Türkiye kapitalizminin iklim değişikliğindeki payı nedir? Erdoğan'ın BM İklim zirvesinde yaptığı konuşmayı ve AKP'nin iklim politikalarını Antikapitalistler'den Nuran Yüce'ye sorduk.
Türkiye'nin iklim değişikliğine katkısı nedir?
Nuran Yüce: Öncelikle şunu söyleyeyim: Tarihsel olarak iklim değişikliğine katkısı diğer gelişmiş ülkeler kadar olmasa da günümüzdeki politikaları, iklim değişikliğine karşı oluşturduğu politika ve artan emisyon miktarı açısından Türkiye iklim değişikliğinden sorumludur.
İklim değişikliği doğal bir süreç, doğal bir değişim değil. Herhangi bir doğal afet halinde yetkililer şöyle açıklamalar yapıyorlar “Ne yapalım, iklim değişikliği var. İklim değişikliğinin şiddetlendirdiği bu doğal afet karşısında elimizden bir şey gelmiyor” diyorlar. Hayır! İklim değişikliği kendiliğinden olan bir süreç değil, bir kader de değil. Fosil yakıt kullanımı, yeni havalimanları, otoyol projeleri, kentlerin betona boğulması, tarım ve ormanlık arazilerin yok edilmesi atmosfere daha fazla karbondioksit salımı iklim değişikliğine yol açıyor ve Türkiye bu politikaları hırsla hayata geçiren bir ülke.
Türkiye’nin iklim değişikliğini durdurmak için oluşturduğu politikalar da tam bir aldatmacaya dayanıyor. Paris Anlaşması’nı Türkiye 2016 yılında imzaladı. Ama şu ana kadar TBMM’de onaylanmadı. Şu an Paris Anlaşması'nın Türkiye için hiçbir anlamı yok. 195 ülkeden 186’sı anlaşmayı meclislerinden geçirmiş durumda. Kalan 9 ülke arasında Türkiye'de var. New York’taki İklim izrvesi sırasında bu ülkelerin de anlaşmayı onayladıklarına dair açıklama yapmaları bekleniyor. Fransa ve Almaya, BM ve Dünya Bankası ile birlikte Türkiye’nin Paris Anlaşması’nı meclisten geçirmesi için özel bir “finans paketi” teklifi sundukları söyleniyor. Paris Anlaşması gelişmiş ülke kategorisinde yer alan ülkelerin (ki Türkiye kendini bir tarihte böyle konumlandırmış durumda) iklim fonlarından faydalanmamasını içeriyor. Türkiye'yi yönetenler ise 'iklim fonlarından faydalanmazsam anlaşmayı imzalamam' diyor. İlk bakışta tarihsel olarak iklim değişikliğine diğer gelişmiş ülkeler kadar katkısı olmamış bir ülkenin bu talebi haklı ve adil gibi görülebilir. İklim adaleti aktivistleri de yıllardan beri iklim krizine katkısı az ama bundan en fazla etkilenecek ülkelere her türlü desteğin ( finans, teknoloji, bilgi aktarımı vs) koşulsuz bir biçimde verilmesini savunuyor. Ama Türkiye hükümetinin iklim fonlarından faydalanma talebini iklim adaleti talebi içinde görülmesi, konuşulması, değerlendirilmesi mümkün değil. Çünkü hem iklim krizinin geldiği aşama hem bizzat Türkiye’nin uzun zamandır iklim krizini şiddetlendirici politikaları ve geleceğe ilişkin planları bu iklim fonlarından faydalanma talebini anlamsızlaştırıyor. Türkiye’nin sorumluluğunun üzerine kalın bir perde örtülmesine neden oluyor.
Paris Anlaşması'ndan söz eder misin? Bu anlaşma iklim krizinin durdurulması için yeterli mi?
Nuran Yüce: İklim krizini durdurmak için Paris Anlaşması çok yetersizdir. Günlerdir dünyanın dört bir yanında sokağa çıkan milyonlarca insan bu yetersizliğe işaret edip, daha radikal tedbirlerin alınmasını istiyor. Paris Anlaşması, küresel sıcaklık artışının 2, mümkünse 1,5 derecede sınırlandırılmasını hedefliyor. Bu hedefe ulaşmak için de taraf ülkelerin karbon emisyonlarında yapacağı azaltım planlarını içeren INDC (Kesin Katkılar İçin Ulusal Niyet Beyanları) talep edildi. Bu kadar esnek ve hedeflere ulaşmada sorunlu olan bir anlaşmaya Türkiye’nin sunduğu Ulusal Katkı Niyet Beyanı ise tam bir eylemsizlik planı. Türkiye şunu söyledi: “2030’a kadar herhangi bir iklim politikası uygulamazsam ulaşacağım emisyon miktarı 1.175 milyon ton CO2 olacak. 2030’da 929 milyon ton C02’ye düşmeyi planlıyorum, böylece %21 azaltım yapıyorum.” Türkiye’nin açıkladığı artıştan azaltım hedefi iklim değişikliğini durdurmak için ihtiyaç duyulan hedeflerden çok uzak olduğu gibi gerçeği de yansıtmıyor. Hiçbir gerçekliğe dayanmayan kağıt üzerinde büyük büyüme hedeflerine dayanarak fosil yakıtların kullanımında, bu sektörlere teşvikler verilmesinden vazgeçilmeyeceğini açıklamış oldu.
Kömürle çalışan yüzlerce termik santral var ya da kuruluyor.
Nuran Yüce: Avrupa İklim Ağı daha geçen hafta Küresel Kömürden Çıkış Listesi rapor yayınladı. İsmine aldırmayın dünya kömürden çıkmıyor, kömür şirketleri genişlemeye devam ediyor. İklim krizinin başlıca sorumlusu fosil yakıt şirketlerine teşvikler verilmeye devam ediyor. 60 ülke yeni kömür santralı açmayı planlıyor. Bu kömür santralleri açılırsa dünyadaki kömürlü termik santral kurulu gücü %29 artacak. 746 şirketin 400’ü kömür faaliyetlerini artırmayı planladıkları da bu raporda yer alıyor. Ve bu şirketlerin arasında Türkiye’den 17 şirket yer alıyor. Avrupa’da kömür madenciliği sektöründeki 23 şirketten 9’u Türkiye’de faaliyet alanını genişletiyor. Türkiye’nin 2023 yılı hedefleri arasında tüm yerli kömür kaynaklarının kullanılması, kömür ithali de öngören büyüklükte yeni kömürlü termik santral yapımı bulunmakta. Bu planlara sahip herhangi bir ülke için iklim değişikliğini durdurma konusunda bir çaba içinde olduğu söylenemez.
Son olarak Türkiye’nin artan emisyon oranlarından bahsedebiliriz. Türkiye’nin 2017 yılı toplam seragazı emisyon miktarı 1990 yılına göre %140,1 arttı. Seragazı emisyon miktarı 2016 yılına göre yaklaşık %6 oranında arttı. Bu veriler devletin resmi kuruluşlarından, TÜİK’in açıkladığı veriler. Kişi başına düşen seragazı emisyon miktarı 2016 yılında 6,3 ton karbondioksit olan değer 2017’de 6,6 tona yükseldi. İster gelişmiş ülke kategorisinde yer alsın ister az gelişmiş Türkiye bu artış hızları açısından ilk sıralarda yer almakta ve iklim değişikliğine katkısı bulunmaktadır.
Erdoğan'ın BM'de söyledikleri iklim krizine çözümün neresinde duruyor?
Nuran Yüce: Greta Thunberg, BM İklim Zirvesi sırasında yaptığı muhteşem konuşmasının bir yerinde devlet yöneticilerinin açıklamalarını “… boş sözler” olarak niteledi. Erdoğan’ın konuşması, gerçeklikle alakası olmayan bir konuşma. Konuşmasının herhangi bir yerinde Türkiye’nin karbon emisyonlarında ne kadar azaltıma gideceği, Paris Anlaşması için sunulan Ulusal Niyet beyanının revize edildiğine ve daha fazla azaltım yapacağına ilişkin, fosil yakıtlara desteğini çekeceğine dair bir şey söylemedi. Bunun yerine olmayan liderliklerden bahsedildi. Örneğin “Türkiye yenilenebilir enerjide bölgesinde lider, halihazırda elektriğin %30’dan fazlasını yenilenebilir enerjiden karşılıyoruz. Yenilenebilir enerjinin elektrik üretimindeki payını 2023 yılında yaklaşık %39 seviyesine yükselteceğiz” demiş. Oysa yenilenebilir enerji kaynaklarının ağırlıklı kısmı HES’lerden oluşuyor. “İklim değişikliği ile mücadele ediyoruz” diyerek her bir dereye kurdukları HES’ler ile yaşanan yıkımları biliyoruz. Türkiye’nin karbondioksit emisyonlarının %34’ü elektrik ve ısı üretiminden olmak üzere %86,3’ü enerjiden kaynaklı. Ve bunu fosil yakıtlardan karşılıyor. Daha geçtiğimiz yıl, 2018’de Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez, 2018'de 101,5 milyon ton yerli kömür üretimiyle Cumhuriyet tarihinin rekorunun kırıldığını büyük bir gururla açıklıyordu. “Söz verdik, başardık! Milletimizin enerjisi, ülkemizin gücüyle, 'Bağımsız Enerji, Güçlü Türkiye' yolunda, cari açığın kapanmasına önemli bir katkı sağladık. Milletimize hayırlı olsun” denilen bir ülkenin bölgesinde yenilenebilir enerjide lider olduğunu söylemiş Tayyip Erdoğan.
Yine aynı şekilde “Türkiye’nin orman varlığını artıran nadir ülkelerden biri" demiş BM konuşmasında. Bu açıklamaları duyunca insan şaşırmıyor değil. Farklı ülkelerde yaşıyormuşuz hissine kapılmamak elde değil. Türkiye Ormancılar Derneği’nin (TOD) 2019 tarihli uzun bir raporu var. Hoş bu rapordaki verilere ihtiyaç duymadan bile sadece Sinop’ta nükleer santral projesi, Yırca’da bir gecede kömür madeni için kesilen ağaçları hatırlamak, Türkiye’de var olan ormanlık alanların farklı projeler için nasıl kıyıma uğratıldığını söylemek için yeterli. Ama TOD’un raporu iddia edildiği gibi Türkiye’nin orman varlığını nadir artıran ülkeler arasında olmadığını net bir biçimde gösteriyor. Öncelikle Türkiye’nin, kişi başına düşen verimli orman değeriyle, benzer ekolojik ve sosyal koşullara sahip Avrupa ülkeleri arasında son sırada yer aldığını bilmek gerekiyor. Ve resmi istatistiklere göre orman alanı artsa da, nüfusun da hızlı bir şekilde artması nedeniyle, kişi başına düşen orman alanı 1973 yılında 0,25 ha/kişi düzeyindeyken, 2015 yılında 0,16 ha/kişi seviyesine geriledi. Sera gazı salımlarının azaltılması açısından ormansızlaşmanın önlenmesi, ormanlık alanların genişletilmesi çok önemli. Ama bu hükümetin iddia ettiği gibi bilmem kaç tane fidanı toprakla buluşturduk denilerek büyük büyük sayılar ifade edilerek , otoyol kenarlarına dikilen fidanlarla olan bir şey değil.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın BM'deki konuşmasında yer alan diğer çözüm önerileri de sorunun büyüklüğüne uygun nitelikte değil. Bir yandan bisiklet yolları, raylı taşımacılık demek ama asıl devlet kaynaklarını, teşviklerini havalimanlarına, otoyollara, köprülere yapmak. Vatandaşın cebinden 25 kuruş parayı alıp, şirketlere aktarmak ve bunu da poşet kullanım oranını 4’ten 3’e düşürdük diye anlatmak. Yine Greta’nın konuşmasında söylediği gibi “ Buna nasıl cüret edersiniz” diyebileceğimiz açıklamalar.
Röportaj: Volkan Akyıldırım Fotoğraf: Kenan Gedikli (20 Eylül Kadıköy'de iklim yürüyüşü)