2017 Dünya Petrol Kongresi 9-13 Temmuz tarihleri arasında İstanbul’da gerçekleşti. Beş gün süren kongrede ABD Dışişleri Bakanı ve Exxon Mobil eski CEO’su Rex Tillerson da yer aldı. Dünya enerji politikalarının konuşulduğu kongre, küresel ısınmanın sorumlusu olan ve militarist rekabete destek veren şirketleri ve devlet yöneticilerini bir araya getirdi. Kongre kapsamında hazırlanan fuarda enerji sektöründen 150 kadar şirketin standı da yer aldı.
Geçtiğimiz günlerde Karbon Bildirim Projesi adlı sivil toplum kuruluşunun hazırladığı rapora göre, tüm dünyada 1988'den bu yana gerçekleşen karbon salımının yüzde 71'inin 100 büyük şirket tarafından yapıldığı ortaya konmuştu. Bu şirketler arasında ExxonMobil, Shell, BP, Chevron ve Saudi Aramco başı çekiyorlar. Bu şirketlerin tamamının üst düzey temsilcileri de kongrede yerlerini aldılar.
Dünya Petrol Kongresi’nden birkaç gün önce düzenlenen G-20 zirvesi sonunda konuşan Erdoğan, ABD’nin Paris İklim Anlaşması’ndan ayrılmasının ardından anlaşmanın bu hâliyle TBMM’de onaylanmayacağını söylemişti. Bir yandan dünyanın en zengin 20 ülkesinde arasında olmakla övünen Türkiye, öbür yandan gelişmekte olan ülkelerin almaları gereken fonlardan da yararlanmak istediği için anlaşmayı imzalamaktan kaçınıyor. Hükümetin ilan ettiği 2023 hedefleri içerisinde kömür, doğalgaz ve petrol çıkarılması ve ithalatında büyük artış öngörülüyor. Yani Türkiye küresel iklim değişikliğe en fazla katkı sunan ülkeler olma yolunda hızla ilerliyor.
Enerji meselesi iklim değişikliğinin yanı sıra en bölgesel ve küresel çatışmaların da en öenmli nedenleri arasında. Petrol Kongresi’nde konuşan Başbakan Binali Yıldırım, önümüzdeki yıl devreye girecek olan Trans Anadolu Doğalgaz Boru Hattı Projesi (TANAP) üzerinden bölgesel iş birliğinden yana olduğunu söyledi. Oysa Türkiye, Suriye iç savaşına müdahale eden, bölgesel bir krize dönüşen Katar krizinde müdahil olan bir ülke. Ayrıca Yıldırım "Özellikle Kıbrıs Adası etrafındaki hidrokarbon kaynaklarının her iki tarafa ait olduğunu bir kez daha hatırlatmak isterim. Rum liderliğinde, önümüzdeki günlerde Doğu Akdeniz'de tek taraflı tasarruflardan kaçınılmasını, uzun zamandan beri telkin etmekteyiz" diye konuşarak pek de işbirlikçi bir çizgide olmadığı gösterdi. Enerji kaynaklarının kontrolü Ortadoğu ve Kıbrıs’ta militarist bir gerilimi tetikliyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan da kongredeki konuşmasında Kıbrıs konusunda müzakerelerden olumsuz sonuç alınmasını eleştirdi. “Kimi enerji şirketlerinin Rum tarafının atmakta olduğu sorumsuzca adımların bir parçası olmaları kesinlikle anlayışla karşılanamaz” diyerek meydan okuyan bir üslup kullandı. Ayrıca Irak Kürdistan’ında yapılacak referanduma da karşı olduğunu vurguladı.
Erdoğan ayrıca “ABD'nin başlattığı kaya gazı devrimi ve sıvı doğalgazın ön plana çıkması enerji politikalarının gözden geçirilmesine neden oldu. Enerji talebi batıdan doğuya kaymaya başladı. Türkiye'deki büyümenin sürdürülebilir olması için enerjide dışa bağımlılığın azaltılması gerekiyor” diye konuştu. Oysa bahsettiği “devrim” ABD’de çevre aktivistlerinin, yerlilerin ve bölge halklarının eylemlerle protesto gerçekleştirmelerine yol açıyor. Başkanlık seçimleri sırasında radikal sol aday Sanders, ABD’de çevre felaketine yol açan kaya gazı çıkarılmasına izin vermeyeceğini söylemişti.
Erdoğan en tehlikeli enerji elde etme yöntemi olan nükleer enerji konusunda ise şunları söyledi: “Nükleer enerji konusunda da yatırımlarımızı hızlandırmaya başladık. Akkuyu ve Sinop Nükleer Güç Santrallerinin devreye girmesiyle enerji ihtiyacımızın en az yüzde 10'luk kısmını buradan karşılayacağız. Rusya ile birlikte yürüttüğümüz Akkuyu Projesi'ni milli sermayemizi de katarak çok daha güçlendirdik. Sinop Projesi'nde de inşaata en kısa sürede başlamak istiyoruz. Son G20 toplantısında Japonya Başbakanı Abe ile de bunu etraflıca görüştük. Hatta üçüncü bir nükleer güç santrali projesiyle ilgili çalışmalarımızı şimdiden başlatmış bulunuyoruz.”
Oysa nükleer santrallerde kaza ve sızıntılar oldukça sık görülen bir durumdur. Çernobil ve Fukuşima gibi nükleer kazalarda ise birçok ülkeyi ve onbinlerce insanı olumsuz etkileyen korkunç sonuçlar ortaya çıkmıştı. Bu kazaların maliyeti ise bugün hala artmaya devam ediyor. Ayrıca nükleer atıklar meselesi yine çevre ve maliyet açısından oldukça büyük sorunlar doğuruyor. Türkiye’nin nükleer santral ısrarının arkasında bu teknolojiyi bir adım daha ileriye götürerek nükleer silah elde etme arzusu olduğu da biliniyor.
Türkiye’nin enerji konusundaki bu agresifliğinin arkasında Türkiye kapitalizminin yaşadığı zorluklar bulunuyor. Kongre sırasında da açıkça ekonominin lokomotifi olarak enerji sektörünü gördüklerini söyleyen hükümet yetkilileri kapitalist kalkınmayı ve elbette diğer ülkelerle rekabeti sürdürebilmek uğruna militarist rekabeti arttıracaklarını da bir kez daha göstermiş oluyor. Enerji politikaları her zaman militarist politikalarla kol kola ilerliyor.