(Röportaj) Nuran Yüce: “İklim değişiminden G20 sorumludur”

23.11.2018 - 09:59

Dünyada arka arkaya iklim felaketleri haberleri gelirken Sosyalist İşçi, iklim değişiminin seviyesini ve kapitalizm ve iklim değişimi arasındaki bağlantıyı aktivist Nuran Yüce’yle konuştu.

İklim değişikliği gezegeni ne düzeyde tehdit ediyor?

Nuran Yüce: Yakın zamanda Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC)’nin son raporu yayınlandı. Bu raporda 1,5 derecelik bir sıcaklık artışının etkileri ve bu hedefe ulaşmak için gereken araçlar ele alınıyordu. Öncelikle iklim değişikliği gezegeni ne düzeyde tehdit ediyor sorusuna, bu rapordan yanıt verecek olursak özetle ‘1,5 derece sınırı göz ardı edildiği takdirde dünya dönmeye devam eder ancak yaşam bildiğimiz yaşam olmaktan çıkar’ deniliyor.  Şimdiye kadar atmosferdeki sera gazlarının artışı gezegenin sıcaklığını 1 derece arttı. Yani biz şuanda bu 1 derecelik sıcaklık artışının etkilerini yaşıyoruz. 1,5 derecelik ya da daha üstünde bir sıcaklık artışının nasıl etkiler yaratacağından önce bugün yaşadıklarımızın bile nasıl büyük bir tehditle karşı karşıya olduğumuzu yeterince gösterdiği konusunda anlaşmalıyız.

Bu hafta Hindistan’ın doğusunda Gaja kasırgası –hızı saatte 120 kilometre- ve yoğun yağış 33 kişinin ölümüne, 180 bin kişinin de evlerini terk etmesine yol açarken, aynı zaman diliminde Bodrum’da 24 saatte metrekareye düşen 200 kilogram yağış sele neden oldu. Daha önceki haftalarda ise Tayland, Brezilya, Irak, İran, Ürdün, Katar, Suudi Arabistan ve Mısır’da fırtına, aşırı yağışlar, sel ve heyelanlar oldu. Tüm bu yerlerde yaşanan yağışları aşırılaştıran da, fırtınaların şiddetini artıran da iklim değişikliğinden başka bir şey değildi.  Sıcak havanın daha fazla su buharı tutmasına bağlı olarak -özellikle tropik bölgelerde- hem yağış miktarları artıyor hem de rüzgârlar şiddetleniyor. Orman yangıları da böyle… ABD’nin Kaliforniya eyaletinin hem kuzeyinde hem de güneyinde Kasım ayının başından beri yangın var. Yangından ölenlerin sayısı 70’i geçti, kayıpların sayısı 1.300 deniliyor. Kilometrelerce alana yayılan yangını söndürmek için 9 bin itfaiye personeli uğraşıyor ama yangın bir türlü kontrol altına alınamıyor. Kaliforniya’nın tarihindeki bu en ölümcül yangın 26 bin nüfuslu Paradise isimli bir kasabayı tamamen yok etti. Hiç şüphe yok ki Kaliforniya’daki yangının şiddetini artıran da iklim değişikliği. Sıcaklık ve kuraklığın artışı yangın mevsimlerinin uzamasına neden oluyor. Bu nedenle Kaliforniya eyaletinde en büyük 20 yangının 15’i son 18 yılda oldu. Eyalet yetkilileri bu ortalığı kasıp kavuran yangınlar için “yeni olağan durum” diye açıklama yapıyorlar.

Ayrıca Güney ve Orta Amerika’dan ABD’ye doğru ilerleyen kitlesel göçün ardındaki bir neden de iklim değişikliğidir. Bu bölgelerde yaşan insanların yaklaşık üçte biri geçimlerini tarımsal faaliyet ile sağlıyorlar. İklim değişikliğinin yarattığı koşullara bağlı olarak tarımsal ürünlerde azalış, hem insanların işsiz kalmasına neden oluyor hem de daha fazla sayıda insanın gıda güvenliğini tehdit ediyor. İnsanlar, işsizlikten, şiddetten, yoksulluktan ve aynı zamanda yiyecek bir şeyleri olmadığı için göç ediyorlar. Bölgede gıda güvenliğini kökten değiştiren muazzam bir iklim değişikliği var.

Sadece geçtiğimiz bir iki hafta içinde yaşanan aşırı hava olayları dünyanın muhtelif yerlerinde çok sayıda insanın yaşam desteklerinden mahrum kalmasına yol açtı. Gezegendeki insan türü dâhil tüm canlı yaşamının yok etmeye yönelik tehdit ise her geçen gün büyüyor.    

Peki G20 ülkelerinin bütün uyarılara karşı esaslı bir tedbir almamasının nedeni nedir sizce?

Nuran Yüce: Bu sorunun cevabı iklim değişikliğinin bir çevre meselesi olmamasında bir sistem meselesi olmasında yatıyor. G20, dünyanın en büyük ilk yirmi ekonomisinin oluşturduğu bir örgütlenme. Dünya ekonomisinin %85’i, dünya ticaretinin %80’i G20 ülkeleri tarafından gerçekleştiriliyor. Ve bu ülkeler yıllar içinde ekonomik büyümelerini/büyüklüklerini fosil yakıt endüstrileri üzerinden kurdular ve elde ettiler. Ayrıca her bir ülke içinde en büyük şirketlerin ağırlıklı olarak fosil yakıt (kömür, petrol, doğalgaz) ya da fosil yakıtlara bağlı şirketler (otomobil) olduğunu unutmayalım.  İklim değişikliğinden tarihsel ve oransal olarak da G20 ülkeleri sorumlu. Örneğin 2015 yılında Çin, ABD, Avrupa Birliği, Hindistan ve Rusya küresel sera gazı salımlarının %66’dan sorumluyken, G20 ülkelerinin tamamı %81’ini aşan bir oranda sorumluydu. Birbirleriyle ekonomik rekabet halinde olan (ABD başkanı Donald Trump şimdilerde  ‘ticaret savaşları’ diyor) bu ülkelerin iklim değişikliğini ele alışları da; kendi ekonomilerini zarar uğratmadan, rakip ekonomilere en fazla zarar verme üzerine şekilleniyor. İklim değişikliğini durdurmak için küresel düzeyde karbon salımlarını azaltmak gerekiyor. Oysa geçtiğimiz dokuz yılda, başta Çin, Japonya, Almanya, Güney Kore ve ABD olmak üzere G20 ülkeleri Vietnam, Güney Afrika, Avustralya ve Endonezya gibi ülkelerde kömüre 76 milyar dolar yatırım yaptılar. İklim değişikliğinin oluşmasında olduğu kadar durdurulamamasında da G20 ülkeleri sorumludur. Çünkü bunlar kapitalist ekonomilerdir ve kapitalizmin bir şirket için geçerli olan işleyiş yasaları; büyüme, rekabet devletler için de geçerlidir. Hatta günümüzde devlet şirket işbirliğini aşan şirketleşmiş devletlerden bahsediyoruz. Tabi G20 ülkeleri içinde yenilenebilir enerjilere  yatırım yapılıyor ya da başka tedbirler alınıyor. Ama bu adımların atılmasında da yıllardan beri verilen irili ufaklı, yerel ya da küresel mücadelelerin, iklim hareketinin etkisini görmek gerekir. Ayrıca iklim değişikliğinin yarattığı ekonomik kayıplar da hükümetler üzerinde itici bir güç oluşturuyor. Sorunun büyüklüğüne uygun ve kalıcı çözümlerin hayata geçirilemiyor olmasının nedeni ise kapitalist sistemdir.

Türkiye de fosil yakıta dayalı enerji kullanımından vaz geçmiyor, Türkiye açısından bu ısrarı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Nuran Yüce:  Şu anda ciddi bir ekonomik krizin başlangıcının yaşıyoruz. Bu krizin temel nedeni Türkiye’nin borçlanmaya dayalı bir büyüme ekonomisi olması. Ekonomik büyümenin motor gücünü ise enerji ve inşaat sektörleri oluşturuyor. Enerji de yatırımlar da ağırlıklı olarak fosil yakıtlara dayalı. AKP’nin 2023 hedefleri ve bu hedefler doğrultusunda Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı’nın programı aslında hem enerji yatırımlarının neden büyütüldüğünü hem de neden vaz geçilemediğini açıklıyor.

Senaryo şöyle oluşturulmuş durumda: Türkiye’nin enerji politikası, hem ekonominin ana motoru olan inşaat sektörünün yüksek enerji ihtiyacını karşılamak için hem de hiç de gerçekçi olmayan büyüme hedefleri belirlenerek, bu büyümenin enerjide talep artışına yol açacağı üzerinden enerji yatırımlarını artırmaya dayanıyor. Bu temelde oluşturulan Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığının resmi senaryosuna göre de 2023 yılına gelindiğinde Türkiye’nin elektrik talebinin 400 milyar KWh seviyesine ulaşacağı, bu talebin karşılanması için de Türkiye’nin enerji kurulu gücünü %70 civarında arttırması gerekeceği öngörülüyor. Başta kömür olmak üzere tüm yerli kaynakların kullanılması hedefleniyor. Fosil yakıt kullanımını yoğunlaştıran bu kapitalist mantık.

(Sosyalisti İşçi)



Bültene kayıt ol