İklim krizi büyüyor, etkileri artıyor, bu olağanüstü küresel değişimden kaynaklanan iklim felaketleri ise üst üste yığılarak geliyor. Yani işler hiç iyi gitmiyor.
Buzullar, iklim bilimcilerini bile şaşırtan bir hızla erimeye başladı. Kuzey Buz Denizi’ndeki buz kaybı öyle korkutucu seviyeye ulaştı ki, bu hızda erimeye devam ederse 2030’da buzulsuz Arktik yazlarına şahit olacağız. Bu sırada okyanuslar da ısınıyor. Ve beraberinde deniz seviyesi de yükseliyor. Kasırga ve tayfunlar ile sellerin sıklığı ve etkisini artıran da bu. Deniz seviyesinin yükselmesi sadece adalar ve kıyı bölgelerini tehdit etmeyecek; yüksek rakımdaki yaşam ve hatta dağlar bile, azalan buzul miktarı yüzünden, dolaylı olarak etkilenecek. Tabii okyanuslar ısındıkça kimyaları da değişiyor. Resifler günbegün ölüyor örneğin. Küresel ısınma ortalamasını 1,5C’de tutmayı başarabilsek bile resiflerin %90’ını kaybetmiş olacağız –ki bu da okyanus ekosistemlerinin hızla çökeceği anlamına gelir.
Bir iklim OHAL’i yaşanıyor. Karşılaşacağımız felaketler saymakla bitmez, ama kapıda öyle bir tanesi var ki bundan bahsetmeden de olmaz. Çünkü bununla nasıl başa çıkabileceğimiz konusunda hiçkimsenin bir fikri yok: Kuzey Kutup Bölgesi’ndeki yüzey buzları çözülüyor.
Yüzeye çok yakın olan permafrost toprağı, yani üzerinde bitkilerin yetişebildiği donmuş topraklar olağanüstü miktarda organik karbon içerir. Bunun sebebi, alt katmanda biriken ölü bitkiler. Donmuş toprakların alt katmanlarında bulundukları için bugüne dek çürüyüp çözünemediler. Normal koşullarda, permafrostun en üst katmanı yıl içinde eriyip tekrar donar. Aktif katman denilen bu tabaka, kutup bölgesine yaklaşıldıkça inceliyor. Sorun şu ki; artık normal koşullarda değiliz. Şimdi permafrost buzu da erimeye başladı. Buzların altındaki toprak ve su açığa çıktıkça, mikroplar topraktaki bitki karbonlarıyla etkileşime girmeye başlıyor ve sonuçta permafrostun erimesiyle birlikte atmosfere salınan CO2 yoğunluğu artıyor. Aynı zamanda (yine çok tehikeli bir seragazı olan) metan da salınıyor. Üstelik çok yoğun miktarlarda…
Permafrost toprağında, tarih boyunca hiç karşılaşmadığımız için bağışıklık sistemimiz tarafından tanınmayan antik bakteri ve virüsler de mevcut. Bunlar da açığa çıkıyor elbette. Aşina olduğumuz bir virüs ailesinden (koronovirüslerden) olan Covid-19’la bile başa çıkmakta nasıl zorlandığımız ortadayken, 400 bin yıl boyunca burada korunmuş mikroorganizmalarla karşılaştığımızda ne olacak? İnsanlık böyle bir sınava hazır mı?
Türkiye, yenilenebilir enerji cennetine dönüştürülebilir
Emisyonlarımızın büyük kısmı fosil yakıtlardan. Başta, elektrik üretiminde kullandığımız kömür, yani termik santraller geliyor. En fazla emisyon değerine sahip ülkeler listesinde ilk 20’den, sadece birkaç yıl içinde 15. sıraya yükseldik. Bizden yukarıda tek bir Avrupa ülkesi var; Almanya. Ve o bir sanayi ülkesi. Dolayısıyla emisyonlarını bir anda azaltması beklenemez -ki bu konuda yoğun bir çalışma yürütüyorlar.
Peki biz neden bu kadar yoğun emisyon değerine sahibiz? Tabii ki kömür yüzünden.
Paris Anlaşması uyarınca emisyonlarımızı 2030’a kadar %21 düşürme taahhütünde bulunmuştuk. Anlaşmayı imzaladık fakat onaylamadık. “2030 İklim ve Enerji Çerçevesi” ile uyumlu bir strateji de yürütmüyoruz. Climate Action Tracker’ın derecelendirmesi şöyle diyor; diğer ülkeler de bizim gibi davranmaya başlarsa, ısınmanın 4C’nin üzerine çıkacağı bir senaryoyla karşı karşıya kalabiliriz.
Böyle gidersek (BM tahminlerine göre) 2030’daki nüfus artışıyla beraber, kişi başına düşen emisyon miktarımızı ikiye katlıyor, günümüz dünya ortalamasının üstüne çıkıyoruz.
Yerli üretim çok kısıtlı. Fosil yakıt ithalatında Rusya’ya bağımlıyız. Enerji politikamızsa, ekonomik büyüme için gerekli olduğunu öne sürdüğümüz ve yerli kömürle sağlandığı farz edilen arz güvenliğine dayanıyor. Ekonomiyi kömürle büyütmek gibi, mevcut konjonktürde akla, mantığa sığmayacak tuhaf bir takıntımız var. Oysa Avrupa’nın en büyük yenilenebilir enerji potansiyeline sahip ülkelerinden birisiyiz. Sadece güneş enerjisinde değil, rüzgar ve jeotermal açısından da ayrıcalıklı bir konumda bulunuyoruz. Doğal Hayatı Koruma Vakfı WWF ve Bloomberg New Energy Finance BNEF’in ortaklaşa raporu (2014); Türkiye’nin rüzgar, güneş ve hidrolektrik enerjisini arttırarak (emisyon ve hava kirliliğin azaltılmasına bağlı faydalar hesaba katılmadan bile) enerji talebini, kömürle planlanan büyümeyle aynı maliyete karşılayabileceğini ortaya koydu. Yani 2030 hedefine yenilenebilir enerjiyle ilerleyebiliriz.
Isınma hem sıcaklığı yükseltiyor hem de buharlaşmayı artırdığı için, dünyanın bir kısmı yakıcı sıcaklara maruz kalırken, bir kısmı tayfunlar, kasırgalar ve sellere teslim oluyor. Bilim, yakın gelecekte bizi öldürücü sıcak hava dalgalarının beklediğini gösterdi. Üstelik git gide yayılacaklar; sayıları ve yaşanma sıklıkları da artacak, ve süreleri uzayacak. Akdeniz havzası da riskli bölgeler içinde: IPCC raporları, 1,5C’nin üzerine çıkıldığında çölleşmenin kaçınılmaz olacağını söylüyor. Çölleşme, bitki örtüsü değişimi demek. Ve Türkiye’deki ortalama sıcaklık artışı şimdiden 1,5C’ye ulaştı.
Enerji politikamız değişmezse, halihazırda 1.500 metreküp olan kişi başı su kullanım miktarı; 2030’da 1.100 metreküp seviyesine, 2040’larda ise 700 metreküplere düşmek zorunda. Çünkü topraklarımızın %25’i yüksek, %53’üyse orta derecede çölleşme riskiyle karşı karşıya.
Umudumuz ‘Yeni Yetişkinler’
O gün bardaktan boşalırcasına yağan yağmura rağmen on binler sokaklardaydı. İsveçli iklim aktivisti Greta Thunberg’in de katıldığı 28 Şubat Bristol İklim Eylemi ‘yeni yetişkinlerin’ ne kadar dirayetli ve azimli olduklarını gösterdi bir kez daha.
Thunberg henüz 17 yaşında kararlı, cesur, açık sözlü, pırıl pırıl bir lider. Bristol polisi, şehri ele geçirip trafiği durduran gençler karşısında ne yapacağını şaşırmışken, Thunberg, “Dünya yanıyor!” diyordu o sırada çıt çıkarmadan dinleyen on binlere hitap ettiği konuşmasında. Kendisinden önceki nesillerin yapamadığını yapıyor, medyanın ve politikacıların maskesini düşürürken dümdüz söylüyor gerçeği; “Ve onlar da pisliklerini halının altına süpürüyorlar.”
“Aktivizm işe yarıyor: Harekete geçme zamanı! İktidar sahipleri tarafından ihanete uğradık.”
“Liderlerimiz çocuklar gibi davranıyor, bizleri yetişkin rolünü oynamaya zorluyorlar. Bizi yüzüstü bıraktılar ama asla vazgeçmeyeceğiz.”
“Böyle olmamalıydı… Fakat biz o rahatsız edici gerçeği dile getirmek zorundayız: Pisliklerini halının altına süpürüyor, çocukların temizlemesini bekliyorlar!”
“Bizi susturamayacaklar. Çünkü değişim biziz. Ve değişim geliyor; isteseler de istemeseler de…”
Harekete geçme zamanı. Değişim zamanı. Beşinci Küresel İklim Grevi’nde; 3 Nisan’da gezegeni ve geleceği istediğimizi göstermek, mücadeleyi büyütmek, sesimizi yükseltmek için sokaklardayız.
Yaşamak istiyoruz.
Ve biz kazanacağız!
Tuna Emren
(Sosyalist İşçi)