Geleceğimizi virüs değil emekçilerin mücadelesi belirleyecek

26.08.2020 - 10:34

Covid-19 salgını nedeniyle tüm dünya gibi biz de olağanüstü bir dönemden geçiyoruz. Sınırlandırılmış gündelik yaşamlar, sokağa çıkma yasakları, okulların kapanması ve uzaktan eğitim süreci, maske takma zorunluluğu gibi hiç alışık olmadığımız bambaşka bir hayat düzeni ile yaşamaya devam etmek zorundayız.

Bu sürecin ne kadar devam edeceği ise, belirsizliğini koruyor. Aşıya dönük beklentiler en erken bir yılı işaret ediyor. Aşı bulunsa dahi hastalığın tıpkı grip gibi her sene yaşadığımız bir hastalık halini alması da yine öngörülen ihtimallerden.

Bir diğer öngörü ise, dünyada işlerin virüs öncesi ve virüs sonrası gibi bir döneme ayrılması. Yani aşı veya etkili ilaçlar ve tedavi yöntemleri bulunup her şey “normal”e dönse dahi artık hiçbir şeyin eskisi gibi “normal” olmayabileceği.

Bütün bunların yanında şimdi toplumun tamamını ilgilendiren konu ise, eğitim-öğretimin bundan sonrası için ne ve nasıl olacağı, okulların açılıp açılmayacağı. Bu konu üzerinde ufak bir kafa patlatma mesaisi yapıldığında akla gelen sorulara cevap bulmaksa o kadar da kolay bir iş değil.

E-5 in ne yanına düşer yolumuz?

Dünya genelinde virüs bulaşan milyonlarca insan içerisinde devlet başkanlarından, sanatçılara, futbolculardan, siyasetçilere kadar birçok ünlü isim de yer aldı. Bu durum üzerine virüsün zengin yoksul ayrımı yapmadığı gibi bir söylem de dillendirilmeye başlandı. Peki, durum gerçekten öyle mi?   

Sağlık Bakanlığının kullanıma sunduğu HES (Hayat Eve Sığar) uygulamasının gösterdiği bir bölgenin haritası, tek başına yeterli bir cevap oluyor aslında bu soruya. Uygulamanın bulunduğunuz bölgenin virüs yoğunluğunu gösteren bölümünde, E-5 karayolunun ayırdığı bir bölgenin virüs tablosu gerçekten çok çarpıcı. Yolun bir tarafı sık binalardan oluşan, binalar arasında neredeyse hiç yeşil alan bulunmayan, binaların içindeyse doğru düzgün bir yaşama ulaşamayan asgari ücretli çalışanlar, diğer tarafında geniş yeşil alanların içerisine dikilmiş yüksek katlı seyrek binalar, binaların içinde asgari ücretten fazla kira ödeyen yüksek gelirli yüksek insanlar… Virüs belki ayrım yapmıyor ama E-5’ in bir şeyleri ayırdığı çok açık.

Bazılarına çok uzaktan eğitim

Ülkemizde korona virüs vakalarının görülmesiyle birlikte, 16 Mart itibarı ile yüz yüze eğitime ara verilerek uzaktan eğitim sürecine geçilmişti. Geçildi geçilmesine lakin uzaktan eğitimde bazı öğrenciler ekrana bakarken, bazı öğrenciler de uzaktan eğitime bakakaldı maalesef. Hayatımızı, hayatları ayıran o yol burada da yine gösterdi kendini.

Uzaktan eğitim her bakımdan çok ciddi maliyeti olan bir süreç. Her şeyden önce ülke çapında 18 milyon öğrenciye ulaşabilecek bir altyapı olması gerekiyor. Bütün sistemin dört dörtlük kurulduğu varsayıldığında bu kez uzaktan eğitime erişmesi gereken öğrencilerin bu sürece nasıl dahil edilecekleri kocaman bir soru işareti olarak duruyor karşımızda. Çünkü uzaktan eğitim için en basitinden internet bağlantınız ve bilgisayar, tablet vs. cihazınız olması gerekiyor. Buraya kadar her şey güzel. Teoride güzel kurup güzel oynuyoruz. Peki gerçekler?

Bir anneye soruyor öğretmeni, “Neden çocuğunuz uzaktan eğitime katılmıyor?” diye. “Hocam iki çocuğum var, ikisinin de uzaktan eğitime girmesi gerekiyor ama internet paketim ikisine yetmiyor, anca biri giriyor, diğeri giremiyor” diye yanıtlıyor anne. Bu çocuklar kısmen şanslı olanlardan. Uzaktan eğitimin TV versiyonu da var. Tabi TV’de izleyebilecek televizyonu olanlar için. Belki kulağa çok gerçekçi gelmeyebilir ama, henüz evinde televizyonu olamayan çocuklardan bazılarıdır, bu sürece dahil etmeye çalıştığımız öğrenciler.

Okullar açılmalı mı?

Son günlerde en çok sorulan, ama kimsenin net bir cevap veremediği bir soru bu. Şurası kesin, uzaktan eğitim, yüz yüze eğitimin alternatifi değildir. Zorunlu hallerde başvurulabilecek, fakat yukarıda da bahsettiğimiz gibi ciddi maliyetleri, bunun yanında çok ciddi sosyolojik ve psikolojik sonuçları olan, hem öğretmen hem öğrenci açısından son derece sınırlandırıcı ve bir noktadan sonra sıkıcı ve verimsiz bir süreç. Bu nedenle “okullar açılmalı mı?” sorusu “hangi koşullarda okullar açılmalı?” olarak güncellenmeli.

Kapalı alanlarda bilimsel olarak belirlenmiş mesafeler sağlanır, okullarda yapılacak fiziki düzenlemeler için gereken bütçe hazırlanır, popülizmden uzak gerçekçi ve bilimsel planlamalar yapılır, ekonomi ve insan sağlığı terazisinde kefe insan sağlığından yana ağır basar, bütün bunlardan sonra da toplum bu salgın karşısında bilinçli ve duyarlı hareket ederse ancak o zaman okulların açılması “tartışılabilir”. Aksi halde, ortalama kırk elli kişilik sınıflar, çoğunluğu açlık sınırının altında bir gelirle yaşamaya çalışan yoksul çoğunluk, artık eğlence konusu haline gelmiş sözüm ona resmi açıklamalar karşısında yapılan bu tartışma, abesle iştigal bir formaliteye dönüşmeye mahkumdur.

Virüsten sonra?

Virüsten sonra hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı düşüncesi bir komplo teorisi mi yoksa adım adım hayatımıza nüfuz edecek bir süreç mi olacak? Gerçekten hiçbir şey eskisi gibi olmayacak mı? Mesela hayatımızı, bir yanı kıpkırmızı, açlık, sefalet, emek sömürüsü diğer yanı yemyeşil, gelir adaletsizliği ve çoğunluğun emeği üzerine kurulu bir sefahat alemi olarak ayıran yollar var olmaya devam edecek mi? Yokluk ve yoksulluk içinde yaşam mücadelesi veren çoğunluğa karşılık, bu çoğunluğun toplamından daha fazla sermayeye sahip olan mutlu azınlık var olmaya devam edecek mi?  Yolun öbür tarafında bir aylık kira bedelini karşılamayacak asgari ücretliler, beri tarafta milyonlarca lira vergisi silinenlerle birlikte aynı gemide olmaya devam edecek miyiz? 

Bunlar ve daha sorulması gereken onlarca sorunun cevabını virüs değil emekçilerin ortaya koyacağı mücadele belirleyecek.

Ferhat Bakırcıoğlu



Bültene kayıt ol