Memet Uludağ: İklim hareketinin artık bir belleği var

19.03.2021 - 08:07

Uzun süredir İrlanda’da yaşayan Memet Uludağ ile iklim hareketinin pandemi öncesi, şuan ki durumu ve geleceği hakkında konuştuk. Uludağ şu anda İrlanda parlamentosunda beş milletvekili bulunan Kârdan Önce İnsan Partisi Üyesi. İrlanda Yokoluş İsyanı’nın (Extinction Rebellion) kuruluş toplantılarında ve sonrasında aktif olarak yer aldı. Son dönemde de aralarında John Molyneux, Michael Löwy, Ian Angus, Sabrina Fernandes, Jonathan Neal, Susan Price gibi isimlerin bulunduğu Global Eco Socialist Network’ün yönetiminde yer alıyor.

Pandemi öncesinde küresel düzeyde çok güçlü bir iklim hareketi vardı. Pandemi şuanda sokakta eylem yapmamızı zorlaştırmış durumda. Öncelikle pandemi öncesi hareketi biraz konuşalım, İrlanda’da, İngiltere’de hareket nasıl gelişti, neyi talep etti, içindeki tartışmalar nelerdi?

Memet Uludağ: Cuma grevleri hepimiz için yeni bir başlangıç oluşturdu. Aslında ekososyalizm konusunda 1840’lara kadar geri gidebiliriz. Doğa insan ilişkileri bakımından, kapitalizm çevre ilişkisi üzerine anlatılanlar hep vardır. Ama egemenler 20 yıl öncesine kadar iklim krizine burun kıvırıyorlardı. Ancak şimdi iklim krizi bir gerçeklik, bir sorun olarak ele alınıyor.

Greta’nın başlattığı Gelecek için Cumalar hareketi ile bu konu 2018’den itibaren toplumların gündemine girdi. Dublin’de Yokoluş İsyanı’nın toplantıları yapıldı. Çok çeşitli kesimlerin katılımları oldu, çok çeşitli öğrenci, işçi grupları ile iletişime geçtik. Toplantılara kimi zaman 500 kişi katıldı. Sosyalistler, yeşiller, çevre hareketlerinden katılım vardı. İşçi örgütleri de vardı, ama sendikalar hiçbir zaman tam olarak bu hareketin içine girmediler. Konuya sendikacılık bakış açısı ile iklim krizi ile ortaya çıkabilecek iş gücü kaybı, çalışma ortamlarının daralması şeklinde yaklaştılar.

Bu gelişen yeni hareketle birlikte tüm dünyada çok yoğun eylemler oldu. Örneğin Londra’da 2 yıl önce şehir merkezi iklim aktivistleri tarafından 6-7 gün boyunca kapatıldı. Londra’nın trafiği felç edildi. Almanya, İspanya, Avrupa’nın pek çok yerinde eylemler oldu. Türkiye’de de eylemler yapıldı. 

Dublin’de yaptığımız eylem de çok büyüktü. Bu eylemlerin ciddi enerjileri vardı aynı zamanda kendi içinde tartışmaları da olan eylemlerdi. Şöyle ki, iklimi değil sistemi değiştir sloganını anlamlaştırıp, bunu ekososyalizmle bağdaştıran, iklim krizinin kapitalizmle ilgili Marksist analizini yapan bir perspektif vardı. Buna karşın iklim krizini mevcut sistem içinde absorbe etmeye, reformlarla, yasalarla çözmeye çalışan perspektif de vardı, bu iki görüş arasında çok farklılık var. Bu iki farklı yaklaşım da aynı eylemlerde bir araya gelebildi.

Yokoluş İsyanı çok büyük eylemler gerçekleştirdi. Yokoluş İsyanı’nın çıkış prensipleri vardı, doğruyu söyle, acil iklim planı, adil geçiş programları, dünyanın yoksul halkları ile dayanışma çağrıları vardı. Ve nüfusun yüzde 3,5’ini sokağa çıkarmayı hedefliyordu. 

Zaman içerisinde bu taleplerin bir kısmı boşa çıktı. Örneğin İngiltere ve İrlanda parlamentoları iklim acil durumu ilan ettiler. Tabi dünyada Bolsonaro ve Trump gibiler hariç hiçbir iktidar, iklim krizini inkar eden açıklamalar yapmadılar, yalan söylüyoruz demediler. Elektrikli araba reklamı yapan büyük petrol şirketleri, Bill Gates gibiler dahil kimse yalan söylüyoruz demediği için “doğru söyle” talebi İngiltere ve İrlanda’da fazla somutlaştırılamadı. Büyük kitlesel eylemlilikler olsa da, bunlar milyonları sokağa çıkaran eylemler de olamadı. Örneğin işçi grevi olmadı. Ama yine de grev kavramı önemliydi. İşçi örgütlenmelerinin zayıf olduğu bir dönemde, öğrencilerin iklim krizi konusunu grev kavramı ile anlatmaya çalışmaları çok iyi oldu. Yetişkinlere, işçilere, işçi sınıfı örgütlerine, siyasi partilere iyi bir ders oldu.

Sendikaların harekete katılmaları neden önemliydi ve neden bir türlü katılımları sağlanamadı?

İklim hareketine iki açıdan bakıyorum. Öznel durum ve objektif koşullar. Öznel durum iklim hareketinin kendi doğası. İklim hareketi daha en başından, toplumun yüzde 3,5’uğunu sokağa çıkarmaya çağırırken, dünyada sayısal olarak çok fazla olan işçi sınıfını ki bu sınıfın değiştirme gücü çok fazla, olmasına rağmen hareket bu sınıfın değiştirme gücünün farkına varamadı. İşlerin kaybedilmesi, bazı sektörlerin ortadan kaldırılması konusunda işçilerin endişelerini çok iyi algılayamadı. 

Bir de iklim hareketine hiç faydası olmayan bir takım örnekler oldu. Örneğin İngiltere’de bizler kâr amaçlı elektrikli araba üretilmesi değil ücretsiz toplu taşıma talebinde bulunduk. Ama Yokoluş isyanı mensubu bazı aktivistler sabah insanların işe gitmek için kullandığı trenleri sabote ettiler, durdurdular. 

Neoliberalizmin saldırısı nedeniyle sendikalar güçsüz, üye sayıları azalıyor. Çok dar ve sendikalist bakışları var, iklim krizi ile işçi sınıfı arasında bağ kuramıyorlar. Ama iklim aktivistleri de bu konuda yetersiz kalınca iklim hareketi işçiler arasında çok sınırlı kaldı, hareket en büyük desteğinden mahrum kaldı. Oysa işçiler sokağa çıkıp genel grevler yaparsa, ekonomi durur, o zaman hükümet, patronlar onları dinler. 

Grevler, öğle tatilinde yarım saatlik iş durdurmalarına indirgendi. Tabi bu işçilerin suçu değildi, objektif nedenlerle ve iklim hareketinin öznel nedenleri ile bu iş yapılamadı. Adil Geçiş talebinin işçiler için ne anlama geldiği, işçilere iyi anlatılamadı. İş gücünün, kazanılmış hakların, emeklilik haklarının kaybedilmeyeceği, işçilerin yeniden eğitimden geçirilerek kamusal fonlarla yeni iş alanlarına aktarılması gerektiği gibi konular anlatılamadı. 

Peki, hareket pandemiden nasıl etkilendi? 

Koronanın ilk çıktığı aylarda bütün siyasi çalışmalar durdu. İlk aşamadaki şok, korku, nasıl bir yöntem izleneceğinin belli olmaması faaliyetlerin dijital ortama taşınmasına yol açtı. Özellikle Mart ve Nisan aylarında iklim hareketleri içe döndü, daraldı, enerjisini yitirdi. Yok olmadık, ama uzun bir süre bir hareketlilik olmadı. Dijital ortamda etkinlikler oldu, sokak hareketi olmadı. Cuma grevleri ve Yokoluş İsyanı’nın faaliyetleri sınırlı olarak devam ediyor. Mesela bugün Yokoluş İsyanı’nın toparlanma toplantısı vardı. Bazı eylem kararları alındı. 1 Mayıs’ta sokağa çıkma kararı var. Yaza doğru daha büyük eylemler düzenlenecek. 

Peki bunda sonra mücadelenin nasıl gelişeceğini düşünüyorsun?

Şimdi bunu tartışıyoruz. Bu hareketin Covid’e rağmen nasıl örgütleneceği önemli bir tartışma. Ayrıca dünyada önemli bir ekonomik kriz var. İnsanlar sürekli işsizleşiyor, gelecek kaygısı yaşıyor. 

Çevre hareketinin işi iki yıl öncesine göre daha zor. Şimdilerde özellikle sağlıkta özelleştirmenin yarattığı yıkıma karşı mücadeleler daha çok öne çıkıyor. İngiltere’de sağlık sistemi özelleştirmeler nedeniyle felç olmuş durumda. 

Hareket bir anlamıyla geri çekilmişken Avrupa’daki çeşitli seçimlerde bir Yeşil Dalga’dan bahsediliyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsun?

Evet, AB’de kazanımlar var, parlamentoda sandalye sayısı 60’lara yükseldi. Almanya ve Belçika’da yeşillerin oy oranları arttı. İklim hareketinin yarattığı dalga yeşil partilere yaradı. Hem bu düzen içinde kalıp, hem de iklim krizine cevap üretmeye çalışan siyasi hareketlerin işini kolaylaştırdı. Çünkü bütün umutlar seçimlere endekslendi. Gerçekten de Yeşiller pek çok ülkede seçimlerde büyüdüler. Avusturya’da yüzde 14 oy alarak 26 sandalye kazandırlar ve hükümet ortağı oldular. Ama hükümeti sağcı ve göçmen düşmanı ÖVP ile kurdular. İrlanda’da yine bir sağ koalisyonun ortağı oldular. Büyük gösterilerin, kitle grevlerinin olmadığı bir ortamda seçim zaferleri daha çok konuşulur oldu.

Ama başarı ve kazanımın ne olduğunu anlamak için mesela İrlanda’ya bakabiliriz. İrlanda’da 2008 krizi öncesi Yeşiller’in 6 sandalyeleri vardı ve koalisyon ortağı idiler. 2008-2009 küresel ekonomi krizinde ülke büyük bir krize girdi. Hükümet bankaları kurtarmak için halkı 64 milyar Euro borçlandırdı, şirketleri kurtarmak için çalıştı. 2011 seçimlerinde Yeşillerin oy oranı yüzde 4,7’den 1,8’e düştü. Bütün milletvekillerini kaybettiler, halk onları cezalandırdı. 

2020 seçimlerinde 12 milletvekilliği kazanarak tarihsel açıdan en büyük başarılarını elde ettiler. Yeşil dalga, Belçika’da yeşillerin kazanması, bütün bunlar yeşillerin tarihsel olarak çok büyük bir eylemliliğe, başarıya imza attıklarını göstermez. Aslında Yokoluş İsyanı gibi hareketlerin çözümü ilk aşamada sandıkta görme eğilimleri yeşillere oy kazandırdı. 

Hareket henüz daha “iklimi değil sistemi değiştirmeliyiz” demenin ne olduğunu tartışırken, hareketin gücü Yeşillere seçimlerde oy olarak döndü. Şimdi Yeşil dalga aslında bir yeşil palavraya dönmüş durumda. Yine İrlanda’da iki merkez sağ parti kendi aralarında hükümeti kuramazken, 12 milletvekili ile Yeşiller bir kez daha sağ bir hükümetin kurulmasını sağladı. 

Bugün İrlanda’nın karbon emisyonlarını azaltması konusunda hiçbir şey yapılmıyor. Kanada ile ticaret anlaşması imzalanıyor. Yeşiller muhalefetteyken, sokaklardayken buna karşıydı, şimdi iktidar ortağı olarak buna destek veriyor. Hükümet programında iklim hareketinin hiçbir talebi yok. Burada iki sıkıntı var, birisi demoralizasyon. Diğeri zaman kaybı. Yeşillerin önümüzdeki seçimlerde oy kaybedeceği kesin: Parti bölündü, epeyce bir insan partiden ayrıldı. Partinin gençleri yani Yokoluş İsyanı içerisinde yer alanlar partiden ayrıldı. Bunun yaratacağı demoralizasyon ve zaman kaybı bizim için ciddi bir problem.

Yeşil dalga eğer sistemle radikal anlamda bağını koparmazsa yeşil kapitalizm olur. Hiçbir devlet, rekabet koşullarında, kârın ve sermayenin büyümesini reddederek radikal adımlar atmaz. İklimi değil sistemi değiştir diyen insanların aslında demek istediği, bugünkü üretim şekliyle yaşamaya devam edemeyeceğimizdir. Bu talebe bugünkü sağ kapitalist hükümetlerin cevap veremeyeceği belli. Yeşil dalgadan kasıt, hükümetlerin içine girip ufak tefek işler yapmaksa, bunun başarısız olacağı yaşananlardan belli. Hükümetler iklim ve çevre krizinin çözümü için adımlar atmayacaklar. 

Tıpkı 2008 finans krizinden sonraki gibi mi diyorsun?

Evet, Pandeminin yarattığı bir ekonomik durgunluk var. Kapitalistler buna çare olarak büyümek lazım diyorlar, iş imkânlarının artması için büyümemiz lazım diyorlar. Kimi zaman Keynesçi kimi zaman neoliberal yöntemlerle ekonomiyi toparlamak gerektiğini söylüyorlar. Önümüzdeki yıl kapitalizm tekrar büyüme durumuna geri dönmek isteyecektir. Zaten bütün krizlerden sonra bunu yaşıyoruz. Kapitalizm krizden sonra doğanın tahribatını yapacak, işçi haklarını kısacak. Pandeminin acı reçetesi birilerine kesilecek. Hastaneler özelleştirilecek, ücretler azaltılacak. Sonra tekrar bir krizle karşılaşacaklar. 

Örneğin İrlanda hükümeti Atlas okyanusundaki gaz ve petrol aramalarını hızlandıracak çünkü “işsiziz, büyümek zorundayız” diyecek. Hâlbuki iki yıl önce iklim acil durumu ilan etmişti.

Kapitalizmin büyümek zorunda olan bir sistem. O bağımlılıktan kurtulamaz doğası gereği çünkü rekabet durumu söz konusu. 

Önümüzdeki dönede eminim işçilerle iklim hareketi arasında bir ayrım olmasına uğraşacaklar, iklim hareketini ekmekle doğa arasında bir tercih noktasına getirmeye çalışacaklar. Bu noktada sendikal hareketlerle ilişki, bu hareketin sınıfsal bir çevre hareketi olduğu, büyümenin ne anlamda olması gerektiği, işçi haklarının ne anlamda olması gerektiği tartışmaları çok önemli hale gelecek. Bunu yapacak olanlar ekososyalistlerdir, şanslıysak biraz da sendikal hareketlerdir. 

Peki, umut nerede?

İklim hareketinin artık bir belleği var. Sokağa çıkma belleği, eylem yapma belleği var. Yanlış olan yolları öğrenmiş durumda. Bundan 5 yıl önce 10 yıl önce ortaokulda olanlar bugün işçi oldular. Şimdi de bir grev geleneği oluştu. Bu gençleri düşündüğümüzde geleceğe çok umutlu bakabiliriz. Trump gitti, bu çok önemli bir değişiklik. Avrupa’da aşırı sağ güçlenecek deniyordu, olmadı. Kadın hareketleri tüm dünyada sokağa çıkıyor, büyük kazanımlar elde ediyor. Egemenlerin bu süreçte bize sunacağı opsiyonlar açısından durum olumsuz görünüyor. Ama mücadele devam ediyor, henüz kazanımlarımızı kaybetmedik. İklim hareketinin bir geleneği var. Pandemiden sonra ciddi bir iklim hareketi patlaması olabilir.



Bültene kayıt ol