COP25: Felaketi durdurmayı değil karbon vergisini konuşuyorlar

06.12.2019 - 09:56

Paris Anlaşması’na taraf olan 197 ülkenin katılımıyla gerçekleştirilen Birleşmiş Milletler İklim Zirvesi 25. Taraflar Konferansı COP25, yani taahhütlerin uygulanmaya başlanacağı 2020 yılı öncesindeki son zirve devam ediyor.

Anlaşmanın ne ölçüde uygulandığının değerlendirilmesi amacıyla düzenlenen zirvenin gündeminde; ülkelerin iklim krizini çözmek adına sunacağı yeni planlar, karbon piyasaları ve kayıp-zarar tartışmaları var.

Kayıp ve zarar tartışmaları, iklim krizi kaynaklı ekonomik ve sosyal kayıplara odaklanırken, karbon piyasaları konusu da karbon ticaretinin etrafında şekilleniyor.  

Şili’nin başkenti Santiago’da gerçekleştirilmesi planlanırken, ülkedeki kitlesel isyandan dolayı Madrid’e taşınan zirvede başkanlığı yine Şili yapıyor.

IPCC raporları değerlendirilecek (mi?)

Paris Anlaşması’nda, Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’ne (IPCC) üç adet rapor hazırlama görevi verilmişti; 1,5C’lik Isınma, Arazi Raporu, Okyanus ve Buzullar Raporu.

IPCC bu raporları tamamladı. Şimdi zirvede değerlendirilmeyi bekliyorlar.

Peki gerçekten öyle mi olacak?

Önce raporların ne söylediğine, ardından COP25’in gündemine bir göz atınca, müzakerelerin krize çözüm sunmaktan uzak hedefler, bu hedeflere yönelik göstermelik vaatler ve (karbon ticareti gibi) bilimsel gerçeklerle örtüşmeyen stratejiler etrafında şekillendiğini görebiliriz.

1,5C’lik Isınma özel raporu, iklim krizinin boyutlarını gözler önüne serip gerçeklerle yüzleşmemiz gerektiğini göstermişti. Özellikle vurguladığı nokta, hedefin 2050 değil, 2030 olması gerektiği. Yani küresel ortalama sıcaklık artışını maksimum 1,5C olacak şekilde hedeflememiz gerekiyor ve bunu 2030’a dek başarmalıyız. Oysa ülkelerin eylem planları genellikle 2050’ye odaklanıyor.

Emisyonları hemen şu anda sıfırlasak bile 1,5C’lik ısınma kaçınılmaz. Bunun sebebi, yakın geçmişteki emisyonlarımız. Rapor, insan nüfusunun yoğun olduğu bölgelerde şimdiden 1,5C’ye ulaşıldığını, böyle devam edersek 2C’yi görebileceğimizi de söylüyor.

Arazi ve Okyanuslar raporlarındaysa Türkiye’nin de içinde bulunduğu bazı bölgelerdeki çölleşme riskinin ne kadar yüksek olduğu, buzulların nasıl da beklenenden hızlı eridiği gibi korkunç gerçeklerle yüzleştik. Bunlar tamamen bilimsel verilere dayanan raporlar. Karşı karşıya kaldığımız durumu son derece net verilerle özetlerken, örneğin 1,5C’yi aşmamayı başarabilsek bile ılıman sulardaki resiflerin %90’ını kaybedeceğimizi söylüyorlar.

Hülasa, 15 yıldan kısa bir süre içinde net sıfır karbon hedefine ulaşmamız lazım. Emisyon değerlerini %45 oranında düşürebilirsek, 2050’de sıfır karbona ulaşabiliyoruz. Fakat eylem planlarını 2030’a odaklanarak uygulamak zorundayız. Çünkü süre ne kadar uzarsa, hedefi tutturmak o kadar zorlaşıyor.

Bu arada 2C’lik ısınmayı görürsek, çok daha fazla çabalayarak 1,5C’ye geri dönmek zorunda kalacağız. Ve 1,5C’lik hedef tutturulsa bile, orta kuşak enlemlerde ısınmanın etkisi, özellikle yaz aylarında, 3C’lik ısınmaya eşdeğer olacak. Ekvatora uzak enlemlerde, yani kutuplara yakın bölgelerdeyse kış aylarında 4,5C’yi bulabileceği söyleniyor. Yüksek enlemlerde etkinin artması, ısınmanın hızlanması anlamına geliyor.

Durumu mevcut konjonktüre dayanarak değerlendirecek olursak; 2030’da 1,5C’lik hedefi tutturmanın pek kolay olmayacağı anlaşılıyor. Her şeyden önce uluslararası bir işbirliği ve nesiller boyunca sürdürülecek bir adanmaya ihtiyaç var.

İşte COP25’in asıl gündemi bu olmalıydı.

Geleceği bu hedefler ve mevcut taahhütlerle kurtarmak mümkün mü?

Birleşmiş Milletler Çevre Programı’nın (UNEP) paylaştığı son raporlar Paris Anlaşması’ndaki hedef ve taahhütlerin yetersiz olduğunu açıkça dile getiriyor.

Emisyon Açığı (Emission Gap) ve Üretim Açığı (Production Gap) adlı yeni raporlar, ülkelerin fosil yakıtlara dayanan planlarını değerlendirip, 1,5C hedefiyle örtüşüp örtüşmediğe odaklandı.

Hedeflerinde, ısınmayı 1,5C ile sınırlandırmak için aşılmaması gereken fosil yakıt kredilerini %120 aştıkları görülüyor. Yani bu planlarda olması gerekenden %120 daha fazla fosil yakıt var, diyor raporlar: Mevcut hedef ve taahhütlere güvenirsek, en ılımlı tahminle, yüzyılın sonunu göremeden 3,2C’lik ısınmayı göreceğiz.

Gerçekçi bir çaba için hedeflerin tekrar güncellenmesi ve emisyonların yılda minimum %7,6 oranında azaltılması gerektiği belirtilmiş.

UNEP raporları, bu işi fosil yakıtlara veda etmeden başaramayacağımızı söylüyor. Paris Anlaşması ülkeleriyse fosil yakıt yatırımları ve sübvansiyonlarına devam etmekte bir beis görmüyorlar. Sonuçta krizin asıl sorumluları aklanıp korunuyor, emisyonlar artıyor, ‘üretim açığı’ derinleşiyor.

Kasım’ın sonunda yayımlanan Dünya Meteoroloji Raporu, emisyon artışının rekor seviyelerde olduğunu gösterdi. Uluslararası Ekoloji Fonu (FEU) raporları da Paris Antlaşması'nda yer alan 184 ülkeden 136'sının, hedeflenen karbon emisyonu değerinin üzerine çıktığını doğruluyor.

Karbon Vergileri ve Emisyon Ticareti

Elimizdeki bilimsel veriler, hedeflenmesi gereken en doğru tarihin 2030 olduğunu ortaya koydu. Deneyip başaramasak bile, 2030’a kadar alınan yol sayesinde, bu uğurda kaydedilebilecek en büyük başarıyı sergilemiş ve (başarı ihtimalinin çok düşük olacağını şimdiden bildiğimiz 2050 hedefiyle kıyaslandığında) kendimizi daha yaşanabilir bir dünyada bulmuş oluruz.

İşe yaracağına emin olduğumuz bir acil durum planını devreye sokmanın zamanı geldi: Karbon salımlarını hızla azaltmanın yolu, fosil yakıtlara son vermekten geçiyor.

COP25 müzakerelerinde bu gerçeğin çevresinden dolanıp yanlış hedefler ve yetersiz taahhütlerde bulunan ülkelerin asıl gündemi karbon vergileri ve emisyon ticareti oldu.

Küresel emisyonların azaltılmasına katkı sağlayabileceği bile şüpheli olan böyle bir mekanizmayla kendilerini, karbonsuzlaşma politikaları üzerinden temize çıkarma fırsatı bulmuş oluyorlar ki bu da sonuçta ‘sıfır karbon’ hedefine erişimi zorlaştıracak. Nitekim Kyoto Protokolü’nün ana bileşenlerinden biri olan ve Temiz Kalkınma Mekanizması (TKM) çerçevesinde sunulan ‘karbon dengeleme’ stratejisi de artan emisyonlardan azaltım yapmayı teşvik ediyordu.

AB’nin Emisyon Ticaret Sistemi maalesef emisyonların gerçek etkilerine yakışır bir karbon fiyatlandırması yapamadı. Fosil yakıt altyapısının kullanımını teşvik eden bu sistemler, çözmeye çalıştığımız krizi daha da büyütüyor.

Önümüzdeki yıl, 2015’de belirledikleri hedefleri yenilemeye hazırlanan taraflar zirve boyunca, iklim krizi karşısında nasıl bir mücadele yürütmemiz gerektiği üzerine tartışmaya devam edecekler. Fakat amaçları, fosil yakıt sübvansiyonlarını sonlandırmak değil. Henüz oraya gelemedik. Yenilenebilir enerji yatırımlarının artırılması ya da gelişmekte olan ülkelerin fosil yakıt bağımlılığını ortadan kaldırmaya yönelik adımların atılması gibi konular yerine şimdilik emisyonları nasıl ücretlendireceklerini tartışmayı tercih ediyorlar.

Tuna Emren



Bültene kayıt ol