Kamuoyunda Galataport adıyla binilen Salıpazarı Kruvaziyer limanı projesi için tarihi yapıların yıkımı sürüyor. Son olarak İstanbul Modern Sanat Müzesi'nin bulunduğu 4 numaralı antrepo da yok edildi.
Karaköy Rıhtımı’ndan Mimar Sinan Üniversitesi Fındıklı Kampüsü’ne kadar uzanan 1.2 kilometrelik sahil şeridinde çalışmalar 2016 yılı sonunda başlamıştı. Önce limanın Karaköy bölgesinde bulunan tek ve iki katlı yolcu kabul ve pasaport işlemlerinin yapıldığı eski binalar ve antrepoların yıkım işi tamamlanmıştı. Daha önce yenileme ve güçlendirme yapılması planlanan Tarihi Karaköy Ana Yolcu Salonu da yıkılan binalar arasına katılmıştı.
2002 yılında Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu tarafından ‘korunması gereken kültür varlığı’ olarak tescil edilen tarihi binanın yıkılması sivil toplum örgütlerinin ve kent savunucularının tepkisine neden olmuştu.
Proje alanında çalışmalar hızla sürerken alan içinde yer alan ve bir süre önce taşınan İstanbul Modern Sanat Müzesi’nin bulunduğu bina da yıkıldı. Tamamen yıkılan antrepodan geriye kalan enkaz parçaları toz kalkmaması nedeniyle ıslatılarak temizleniyor.
Korhan Gümüş: "Halkla alay eder gibi 'şehir senin, deniz senin' diyorlar"
Şehir plancısı ve mimar Korhan Gümüş, Galataport'taki son gelişmeyi Marksist.org için yorumladı:
Beyoğlu'nun Boğaziçi sahili, imparatorluğun modernleşme sürecinde ikircikli bir anlam kazandı: Haliç'in dışındaki yeni liman ve sanayi bölgesi olarak gelişmenin yanında saraylar ve Osmanlı yönetici elitinin yerleşim alanı. Başkent taşındıktan sonra sarayların ve eklentilerinin bir kısmı eğitim kurumlarına verildi. Liman da millileştirilerek merkezi yönetime bağlandı. Bugün de sanki eğitim kurumlarının tekrar yöneticilere, limanın da tekrar özel şirketlere tahsisi gibi bir dönüşüm yaşanıyor. Merkezi yönetim millileştirme sonrası dış ticaret limanı ile şehrin dış ticaretini kontrol altında tutup, gelirlerini merkezi bütçeye aktardıktan sonra, daha 1. Boğaziçi Köprüsü'nün yapımı ile işlevsiz kalan bölgeyi neredeyse yarım asır ne olacağı belli olmayan bir şekilde kapalı tuttu. Şehrin merkezini, Beyoğlu'nu tıpkı bir duvar gibi kendisinden ayıran ölü bir bölgeyle bu uzun süre içinde kapalı tutmak, tıpkı haraca kesmek gibi bir felaketti, ama bu kimin umrundaydı?
İşte burada küçük de olsa birkaç alternatifin ortaya çıkabileceğini gösteren girişimlerden biri Antrepoların TDİ tarafından kiralanmasıydı. Ticari etkinlikler yanında şehrin merkezindeki bu dev ve robüst binalar sanat etkinlikleri için de kullanıldı. İstanbul Modern'in de çok hızlı bir şekilde buraya yerleşmesi bölgenin potansiyel kullanım biçimlerine dikkati çekti. Buradaki yapılar sonuç olarak, ta işin başından beri şehrin en kaliteli mimari yapılarıydı. Pek ala farklı bir yönetim modeliyle şehrin kamusal hayatını zenginleştirecek etkinliklere evsahipliği yapabilirlerdi. Ancak şehrin böyle bir dönüşümü yönetebilecek politik kurumları böyle bir deneyimden yoksundu. Onlar da aynı yaklaşımla şehrin dönüşümünde merkeziyetçi politikanın acenteleri olarak işlev gördükleri için hazırlanan planlarda bu bölgeyi beyaz boşluk olarak bıraktılar. İlginç olan hemen yanıbaşında olan, şehrin en eski mimarlık eğitimi kurumunun bu dönüşümde yer alma biçimiydi. Bu sürece katılmak yerine izleyici kalmayı tercih ettiler, katıldıklarında ise kendi kamu yararı anlayışlarını temsil etmekten öteye gitmediler. Şimdi gayet kulllanışlı bir yapı olan İstanbul Modern, 4. No.lu Antrepo da yıkıldı. Tıpkı şehrin sahilindeki tescilli kültürel miras örnekleri olan Paket Postanesi, Denizbank Antreposu, Yolcu Salonu'nun paldır küldür yıkılması gibi. Bu bölge şehrin en değerli kamusal alanı. Elbette ki bu bölge şehre kapalı kalacak ya da eskisi gibi depolama alanı olarak kullanılacak değil, bir dönüşüm yaşanacak. Bu müdahaleyi meşrulaştırmak için dikkat ederseniz itiraz eden STK'lar sanki "burası böyle kalsın" diyorlarmış gibi gösteriliyor. Bunun da ötesinde şehirde bu konularda fikir üreten kurumlar da felç olmuş hâlde. Bu sayede burada imtiyaz hakları elde eden yatırımcı kaldırımları dahi yutmuş, sahneyi boş bulmuş ve halkla alay eder gibi, "şehir senin, deniz senin" sloganlarıyla her yeri donatmış vaziyette.
Bu eşitsiz durumda, bu dönüşümün mantığının nasıl oluştuğunu, bu yıkımların neden gerçekleştiğini tahmin etmeye çalışalım:
1: Bu tescilli yapılar yalnızca yatırımcı mantığı ile şekillenen yeni işlevlere uygun olmadıkları için.
2: Merkezi yönetim bir çok örnekte olduğu gibi buradaki gelişmeleri teşvik etmek yerine, dönüşümden pay almaya çalıştığı için.
3. Emek'de, Demirören'de nasıl yapıldıysa, yani yerin üstündeki imar hakları kadar yerin altına da inildiği için.
4. Kamu adına fikir üreten kurumların yaşanan bu süreci aydınlatmak ve yapılandırmak yerine fırsatçı davrandıkları için.
5. Şehrin yaşadığı dönüşümlerde muhalefetin mesleki alanın, örgütlerin işlevinin yalnızca itiraz etmek gibi anlaşıldığı veya karanlıkta bırakıldığı için.
6. Bu koşullarda kurumsal kapasiteler ve fikir geliştirme süreçleri çıkar gruplarının, sermayenin altında örgütlendiği için.
7. Sonuçta şehircilik deneyimleri ve yerel yönetim kararları merkeziyetçi bir ideolojinin altında şekillendiği için...