Geçen 30 yılda tüm tarih boyunca salınan CO2’den daha fazlasını saldık. İşte sorumlusu üç sebep

30.10.2020 - 11:08

İklim bilimci Eric Holthaus, iklim krizini durdurmanın tek yolunun kapitalizmden devrimle kurtulmak olduğunu savunuyor.

Bu yıl, Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC)’nin dünyanın bilim camiasının küresel ısıtma konusundaki ilk kapsamlı incelemesi olan raporunu yayınlamasının 30. yıl dönümü. Fakat geçen 30 yıl boyunca, insanlık gezegene, kendisinden önceki tüm yüzyılların toplamında verilenden daha fazla zarar verdi. 

Doğru okudunuz. Dünya, sanayi devriminin ortaya çıkışından 1990 yılına kadar, insan faaliyetlerinden kaynaklı 784 milyar ton karbon dioksit üretti. 1990 sonrasında, bunun üzerine 831 milyar ton daha ekledik. Buna paralel olarak, tam da ABD’de çığır açan Nesli Tehlikede Olan Türler Yasasının çıkması zamanına rastlayan 1970’ten bu yana, tüm dünyanın hayvan popülasyonunun %68’i yok oldu.

Eski tas eski hamam devam eden fosil yakıt tüketiminin ve üretiminin, ormansızlaşmanın, çimento üretiminin ve endüstriyel tarımın bizi ekolojik çöküşe götürdüğü gerçeği hiç bu kadar net olmamıştı. Ve biz bu sorunu sadece sürekli artan oranda kötüleştiriyoruz. 

Peki bu nasıl oldu?

Tüm hikâyeyi anlatmak koca bir kitaba ancak sığar, fakat kısa versiyonu oldukça basit: zengin insanların daha fazla zengin olmak için yarattıkları sistem işe yaradı. Biraz daha uzun versiyonu ise, aşağıda üç kısa bölümde anlatılıyor. Anlatması zor olmayan, fakat duyması oldukça zor olan bir hikâye bu. 

Ekonomi antropolojisti ve The Correspondent yazarı Jason Hickel’in Eylül’de yayınladığı bir analizde, “aşırı” karbon emisyonu (yani, 350 ppm “güvenli seviyesi”ni korumak için gerekli kişi başına sınırın üzerindeki karbon emisyonları) göz önüne alındığında, tehlikeli bir şekilde hızlanan iklim değişikliğinin neredeyse tüm suçlusunun zengin ülkeler olduğu tespit ediliyor. ABD, Kanada, Avrupa, Israil, Avustralya, Yeni Zelanda ve Japonya birlikte, 350ppm’in ötesinde gerçekleşen ısıtmanın, sıkı durun, %92’sinden sorumlu. ABD yalnız başına bunun %40’ından sorumlu.

Bu çok büyük bir sürpriz değil. Yüzyıllar boyunca bu ülkeler servetlerini sömürgecilik üzerinden var ettiler ve iklim aciliyetinin yükünü en çok taşıyanlar sömürgecilikten en çok etkilenen halklar ve bölgeler. Bu ülkeler, dünyanın topraklarını, okyanuslarını ve ekosistemlerini kolonize ederek, atmosferi de kolonize etmiş oldular.

Batılılaşmış ekonomik büyümenin tamamı sömürü, çıkarma (ekstraksiyon) ve emperyalizm – ve çoğunlukla da fosil yakıtlar üzerine inşa edilmiştir. Batı hegemonyasında durumu iyi olan ülkeler dahi yıkıcı tesisler üzerine kurulu toplumlara sahiptir. Örneğin Norveç modeli sosyalizminin neredeyse tamamı petrol parası üzerine kuruludur. 

Bu tasarım gereği böyledir. İklim değişikliği, gezegenimiz için distopya iken aynı zamanda kapitalist bir ütopyadır. Ve kapitalizmin liderleri bunun olmasını istemişlerdir. 

Bölüm 1: Clinton, Bush ve Obama dünyayı iklim başarısızlığına nasıl hazırladı? (ve Trump bunu bugüne kadar nasıl devam ettirdi)

En çok hasarın meydana geldiği dönem boyunca, iklim değişikliğinin tarihsel olarak en büyük sorumlusu olan ülkenin liderleri olarak, başkanlar Bill Clinton (1993-2001), George W Bush (2001-2009), Barack Obama (2009-2017) ve Donald Trump (2017-halen) belki de iklim aciliyetinden en çok sorumlu olan dört kişidir. Tarihsel bakış açımızdan, bu kişiler status quo’ya yatırım yapan ve uzun vadeli hayatta kalma yerine kısa vadeli düşünmeye öncelik veren bir sisteme başkanlık eden liderlerdir.  

Bill Clinton ve onun yardımcısı Al Gore, fosil yakıt endüstrisi ile doğrudan yüzleşmek yerine, piyasa temelli önlemlere ve teknoloji yatırımlarına odaklanarak bu otuz yılın gidişatını belirlemiştir. Milenyum (ve başkanlığı) yaklaştıkça ABD, sera gazını 1990’lardaki seviyesinde tutma yönündeki gönüllü hedefini dahi gerçekleştirmede başarısız olmuştur. 

Ardından George W Bush, ilk icraatlarından biri olarak Paris iklim sözleşmesinin selefi olan Kyoto protokolünden geri çekildi. Eski bir petrol adamı olarak sistematik bir şekilde iklim değişikliği biliminin altını oydu ve dezenformasyon ve geciktirme kampanyaları yürüttü. Bunlardan birinde bir petrol endüstrisi avukatını bilimsel raporların satırlarını editlemek ve sonuçları olduğundan daha az net göstermek için Beyaz Ev’in kilit bir görevine atadı. 

İkinci döneminin büyük çoğunluğunu iklim değişikliğine adayan Barack Obama, konu fosil yakıt endüstrisine geldiğinde “yukarıdakilerin tümü” politikasını izledi ve “enerji bağımsızlığı” adı altında, ABD’nin net ihraç eden petrol üreticisi olarak geri dönüşüne başkanlık etti. Görevi bırakmasının üzerinden yıllar geçmesine rağmen, ABD petrol endüstrisinin büyük ölçüde gelişmesindeki rolü hakkında övünmeye devam etti. Yakın zamanda kamuya açık olarak verdiği mesajlar ise acı verecek derecede az ve gecikmiş. 

Şimdi ise Donald Trump, dünyanın tek iklim inkarcısı olan devlet lideri, ABD’yi dünyanın en büyük petrol üreticisi yaparak ve aynı zamanda 150 çevre düzenlemesini elimine ederek ya da azaltarak Obama’nın mirasını daha da ileri götürüyor. Son zamanlarda yayınlanan bir rapora göre, sadece bu geriye gidişler tek başına önümüzdeki 15 yıl boyunca atmosfere 1,8 milyar ton karbon dioksit ekleyecek. Kendisinden önce gelen ABD başkanları olmasaydı Trump’un bunları gerçekleştirmesi mümkün olmazdı.   

Tüm bunları bir araya getirdiğimizde, bu dört başkanın iklim üzerindeki etkisi basit: Bilim bu konuda uzun zamandır çok net olmasına rağmen, ABD karbon emisyonları aslında 1990’dan beri artmaya devam etti.

Bölüm 2: Aşırı Tüketimin Normalleşmesi

Evet, soy adınız Bezos veya Branson değil ise, muhtemelen gezegende sizden daha büyük karbon ayak izine sahip birisi vardır. Bununla birlikte, büyük ihtimalle, benim de olduğum gibi, sizler de küresel servetin %10’unu oluşturan grubun içindesiniz, ya da en azından buna yakınsınız. Oxfam’ın yeni raporuna göre, bu küresel %10 – yani yılda 38,000 $’ın üzerinde kazananlar – geçtiğimiz 30 yıldaki toplam emisyonun yarısından fazlasından sorumlu. 

Burada belirtmek gerekir ki, aşırı tüketim, sistematik bir problem ve bireysel katılımcılar üzerinden yürütülen iklim suçluluğu konsepti, suçu kendilerinden uzaklaştırmak için, kısmen petrol endüstrileri tarafından üretilmiştir. Karbon ayak izi tabi ki önemli, fakat en önemlisi, kişisel kazançları için savurgan yaşam tarzlarını teşvik eden fosil yakıt ekonomilerimizi tasarlayan birkaç firmayı doğrudan desteklemek için boşa harcanan trilyonlarca dolarlık kamu yardımlarıdır. 

Bu lüks emisyonların birçoğu ulaşım için harcanmış durumda – uçak ve araç yolculuğu – ki bunlar dünyadaki insanların büyük çoğunluğu için sık yapılması çok pahalı olan faaliyetler. Bunun kısaltılmış ifadesi “iklim ayrıcalığı”dır (climate privilege) ve bu da bu sistemin ilk başta ortaya çıkmasına yardımcı olan sistematik ırkçılıktan başka bir şey değildir.

Son 30 yılda Çin’in izlediği yol bunu çok iyi örnekliyor. Bu zaman diliminin ilk üçte ikisi olan 1990 – 2010 arasında Çin’in emisyonlarındaki hızlı artış küresel emisyon büyümesinde en önemli faktör olmuştu. Bu artışın bir kısmı ABD, Avrupa ve diğer zengin tüketicilere yapılan ihracatlar kaynaklıydı, fakat büyük bir kısmı ise inşa edilen büyük şehirler ve Çin halkını yoksulluktan kurtarmak için gerçekleştirilmişti. Emisyonların zirve yaptığı 2008’de ise, Çin’in ihracatına gömülü olan emisyonlar ülke çapındaki toplamının sadece üçte birine tekabül ediyordu.

O zamandan bu yana, Çin’in kişi başına düşen emisyonu küresel ortalamanın üzerinde bir artış gösterdi ve Çin’deki zengin bireyler de tıpkı ABD ve Avrupa’daki zenginler gibi hava ulaşımı ve lüks tüketim modelini benimsemeye başladılar. 

Yakın bir zaman önce, Çin’in 2060 yılında sıfır karbon olma vaadi, uluslararası iklim aktivistleri tarafından övgüyle karşılandı. Tıpkı Biden’ın 2050 itibariyle sıfır karbon ABD için çalışma vaadi veya Avrupa’nın 2050 itibariyle sıfır karbon olmasını emreden kanunu gibi. Fakat bu hedefler halen çok uzak ve aynı ölçüde iddialı, hızla değişen bilimle temellenmiş kısa vadeli kararlarla desteklenmeye muhtaç. Çin vatandaşları değişim talep ettiler ve hükümetleri, sonunda onları gerekli ölçüde dinlemeye başlamış görünüyor. 

Bölüm 3: İklim konusunda onlarca yıldır süren organize inkâr ve geciktirme 

Son olarak belirtmeliyiz ki, karbon emisyonumuzu düşürmek yerine artıran şey, muazzam bir iklim inkâr ve geciktirme stratejisidir. Fosil yakıt endüstrisi onlarca yıldır, iklim değişikliği gerçekleri hakkında insanları kandıran reklamlar yaratmaları için – aynı zamanda The New York Times ve The Washington Post gibi büyük yayıncıların da pazarlama firmaları olan – firmaları kullanmışlardır. Harvard’lı tarihçi Naomi Oreskes’in tabiriyle, bu “şüphe tacirleri” öyle etkin olmuşlardır ki,  zaman akıp gittikçe, iklim şüphecilerine yanlış bir şekilde eşit muamele eden makalelerin sayısı artmış ve bu grubun stratejileri medyanın kendi içine de sızmıştır.

Son zamanlarda iklim biliminin inkârı iklim etkisinin de inkarının yolunu açmıştır. Hatta daha net bir ifadeyle, sonra derece tehlikeli olan iklim değişikliğinin önlenmesinin, bugün IPCC’nin de gerekli olduğunu söylediği, “toplumun her alanında geniş kapsamlı ve örneği görülmemiş” bir dönüşümle mümkün olduğunun da inkarına yol açmıştır. Bizler bunun yerine dört çekerlerimizi (SUV’lar) kıyamete doğru sürmeye devam edeceğiz – ki bu durumda şu an bildiğimiz hayatı korumamız için nasıl bir dönüştürücü değişimin gerekli olacağını bir düşünün.

Sonuç olarak, kademeli ufak değişimlerin savunuculuğunu yapmanın pratik etkisi, kalan zamanımızda bu problemi düzeltmekteki tek ümidimizin büyük çapta yapılacak değişimlerde olduğu gerçeğini ertelemiş olmaktır. İklim hareketini geciktirmek, sadece zararlı hayat tarzlarını korumayı tercih edenlerimizin işine yarar.

Çizgi roman yazarı Douglas Rushkoff’un iddia ettiği gibi, zenginler bizi arkada bırakmayı planladılar ve şimdi kaçış kapsüllerine bindiler bile. Küresel perspektifte, bazen kaçış kapsülünün içinde olanlar bizlerizdir.   

Son 30 yılın bizi getirdiği yer

Tür olarak, iklim değişikliğinin yarattığı tehdidi görmezden gelecek konforlu cehalet duvarını çoktan aştık. Bu bir suçlama ya da yargılama değil, bir gerçek. Dünyada iklim değişikliği gerçeği ve sonuçları kendisi için hep çok net olmuş yüz milyonlarca kişi var. 

30 yılın sonrasında, iklim değişikliğinin hikayesini çok iyi biliyoruz.

Aynı tas aynı hamam hikayesi şöyle başlar. İşler kötü. Aslında, düşündüğünüzden de kötü. Fakat biraz daha fazla güneş panelimiz olursa dünyayı kurtarabiliriz.  

Neredeyse hiç tekrarlanmayan sözler ise bu problemi çözmek için gerekli olanlar hakkında en çok bilgiye sahip bilim insanlarının sözleri. Öyle bir noktaya geldik ki, hayal edilebilecek en radikal değişim bile bize ekosistemimizi korumada sadece yazı tura atmak kadar şans verecek. Radikal olmak için daha iyi bir sebep olabilir mi?

Yeni deliller, gezegenimizin onlarca milyon yıldır hiç bu kadar hızlı ısınmadığını gösteriyor. Bilerek problemi daha kötüleştirmeye devam edersek neler olacağını tam olarak bildiğimizi düşünüyorsak kendimizi kandırıyoruz. Mümkün olan en direkt ifade ile: iklim değişikliği türümüzün daha önce hiç karşılaşmadığı, benzersiz bir varoluş tehdididir. 

Dünyayı kurtarmak için kar amaçlı model işe yaramayacak çünkü iktidardaki kişilerin amacı “dünyayı kurtarmak” değil. Onların tek amacı, sonlu bir gezegende sonsuz büyüme. 

O zaman bu yolda devam edersek oyunun sonu ne? Güneş sistemini lüks içinde gezebilecek, aşırı zengin olan birkaç kişi için, Elon Musk stili bir hayatta kalma düzeni.

Veya, devrim.

(Eric Holthaus'un bu yazısı The Correspondent'ın internet sitesinde yayınlandı ve Özge Atılgan tarafından Açık Radyo ve Yeşil Gazete için Türkçeleştirildi.)



Bültene kayıt ol