine sıçradığında bile endişe çok yaygın değildi. Nasılsa onlar feda edilebilecek insanlardı. Nasılsa o ülkeler, rakiplerdi. Ne zaman Avrupa’da ilk vakalar ortaya çıkmaya başladı, Dünya Sağlık Örgütü Pandemi ilan etti. Uluslararası önlemler alınmaya çalışıldı. Ancak artık salgın kontrolden çıkmıştı.
Her ülke kendi ekonomisini(bunu kendi kapitalistini diye okumak lazım) korumaya çalıştıkça salgın daha fazla yayılmaya devam etti.
Zorunlu işler hariç tüm iş yerleri kapatılmalıyken, zorunlu işlerde de korunmayı sağlayacak tedbirler alınmalıyken, ihracatın öneminden bahsederek, KDV’yi azaltarak ticareti canlandırma girişimleriyle esas olarak katliama davetiye çıkaran sözde tedbirler aldılar. "Yaşamaktan daha önemli şeyler var; o da bu ülkeyi çocuklarım ve torunlarım için kurtarmak. Ben ölmek istemem, kimse ölmek istemez ancak bazı riskleri almak zorundayız" diyen Texas valisinin açıklamasında cisimleşen bu anlayış, yoksulsanız hayatınızı ortaya koyun, yeter ki kapitalistler zenginliklerini koruyabilsinler anlayışı.
Ve bu anlayış, salgın kendi ülkesine doğru yaklaşırken, salgınla mücadeleye yönelik hiçbir tedbir almadı. Ne personeline ne de halka yeterli eğitimi vermedi. Salgında ön saflarda yer alacak olan sağlık personelinden, ulaşım, dağıtım, satış birimlerinde çalışanlara kadar hemen hiç kimseye koruyucu teçhizat sağlanmadan ilk temasın gerçekleşmesine göz yumularak çok sayıda insanın hastalığa yakalanmasına ve önemli bir kısmının ölmesine sebep olundu.
Tedbirler kâr için
Şimdi de alınan ve alınmayan tedbirlerle hâlâ bulaşma devam ediyor. İnsanlar evlerinde sosyal ölüme terk edildiler. Çalışmak zorunda olan çok sayıda insan, işsiz ve parasız olarak evlerindeler. Evde kalma neticesinde aile içi şiddetin boyutunu bilemesek de arttığına eminiz. Eve kapanan çok sayıda insanın psikolojik desteğe ihtiyacı olduğunu biliyoruz. Tüm hastaneleri pandemi hastanesine çevirerek temiz hastane kalmaması neticesinde, sayısız kronik ve yeni hastanın mağdur olduğunu tahmin etmemize gerek yok. Üstelik düşen hasta sayıları sebebiyle birçok özel hastanenin çoğu kliniğini geçici olarak kapattığını, birçok iş yeri gibi çalışan sağlık personelini ücretsiz izine çıkarttığını da görüyoruz. Daha birçok sorunun yaşandığına hepimiz tanıklık ediyoruz.
Bu basiretsizlik gibi görünen politikalar açık ki sadece Türkiye’ye has değil. Dünyanın en gelişmiş ülkelerinden, en diptekilere kadar, en demokratik olanlarından en despotik yönetimlere sahip olanlara kadar hemen hepsinde üç aşağı beş yukarı benzer adımlar atıldı. Süreçten sermayedarlar en az zararla çıkmaya çalışırlarken, krizin faturası da emekçilere kesiliyor.
Atılması gereken çok net adımlar var. Mevcut salgınla mücadele edebilmek için derhal zorunlu işler hariç tüm işler durdurulmalı. Zorunlu işlerde daha çok işçi daha az süre ile çalıştırılarak fiziksel mesafenin korunması sağlanmalı. Gerekli koruyucu malzemeler eksiksiz olarak sağlanmalı. Evde kalması gereken kişilerin her türlü faturası devlet tarafından ödenmeli, ihtiyaçları karşılanmalı, psikolojik destek verilmeli, şiddetten korunmalı. Özellikle bakıma muhtaç kişilerin, yoksulların, yaşlıların, göçmenlerin sağlıklı beslenebilmesinin imkânları yaratılmalı. Sağlıkta kârlılığı hedefleyen değil, insanı hedefleyen politikalar derhal hayata geçirilmeli. Sağlık hizmeti kamulaştırılmalı. Koruyucu sağlık hizmetleri ön plana çıkarılmalı. Tedavi hizmetleri herkese eşit ve ulaşılabilir olarak verilmeli. Kentleşme, sanayileşme gibi adımlar doğayla uyumlu halde atılmalı.
Bekir Ersin
* Stockholm Barış Araştırmaları Enstitüsünün (SIPRI) "Dünyada Askeri Harcamadaki Eğilimler 2018" raporuna göre.