AKP iktidarıyla geçen 18 yılda yaşanan çevre yıkımını ele alan yazı dizimizin ikinci bölümü, birçok protesto ve direnişle karşı koyulan madencilik faaliyetleri üzerine. Onur Korkmaz yazdı.
Erdoğan’ın "Türkiye çevre bakımından altın dönemini son 18 yılda yaşamıştır” sözleri gerçekten doğru sayılabilir. Kastedilen, Kazdağlarındaki gibi çevredeki altının dönemini olsa gerek.
Konuyu kısa bir süre incelerseniz her bir maden, madenlerin ruhsatlandırma süreçleri, bölge halkının direnişleri hakkında ayrı ayrı makaleler yazabilirsiniz. Bu makaleleri derlemeye kalkarsanız ‘Britannica ansiklopedisi’ gibi ciltlerce kitap oluşur.
Yapboz gibi yasa, kevgir gibi Türkiye
Bu altın dönemini gerçekleştirmek kolay olmasa gerek. 18 yılda 15 kez Maden Kanununda düzenleme yapılmış. AKP iktidarında, ironiktir, 5 Ekim 2004 dünya çevre gününde, Maden Kanunda izin ve çevresel etki değerlendirmesi hususlarında düzenlemeler yapılmış, madencilik faaliyeti yapılabilecek alanlar genişletmiş. Orman, muhafaza ormanı, ağaçlandırma alanları, özel koruma bölgeleri, milli parklar, tabiat parkları, sit alanları, tarım alanları, su havzaları ve benzeri doğal ve kültürel zenginlikleri olan ve bu sebeple koruma altına alınmış alanlar(arka arkaya yazınca da anlaşıldığı gibi her yer) madencilik faaliyetine açılmış. Yetmemiş olacak ki 2019’da yasa komple değiştirilmiş.
Sonuçta, Kazdağlarından, Cerattepe'ye, altından baksan üstü görünecek hale gelmiş olan Türkiye’de, 2003’te bin 168 maden ruhsatı varken bugün 150 bin civarında maden ruhsatı var. Madenciliğin bu altın dönemde, maden arama ruhsat sahaları 7 milyon 709 bin 205 hektara ulaşmış. Bu da demek oluyor ki Türkiye’nin 10’da 1’i maden sahasına dönüşmüş. Bu dönüşüm yapılırken ne insanlara ne de ekolojiye olan olumsuz etkisi göz önüne alınmamış. Altın, bakır, kömür... var diye üstü, çevresi hiçe sayılmış. Ve tabi ki birçoğu bölge halkına sorulmamış, ÇED raporuna gerek yoktur denmiş, ÇED raporu çıkmadan madenler faaliyete başlamış, ÇED olumsuz kararına rağmen faaliyet durdurulmamış, ÇED uygun raporu alana kadar defalarca ÇED raporu kabul edilmemiş… altın bir dönem.
Kazdağları ve Muğla, çevre politikasının aynası bibi
Temmuz ayında Kazdağlarındaki ‘Su ve Vicdan Nöbeti’nin birinci yıl dönümünde yayınlanan TEMA Vakfının Kazdağları raporu, 18 yıldaki altın dönemin bir aynası gibi. Raporda, bölgedeki 1 milyon 697 bin hektarlık alanın yüzde 79'unun madencilik alanı olarak ruhsatlandırıldığı, bu alanın yüzde 57’sinin işletme yüzde 43’ünün arama bölgesi ilan edildiği ve orman varlığının yüzde 80’inin tehlikede olduğu yer alıyor.
Vakfın ekimde yayınlanan Muğla raporu da farksız. Muğla’nın yüzde 59’u maden alanı olarak ruhsatlandırılmış. Orman alanlarının ise yüzde 65’i maden ruhsatlı iken tarım arazilerinin de yüzde 48’i maden ruhsatlı.
Siyanüre izin, halka engel
Çevre bakımından altın dönemimizin sonucu: 3 binden fazla ruhsatlı altın, gümüş, platin, bakır gibi metalik madeni bulunan Türkiye’de, altın madenciliğinde yılda 4 bin 500 ton siyanür kullanılıyor. Siyanür toprağa ve suya karıştığında büyük zararlara sebep olabiliyor. Siyanür madencilikte, toprakla altın gibi ağır metalleri ayırmak için kullanılıyor. Devasa havuzlarda bulunan siyanürlü su karışımı, sızıntı, deprem, sel ve taşkınlar gibi birçok nedenle toprağa ve su kaynaklarına ulaşıyor. 0,2 gramının 70 kiloluk bir insanı birkaç dakika içinde öldürebildiği siyanürün doğaya karışması, tüm ekosistemin yok olması anlamına geliyor. Bunun yanı sıra siyanürle yıkamada, 1 gram altın için 4 ton su kullanıyor. Suyun bu şekilde kullanımı, iklim kriziyle birlikte zaten su fakiri olan ve git gide sıkıntı yaşayan Türkiye’yi derinden etkileyecek.
2011’de Eti Gümüş A.Ş.’nin işlettiği gümüş madeninde, siyanür havuzlarına dayanak oluşturan setler çöktü, havuzlarda tutulan siyanürün bir kısmı toprağa ve suya karıştı. Setlerin çökmesine karşın firma üretimi sürdürdü, yakınlardaki Dulkadir Köyünde insanlar zehirlendi, siyanir karışan kaynaklardan suyu içen hayvanlar öldü. Gümüşköy İzleme Platformunun suç duyurusu sonrasında açılan dava daha sonuçlanmadan 2016’da bir sızıntı daha oldu, 1 kişi hayatını kaybetti, 150’den fazla besi hayvanı öldü. Eti gümüş hala siyanürle maden aramaya devam ediyor. Kazdağlarını ele alırsak, buradaki altın madeninde yıkama için 20 bin ton siyanür kullanılacak. Bu miktardaki siyanürün Bandırma Limanı'ndan taşınacak olması bile ayrı bir krize yol açabilir. Ayrıca madeni işleten Alamos Gold 1971 - 2015 yılları arasında kayıtlara geçen dünyadaki 18 büyük siyanür faciasının üçte birinden sorumlu.
Türkiye felaketleri engellemek yerine, bölgelerinde hem kendi sağlıklarından endişelenenlerin hem de ekolojik yıkıma karşı çıkanların eylemlerini engelliyor. Direnenler gözaltına alınıyor, para cezaları kesiliyor. Yakın zamanlarda hatırlarsınız Kazdağlarındaki ‘Su ve Vicdan Nöbeti’nin çadır direnişi bir sabah baskınıyla kaldırıldı, aktivistlerin üstlerini giyinmesine bile izin verilmedi, aktivistlere ‘Toplum düzenini, genel ahlakı, genel sağlığı, çevreyi ve ekonomik düzeni bozmak’ suçlamasıyla toplam 57 bin 240 lira idari para cezası kesildi. Yine bu ay Ordu Ünye’de maden aramalarına direnen çevredeki köylülerden 20’si gözaltına alındı, ilerleyen günlerde Jandarma evlerin önünde nöbet tutmaya başladı, adeta köyleri ablukaya aldı. Müdahaleler sonrasında bir komutan “Biz Kazandık” dedi. Neredeyse her ilde maden çalışmaları, direnişler ve devlet baskısı sürüyor.
Fosil yakıtlar müjde değil
18 yıllık çevre için altın döneminde, iklim krizine olumsuz katkı konusunda da elinden geleni ardına koymayan bir Türkiye'yle karşı karşıyayız. Türkiye bu dönem içerisinde (2019-2020 rakamları tahmini olarak hesaplandığında) yıllık karbon salımını yüzde 100 civarında artırmış durumda, dünyada en çok karbon salan 15 ülke arasında. Paris İklim Anlaşması imzacısı olan Türkiye, karbon salımında artıştan azaltma yapacağı gibi yetersiz bir vaat vermesine rağmen, Paris İklim Anlaşmasını henüz onaylamış değil. 2023 hedefleriyle Türkiye fosil yakıtlardan kurtulmak yerine hala kömürlü ve doğalgazlı termik santraller açıyor ve açmaya devam edecek. Git gide daha fazla kömür kullanan Türkiye, 5 yılda 10 milyon ton kömür üretimi hedefiyle daha da fazla kömür çıkartmaya devam ediyor. Doğalgaz bulmayı müjde olarak açıklıyor.
Var olan termik santrallerin saldığı karbon, iklim krizinde dünyayı dönülmez noktaya ulaştırmaya devam ederken, özellikle kömürlü termik santraller kaynaklı hava kirliliği nedeniyle ölümlerde de yüzde yirmiye yakın artış görülmekte. Kömürlü termik santraller sadece havayı değil su kaynaklarını da mahvediyor. Kömür üretiminde madenlerin ve cevherin kuru kalması için yer altı suları çekiliyor. Çıkarılan kömürü taş, sülfür vb. maddelerden arıtmak için kömür yıkaması yapılıyor, kömürden temizlenen toksik maddeler çamur halini alıyor. Kömür yakma işlemi çok yüksek miktarlarda kömür külü üretiyor. Kül formundaki atıkların tozlanmasını önlemek için ıslak tutulması ve diğer su kaynaklarına sızıntıyı önlemek için baraj kurularak kontrol altına alınması gerekiyor. Kömür külü barajlarında çatlak ve sızıntılar sıklıkla görülüyor ve bu durum su kaynaklarında, toprakta, hatta kentsel alanlarda kitlesel kirliliğe sebep olabiliyor.
Bu altın dönemden tek çıkış, madenleri yerin altında bırakmak!