Biyoçeşitlilik krizi ve liderlerin göstermelik adanışı

11.10.2020 - 09:29

Makalede, geçen hafta New York’ta düzenlenen Biyoçeşitlilik Zirvesi’nin sonuçları tartışılıyor. 

Deniz ve okyanus ekosistemleri hem plastik kirliliği hem de küresel ısınma yüzünden zincirleme bir yıkıma maruz kaldı. Yağmur ormanlarına özgü böcek türleri kaybolmaya yüz tuttu, böcekler kayboldukça sürüngenler, kuşlar ve memeliler de tükeniyor. Tarım ilaçları arıların sonunu getiriyor. Ekosistemler parçalandı, habitatlar onarılamaz zarara uğradı.

Friedrich Engels “Maymundan İnsana Geçişte Emeğin Rolü” başlıklı makalesinde, sermayedarlar sadece yakın geleceğe odaklanıp bir an evvel kâr etmeye çalıştıkları için geri kalanını umursamıyorlar diyordu; “Küba’daki İspanyol yetiştiriciler, yüksek oranda kâr sağlayan tek kuşaklık kahve ağaçlarını yetiştirmek için ihtiyaç duydukları gübreyi, dağların yamaçlarındaki ormanları yakıp küllerinden elde ederken buna aldırış ettiler mi?”

Etmediler elbette. Üstelik artık çok daha yıkıcılar. Türler, eşi benzeri görülmemiş bir hızla tükeniyor. 

BM Marx’ı farkında olmadan onayladı

Geride bıraktığımız günlerde New York’ta gerçekleştirilen Birleşmiş Milletler (BM) Biyoçeşitlilik Zirvesi’ne katılan 60’tan fazla ülke bu sorunu masaya yatırdı. Trump ve Bolsonaro, beklenebileceği üzere, zirveye iştirak etmediler.

İçinden geçmekte olduğumuz salgın krizi gündemi daha fazla meşgul etti, biyoçeşitlilik ve iklim krizinin 2030’a kadar çözülmesi kararlaştırılmış olsa da planların çoğu salgın sonrasına ertelendi.

İmzalanan taahhütname, önümüzdeki on yıl içinde türlerin tükenişine son verilecek adımlar atılacağını söylüyor. İyi taraflarından biri nihayet iklim krizi, yoksullaşma, biyoçeşitlilik krizi, toplumsal eşitsizlik ve pandemi gibi birçok sorunun birbirleriyle temelden bağlı olduklarının bu taahhütnamede kabul edilmiş olması. Diğer bir deyişle, Marx’ın ‘metabolik yarılma’ olarak adlandırdığı kuramı, yani sermayenin yerküredeki yaşam destek sistemlerimize verdiği zararın insan ve doğa arasında geri dönülemez bir yarık oluşturduğuna dair çözümlemesi kabul görmüş oldu. Taahhütnamede bu şekilde dile getirilmemişti tabii ama imzaladıkları buydu.   

İşin aslı, siyasi iktidarlar bir yandan bu atılımlara iştirak ederken, diğer taraftan tüm bunların müsebbibi olan fosil yakıt endüstrisini desteklemeye devam ediyor. Daha önce de Paris Sözleşmesi’nde ya da Katowice müzakereleri veya Japonya’daki Aichi Biyoçeşitlilik Zirvesi’nde benzer taahhütler verilmiş, ancak sorunların aciliyeti karşısında yetersiz kalan sözlerin çoğu zaten yerine getirilmemişti. 

Çin’in büyük sürprizi

Zirvenin sürprizi kuşkusuz Çin’den gelen karbon nötr taahhüdüydü. Başkan Xi Jinping, 2060’tan önce bu hedefe ulaşacaklarını duyurdu. Umut vaat edici görünse de 2060, yaşanmakta olan krizin boyutları, şiddeti ve artışta olan hızı düşünüldüğünde çok uzak bir hedef. Yine de etkisi olabilir. Hatta dünyanın en büyük kirleticilerinden biri olan Çin ekonomisi ölçeğinde düşünülürse, küresel ısınmayı 0,2 derece civarında azaltabileceği söyleniyor.

Peki ısınmayı azaltmayı taahhüt eden diğer ülkeler ne yapıyor? Yaklaşık 200 ülke vardı Paris Sözleşmesi’ne imza atan. Hemen harekete geçmesi gerekenler, en büyük kirleticiler. Yani ABD ve AB. Trump ülkesinin taahhüdünü geri çekti. Üstelik ABD, tarihsel emisyonların yüzde 26’sından sorumlu. AB’de de durum pek iç açıcı değil. AB ülkelerinin tarihsel emisyonlardaki payı ise yüzde 22 civarında. Çin güncel küresel emisyonlarda önemli bir paya sahip olsa da gerçekte tarihsel emisyonların yüzde 13’ünden sorumlu sadece. Ve dünyayı tek başına kurtaracak kadar da güçlü değil. Ne de olsa ondan büyük fosil yakıt endüstrisi var. 

Son 30 yılda, küresel emisyonların yüzde 71’i 100 fosil yakıt şirketi tarafından gerçekleştirildi. Tarih boyunca salınan karbonun yüzde 52’sinin sorumlusu da yine aynı şirketler. 

Kapitalizm bir fosil yakıt sistemi. Bu krizleri sonlandırmak istiyorsak, önce fosil yakıt endüstrisini bitirmemiz gerekiyor.

***

Erdoğan ne diyor?

2030’a kadar, ısınmayı 1,5C’de sabitlemeliyiz. Başarı ihtimalimiz, boşa harcanan her bir yılda biraz daha düşüyor. Bunun sebebi teknik zorluklar değil, hatta o anlamda hiçbir sorun yok. Yol haritası ortada, fosil yakıtları yerin altında bırakmamız ve yenilenebilir enerji yatırımları yapmamız gerekiyor. 

Gerçeğimiz buyken, bir fosil yakıt olan doğalgazı müjdeleyen Erdoğan Biyoçeşitlilik Zirvesi’ne gönderdiği konuşma kaydında, “Tarihi mesuliyetimiz yok denecek kadar az olmasına rağmen iklim değişikliği ile mücadelede en ön saflarda yer alıyoruz” diyordu.  

Erdoğan’ın “yaptık” diye saydıklarıysa şunlar: “4,5 milyar fidan diktik”, “Türkiye’nin gen kaynaklarını oluşturan bitki çeşitlerini koruma altına aldık”, “Biyolojik çeşitliliğin korunması, sürdürülebilir kullanımı ve restorasyonuna yönelik küresel çabalara destek veriyoruz.” Bunların hangisi ne ölçüde yapıldı, ne kadarı sürdürüldü, bir işe yarıyor mu tartışılır. 

Şimdi gerçeğe bakalım. 

Türkiye fosil yakıt sübvansiyonları konusunda şeffaf davranmıyor ama G20’nin 2015 raporuna göre, yıllık tahmini 300 milyon ile 1,6 trilyon dolar arasında destek akıtıyor. Emisyonlarımızın büyük kısmı fosil yakıtlardan kaynaklanıyor. En çok emisyon gerçekleştiren ilk 20 ülke arasındayız ve bunun en büyük sorumlusu termik santrallerimiz. Ekonomik büyüme planlarımız da daha fazla kömüre, daha fazla doğalgaza dayalı. 

Emisyon yoğunluğu en hızlı artan ülkelerden biri olsak da Paris Sözleşmesi’ni onaylamadık. AB raporlarına göre, 2030 hedeflerini gerçekleştirmekten çok uzağız, zaten taahhütlerle uyumlu bir strateji yürütmüyoruz. 2020’den önceki dönemi kapsayan tek bir eylem sözümüz bile yok. BM raporları ise, 2030’da kişi başına düşen emisyon miktarımızı (böyle gidersek) iki kat artıracağımızı söylüyor. 

Emisyonlarımızı azaltmak için 20’den fazla uluslararası finansman desteği aldık, en çok destek alan beşinci ülke olduk fakat bu yönde tek bir adım atmış değiliz. Üstelik olağanüstü bir yenilenebilir enerji potansiyelimiz var.

Tuna Emren

(Sosyalist İşçi)



Bültene kayıt ol