İstanbul'da düzenlenen Sosyalist Tartışma toplantılarında Kocaeli Üniversitesi Felsefe Bölüm Başkanı Prof. Dr. Sinan Özbek'in yaptığı "Marksist teori ekolojik krizi kavrayamadı mı?" başlıklı sunumun özeti...
Marksizmin ekoloji körü olduğu hatta ekolojik sorun yaratan bir toplum anlayışına sahip olduğu uzun yıllardır var olan bir eleştiridir.
Bu eleştirinin ortaya çıkışı, ekoloji felsefesinin kurucu isimlerinden Hans Jonas’tır. Sorumluluk İlkesi başlığıyla 1970’lerin sonunda yayınladığı kitabın üçte biri Marx eleştirisidir. Marksizmin gelecek toplum tasarısına sahip olmasının, Jonas’ın ortaya koymaya çalıştığı ekoloji feslefesi dizgesini işlevsiz kılıp kılmadığı önemli bir noktadır. Jonas ‘şimdiye kadar varolan bütün etikler geleceği hesaplamadılar’ diyor. Ama marksizm geleceğe ilişkin bir şeyler söylüyor, Hans Jonas bununla hesaplaşmak durumunda. Ömrünün son yıllarında ‘ben aslında marksizmi bilmem’ itirafında bulunmuş olsa da bunun hafifletici bir etkisi yok. Saldırısının asıl gerekçesi, marksizmin muhtemelen ekoloji sorununa cevap vermiş olabileceğini düşünmesidir. Bugün popüler olduğu şekliyle marksizmin ekolojik sorun öbeği yarattığı görüşünün tersidir Jonas’ın ortaya çıkışı.
Bacon’ın ‘bilmek egemen olmaktır’ önermesini hem siyasi olarak hem de doğaya egemen olmak anlamında kullanabilirsiniz. Tarihte ilk defa feslefede Bacon’ın doğanın denetlenmesini öneren bir çizgi açtığını söylemek Jonas’ın çıkış noktasıdır. Bacon’ı doğanın insan tarafından ele geçirilmesinin, insanın egemenliği altına alınmasının merkezi olarak görür.
Hans Jonas Bacon’ı doğru kavramıyor. Bacon söz konusu kitabında ‘doğaya egemen olmanın doğaya boyun eğmekle mümkün olduğunu’ söyler. Bir sembol isim olarak ekoloji felsefesi, Bacon’cı projeyi doğanın denetlenmesi olarak kavrar. Doğanın barbarca ele geçirilmesi olarak yorumlanmaktadır.
Aynı ekoloji felsefesi Marx’ı Bacon’cı idealin en uç noktası ve tamamlanmış hali olarak görür. Bu acımasız ve yıkıcı bir eleştiri. Bu eleştirinin karşısında ‘Marx bir doğayı denetleme fikrinin devamı olarak görülebilir mi’ sorusuna cevap verebilmek için, Marx’ın kitaplarına dönmek lazım.
Marx’ın görüşlerinden hareketle son derece tutarlı bir ekolojik yaklaşım geliştirmek mümkün. Hans Jonas sınıfsız toplum idealini üretim araçlarının gelişmesiyle varılacak bir nokta ve üretim araçlarının gelişmesini de barbarca sanayileşme olarak kabul eder. Halbuki burada Jonas’ın zemin aldığı şey Rusya deneyimidir. Rusya deneyiminin komünist toplum olarak ele alınamayacağı açıktır. Denklemin kendisi baştan yanlıştır.
İnsan ve doğa
Üretici güçlerin gelişmesini, üretici güçlerin doğayı yıkacak bir noktaya ulaşmasını savunmayla özdeşleştirmek de yanlıştır. Bir yandan üretici güçleri geliştirebilirsiniz ve diğer yandan bu güçleri doğayla uyumlu sürdürebilirsiniz.
“Üretici güçlerin gelişmesinde öyle bir aşamaya gelinirki mevcut ilişkiler çerçevesinde ancak zararlı olabilen artık üretici güçler olmaktan çıkıp yıkıcı güçler haline gelen makina kullanımı” ifadesinde dikkat ederseniz Marx üretici güçlerin kendisinin bir aşamada yıkıcı hale gelececeğinin altını çiziyor. Makinaların yıkıcı güçler haline gelebileceğini vurguluyor. Bu güçler doğayla uyumu, doğanın kendisini yıkar.
Marx açık ve net ifadeyle doğayı tanımlar ve ‘insanın inorganik bedenidir’ der. Bir şeyi inorganik bedeni haline getirdiğinizde, doğa insanın bedeni demektir. İnsan hiç tartışmasız doğanın bir parçasıdır Marx’ta. Parçanın bağlandığı bütün doğadır.
Marx’a göre insan sadece ve sadece doğaya dayalı üretir. Bu üretimin kendisi varoluşun devamıdır. Bu üretimin doğayla olan bağı kesildiğinde hayat bir bütün olarak tehlikeye girer. Marx’a göre doğayla insan radikal biçimde aynı yere oturtulur.
Alfred Schmidt ‘Marx için doğa ve insan tarihi karşılıklı bir diyalektik birlik oluşturur’ der. Bizim bir tarihimiz var, doğanın bir tarihi var ve bunlar birlik içinde. Dolayısyla doğa ve tarih bilimleri arasında ayrım yapılması Marx için ayrımını yitirir. Marx biz sadece bir bilim tanıyoruz tarihin bilimi, tarih doğanın tarihi ve insanlığın tarihi şekilde ayrılan iki perspektiften incelenebilir. İki cephe de birbirinden ayrılmaz. Doğanın tarihi ve insanın tarihi birbirine bağlıdır. Alman İdeolojisi’nin Alfred Schmidt tarafından çevirilen 1932 baskısındaki bu ifadeler, 1953 yılındaki baskıdan çıkarılmıştır.
Kapitalizmin yıkıcılığı
Şüphesiz Marx’ın eserlerinde talihsiz diyebileceğimiz ifadeler bulunabilir. Nitekim alt-yapı ve üst-yapı tartışmasında da Engels ‘değneği daha fazla alt yapıya bükmek zorunda kaldık’ der. Çünkü Marx’ın fikirleri muhatabıyla tartışma içinde oluşan fikirlerdir. Tartışmanın sertliği vurgunun da sertliğini belirler. Marx’ın eserlerinde vurgu doğanın tahrip edilmekte olduğu ve doğayla insanın özdeş olduğu eksenindedir.
Manifesto’yu yazdıkları yıllarda burjuvazinin egemenliği karşısında, şimdiye kadarki kuşakların hepsinin toplamından daha sınırsız bir üretim gücü yarattığını söylüyor. Marx’a göre bu ikili etkiye yol açar. Küçük dünyaları parçalar, bir anlamda kırda yaşayan sınırlı dünyadaki insanları dünyayla birleştirir. Ama aynı zamanda bu gelişme doğa güçlerinin boyunduruk altına alınmasını, buharlı gemilerin, demiryollarının dünyanın her tarafına yayılmasını birlikte getirir. Bunun sonucu lokal sınırlar parçalanır, köylü çocuğu işçi olmaya başlar, şehir hayatının bir parçası olur. Ama amansız bir yoksulluk ve yabancılaşma başlar. Şüphesiz Marx’a göre insanlık tarihi bu çizgiden geçmektedir. Bu çizgiyi geçmesi, onu geride bırakması anlamına da gelir.
Marx romantiklerle tartıştığı gibi pozitif görüşün bugün varolan üretim güçlerini sabitleştirme fikriyle dalga geçer ve yok olacağını ileri sürer. Kapitalist ekonomiye eleştirisi doğa karşısındaki yıkıcılığına da eleştiri boyutu taşır.
Paranın bütün dünyayı olduğu gibi, insan dünyasını ve doğanın kendi değerini yağmaladığını anlatır. Özel mülkiyet ve paranın egemenliği altında doğa hakkında oluşturulmuş görüşlerin doğaya saygısızlık ve pratik olarak doğanın aşağılanması olduğunu söyler. Şehirlerde nüfus yoğunlaşmasının çok başında ‘kapitalist üretim büyük merkezlerde gelişirken şehir nüfusunun yoğunluk kazanmasıyla bir yandan toplumun tarihsel hareket gücünü bitiriyor diğer yandan insan ve doğa arasındaki özsel ilişkiyi parçalıyor’ der. Bunlar Kapital’de söyler. Kent işçisinin beden sağlığının, tarım işçisinin ruh sağlığının bozulduğunu anlatır, doğayla olan ilişkinin sakatlanması sonucunda. Kapitalist toplumda ilerleme denilen şeyin toprağın yağmalanmasının sanatı olduğunu anlatır.
Son olarak Engels’in ‘doğa üzerinde kazandığımız zaferden dolayı çok fazla böbürlenmeyelim böyle bir zafer karşısında doğa bizden öcünü alır’ ifadesi ekolojiye yaklaşım açısından son derece çarpıcı bir ifadedir.
(Sosyalist İşçi)