(Özel dosya) AKP kapitalizmi savunuyor

28.01.2019 - 07:39

Cumhurbaşkanı doğayı talan eden projelerden ve kapitalizmden şikâyet ediyor. Ancak 17 yıldır liderlik ettiği AKP hükümeti, en başından itibaren hep sömürücü patronları savundu.

Sosyalist İşçi gazetesinin son sayısında Nuran Yüce'nin hazırladığı dosyada bu konu şöyle ele alındı:

Ocak ayının başında Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminde Yerel Yönetimler Sempozyumu’nda konuşan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan “Bu kapitalizm nelere muktedir. Deniz kenarlarını orman alanlarını betona çevirme gayretinde olanlar var. Orman morman, ne var ne yok kesiyor atıyor oraya, dikey mimari yapayım oradan da malı götüreyim, yapılan iş bu. Doğa şöyle olmuş böyle olmuş umurunda değil. Bize de örnek veriyor: Manhattan şöyle! Batsın senin Manhattan’ın. Çevre ve Şehircilik Bakanıma da söylüyorum, kimsenin gözünün yaşına bakmayacaksın, yıkmaksa yıkacağız. Biz böylesine köklü bir değişimin, merkezi ve mahalli idarelerin işbirliği ile olacağına inanıyoruz. Amacımız 82 milyon vatandaşımızı kucaklayacak bir çalışma ile ülkemizin her köşesinde değişimi gerçekleştirmektir” dediği bir konuşma yaptı. Ne söylendiğini anlamakta bir sorunumuz olmadığına göre bu konuşmadan çıkan doğal sonuç şu: Cumhurbaşkanı, doğayı yıkıma uğratan projelerden, şehirlerin betonlaşmasından şikayetçi, her şeyi paraya çeviren kapitalist sisteme ve doğal olarak sermayedarlara da öfkeli ve bunlara engel olacak.

Ama olmuyor!

Erdoğan bu konuşmasından üç gün sonra, doğaya zararı bilirkişi ve mahkeme kararlarıyla kesinleşen, endemik türlerin, benzerine az rastlanır longoz ormanı ve Acarlar Gölü’nün hemen yanında Sakarya’nın Karasu İlçesi’nde BMC fabrikasının temel atma törenine bizzat katıldı.” Yaptıklarının olumsuzluklar yaratacağını bilmek, buna rağmen yapmak ve sonra bunları soyut, insanlardan bağımsız bir kapitalizm yapmış gibi bir suçlama hali. Bu özellikle ekonomik ve ekolojik yıkımın tüm toplumsal kesimler tarafından hissedildiği günümüz koşullarında sıkça başvurulan bir yöntem haline geldi.

Söylemde “çevreci” yaklaşımlar AK Parti hükümetlerinin 17 yıllık iktidar döneminde yarattığı çevre yıkımını, doğa sömürüsünü ve birilerinin bu hamlelerle zenginleştiği gerçeğinin üstünü örtmeye yetmiyor. Hele de birinci derece doğal tarih ve SİT alanı olması nedeniyle bir çivi bile çakmanın yasak olduğu Atatürk Orman Çiftliği’nde 10 bin ağacın sökülmesi ve Aksaray’ın yapılmasını ya da yine SİT alanı olan Okluk Koyu’nda binlerce ağacın kesilip, plajın doldurulması ile Cumhurbaşkanlığı yazlık konutunun doğayı tahrip ettiği gerçeğinin üstünü örtmeye hiç yetmiyor.

AK Parti hükümetleri  bugüne kadar açıkladıkları tüm programlarda her alanda serbest piyasa koşullarını güçlendirmeyi  hedeflediklerini söylediler ve buna uygun adımlar da attılar. Neoliberal politikaları uygulamada sınır tanımazlıkları ve ekonominin motor gücünü enerji-inşaat sektörü olarak belirlemeleriyle de ekolojik, sosyal ve ekonomik yıkımın boyutunu her geçen gün derinleştirdiler.   Şimdi “Doğa şöyle olmuş böyle olmuş umurunda değil” diyerek kimi suçladığı belli olmayan Erdoğan başbakan olduğu dönemde “Bir ülke ne kadar fazla elektrik tüketiyorsa o ülke o kadar güçlüdür. Kalkınma o denli süratle işliyordur” demişti. AK Parti’nin savunduğu bu kalkınma anlayışı tam da çevresel yıkımlara yol açan enerji yatırımlarının hiçbir kurala ve denetime tabi olmadan artmasına yol açtı. HES’ler, kömürlü termik santraller,  nükleer enerji santralleri, köprüler, yollar, havalimanları, betonlaşan şehirler… Bunların hepsi AKP hükümetlerinin çok övündükleri “kalkınma ve büyümenin” sembolleri haline getirdikleri işlerdi.


Kim bu doğayı talan eden kapitalistler?

■ Çevreyi gözetmiyorlar: 1993 yılında yürürlüğe giren Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED)  “yatırımları yavaşlattığı” iddiası ile 2014 yılına kadar 17 defa, 2014 yılından bu yana da 3 kez değiştirildi. 2016 yılında madde 80 değiştirildi, 2017 yılı sonunda ise bir torba kanun ile tekrar ve tekrar şirketler, yatırımcılar lehine değiştirildi. Şirketler lehine yapılan bu düzenlemeler sayesinde 1993-2017 yılları arasında çevreye ciddi zararlar verebilecek pek çok faaliyet ÇED kapsamından çıkarıldı. Belirtilen yıllar arasında sadece 49 proje için ÇED olumsuz kararı verilirken, 4.887 projeye ÇED olumlu kararı, 57.658 proje için ise ÇED gerekli değildir kararı verildi.

■ Suları hapsedip, sudan para kazanıyorlar. 1954-2002 yılları arasında Türkiye’de 276 baraj inşa edildi. 2002-2017 yılları arasında ise 451 baraj yapıldı. Planlama, proje ve inşaat aşamasında bulunan 727 baraj var. 2023 yılına kadar sulama, içme suyu, enerji ve taşkın koruma maksatlı olarak inşa edilen baraj sayısı 1.454’e ulaşacak. Türkiye şuan hidrolik potansiyelinin %33’ünü kullanıyor. AK Parti’nin hedefi %100’ünü kullanmak. Su varlıklarının kullanım haklarının, 49+49 gibi uzun yılları kapsayan kira sözleşmeleriyle şirketlere devredilmesi de, 40-50 yıl ekonomik ömrü olan Ilısu barajının 12 bin yıllık tarihi ve kültürel mirası sular altına gömecek olması da AKP hükümetleri döneminde oldu.

■ Kömür yılı ilan ediyorlar. Türkiye’de 2012 yılı kömür yılı ilan edildi. AKP hükümetlerinin ilk 11 yılında (2013) termik santraller için toplam kapasitesi 67 bin 786 MWm olan 251 elektrik üretim lisansı, 2013-2016 döneminde ise 314 elektrik üretim lisansı verildi. Birincil enerji kaynağı olarak fosil yakıtlardan vazgeçmeyen AKP yerli kömür kaynaklarının tamamını ve ithal kömür kullanmayı da hedeflemekte. Türkiye’nin enerji alanında fosil yakıt kullanımı, yeni havalimanları ve otoyol projeleri ile sera gazları salım oranlarının artmasına neden olurken, iklim değişikliğinden en fazla etkilenecek coğrafyada bulunan Türkiye’yi daha da uçuruma sürüklemekte.

■ Türkiye Yale Üniversitesi’nin hazırladığı Dünya Çevre Performansı Endeksi genel kategorisinde 2016 yılında 33 basamak birden düşerek 99. sırada yer aldı. 2018’de 108. sıraya kadar geriledi. Doğa ve yaban hayatını korumada son 10 ülkeden biri, 180 ülke arasında 172. sırada.

■ Türkiye’de özellikle 2013 sonrasında ormanlarda azalma meydana geldi. Ormanlık alanların azalması, buralarda enerji ve madencilik başta olmak üzere değişik alanlarda yapılaşmalara izin verilmesi sonucunda oldu. 2013 sonrasında ormanlaştırılan alan 221 bin hektar iken, ormansızlaşan alan 226 bin hektar oldu.

■ Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın mevzuatına göre şehirlerde kişi başına olması gereken yeşil alan miktarı 15 metrekare.  Yeşil alan olarak sayılmaması gereken kavşak, mezarlık, yol kenarlarının yeşil alan kabul edilmesi halinde bile İstanbul’da kişi başına düşen yeşil alan miktarı, Ağustos 2018 itibariyle 5,98 metrekareydi. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre, şehirlerdeki yeşil alan miktarının kişi başına en az 9 metrekare olması gerekiyor.

■ Doğal sit statüsündeki Bodrum Kissebükü’ndeki 88 dönümlük Adayalı olarak bilinen deniz kıyısındaki alanda inşaatın yolunu açan imar planları Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından onaylandı. Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Ersoy’un sahip olduğu Ersoy İnşaat’a tahsis edildi.

■ Sinop’ta lisansı alınmamış nükleer santralin yapımı için en az 650 bin ağaç kesildi.

Sermayenin çıkarları doğrultusunda doğal varlıklara yönelik bu saldırılar AKP hükümetlerinin ilk iktidar olduğu günden beri var. Ama özellikle 2008 krizini aşabilmenin yöntemi olarak bu politikları daha da derinleştirdiler. Krizden çıkabilmek için hem doğanın hem de işçilerin sömürüsünü yoğunlaştırdılar.


Daima sermayeyi kolladılar

AKP hükümeti döneminde Türkiye ekonomisi dünya ekonomisinde 17. sırayı aldı. 2008 krizi sonrasında 2009, 2016 yılında yaşanan daralma ve 2018 ekonomik krizini dışında Türkiye ekonomisi sıçramalı bir şekilde büyüdü. Ancak bu büyümede işçi sınıfının payına, sefalet, güvencesizlik, işsizlik ve ölüm düşerken, sermaye kârlarını arttırdı. Başta Soma ve Ermenek olmak üzere AKP hükümetinin 17 yıllık sürecinde 20 bin işçinin iş cinayetleri sonucunda ölmesi de Türkiye ekonomisinin büyümesinin ardındaki gerçekliği ortaya sermekte.

İşçi hakları budandı

Merkez siyasal yapıların çökmesine yol açan 2001 krizinin hemen sonrasında iktidara gelen AKP hükümeti, 17 yıllık iktidarı boyunca özelleştirme politikalarında hız kesmedi.  Öte yandan gerek iş yasasında, gerekse de torba yasalarla yapılan düzenlemelerle düzenlemelerle, iş yaşamında, işçi sınıfının bölünmesine ve örgütlenmesinin engelllenmesine yol açan bir dizi düzenleme gerçekleştirdi.

Bu düzenlemeler, taşeron sistemi gibi güvencesiz ve geçici çalışma biçimlerinin yaygınlaştırılmasını, sendikaların bir güç olmaktan çıkartılmasını ve işçilerin mücadelesinin önüne geçilmesini, emeklilik yaşının yükseltilmesini, sosyal güvenliğin kapsamının daraltılmasını, iş saatlerinin uzatılmasını, işgücü maliyetlerinin aşağıya çekilmesini ve çeşitli yollarla sermayeye kaynak aktarılmasını içeriyor.

16 kez grevi yasakladılar

Sermaye ne zaman dara düşse yardımına koşan hükümet, özellikle 2008 krizi sonrasında sermaye açısından güven verici bir yatırım ortamı oluşturabilmek için işçi sınıfının aleyhine, sermayenin lehine bir dizi düzenleme gerçekleştirdi. Kuşkusuz bu düzenlemelerin başında 2008 yılında yürürlüğe giren,  sosyal güvenlik ve emeklilik hakkının gaspını içeren Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu gelmekte. 2016 yılının ilk çeyreğinde büyüme oranlarının yüzde 1,8 küçülmesi üzerine, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından OHAL’e yaslanan hükümet, İşsizlik Fonu’nun dışında, KHK’lar aracılığıyla Varlık Fonu, Bireysel Emeklilik gibi enstrümanlar ve çeşitli teşviklerle sermayeyi sürekli destekledi. İşgücü maliyetlerini azaltmaya yönelik, işçi hareketini baskı altına bir dizi adım attı. Yüz binlerce kamu çalışanı işten atıldı. Cumhurbaşkanının sermaye kurumlarının çeşitli toplantılarında dile getirdiği grev yasakları getirildi. İZBAN greviyle birlikte AKP hükümeti, iktidarı boyunca 16 kez grev yasaklayarak, patronlara hizmet etti.



Bültene kayıt ol