Batı demokrasisi derler ya, hani hep şu ulaşılması gereken 'hedef'; içinde yaşadığımız, doğusuyla, batısıyla tüm dünyanın varabileceği en ileri medeniyet düzeyi. Hani şu hep iyi örneklerin olduğu, bir kere ulaşılırsa, artık başka mücadelelere gerek kalmayacağı ima edilen Batı demokrasisi, işte bunların hepsi yalan...
Kimi zaman elbette "beterin beteri vardır" diyerek, ister istemez daha iyi gibi görünene övgüler düzebiliyoruz ama Batı demokrasisinin gerçek yüzü bugünlerde kendini ekonomik tehditlerle köşeye sıkıştırdığı Yunanistan'da; 15 yaşlarında gençler dahil, onlarca barışçıl 'su hakkı' göstericisini gece yarısı baskınlarıyla tutuklatan İrlanda'da; İMF, Dünya Bankası temsilcileri ile Brüksel'de gösteriyor.
Bir bakıyorsunuz, küçük siyasi taleplere, ekonomik-siyasi sistemin genel işleyişini bozmayan demokratik gösterilere güleryüzünü gösteren Batı demokrasisi aslında bir İMF/yatırımcılar diktatoryası ve bunları koruyan devletlerin dişleri bu 'ileri' coğrafyada da olabildiğince keskin.
Bu diktatorya, öyle gizli saklı bir takım aileler ve teşkilatlar değil, adı sanı belli uluslararası holdingler, bankalar, hükümetler, işadamı dernekleri, medya şirketleri vs. Hepsi ortada, hepsi açıktan iş yapıyor.
Halkların kriz uygulamalarına karşı verdiği mücadele yükseldikçe mesela Merkel bir canavara, uyuklayan, 'zararsız' sandığımız İrlanda devleti de bir polis şiddeti devletine dönüşebiliyor.
Bir bakıyorsunuz bu Batı demokrasisi ekonomik sistemi neoliberalizm öyle dedikleri gibi bir 'serbestlik' falan değil. Daha doğrusu kâr yapmada sınırsız serbestlik, kâr yapmayı sorguladığında ise karşına devletlerin çıktığı dar bir alan.
***
Bir eski başbakan düşünün, 6 yıldır bir ülkeyi kasıp kavuran, özel bankaların ulusal ve uluslararası yatırımcılarını ve bunların kârlarını korunmak için İMF ile anlaşan, 6 yıldır yüzbinlerce insanı işsiz, evsiz bırakan, kamunun bütün kurumlarını satan ve ardından da paçayı kurtarıp emekli olan bir başbakan...
Bir kapitalist, işadamı düşününüz, dev medya şirketleri sahibi olan, Haiti'de deprem sonrası yatırımları ile kârına kâr katan, kendi ülkesinin özelleştirilen telekomünikasyon kurumunu satın alıp içini boşaltıp binlerce işçiyi işsiz bırakan, 6 yıllık kriz boyunca servetine bir kaç milyar Eurocuk daha ekleyen...
Bir uluslarası dev finans-yönetim danışma şirketi düşünün; yukarıdaki başbakana ve aynı zamanda banka yatırımcılarına milyonlarca Euro karşılığı danışmanlık hizmeti veren ve bizim başbakana "bankaları kurtar" diye öneriler sunan...
Batı Demokrasisi:
Bankaların spekülatif yatırımcılarının çöken inşaat sektörüyle birlikte patlayan balonları ve zararlarını karşılamak için yukarıdaki başbakana kredi ve bir sürü, halkı fakirleştiren ekonomik uygulamayı dayatan İMF'ye;
Bu dayatmaları seve seve kabul edip uygulayan, bunun bir parçası olarak ta halkın suyunu halka satan hükümete;
Halkı İMF uygulamalarıyla fakirliğe, işsizliğe mahkum ettikten sonra emekli olduğunda yukarıdaki işadamımın bir şirketine CEO olan başbakana;
6 yıldır krize karşı direnen halka sahibi olduğu dev medya kuruluşları üzerinden sürekli siyasi saldırılarda bulunan, bir yandan bankacı dostlarının, diğer yandan hükümet/İMF programlarının borazancılığını yapan, suyu satan hükümete övgüler düzen, sonra da girdiği ihaleyle devletten su şebekesini alan, başbakana hizmet vermiş finansal danışmanlık şirketinde hisseleri olan, ve bizim eski başbakanın yeni patronu olan kapitaliste;
Bütün bunlara karşı çıkan, su hakkı için mahalle mahalle örgütlenen İrlandalı işçilere, kadınlara ve gençlere;
Bu göstericilerin evlerine artan şiddette baskınlar düzenleyip gencecik insanları geceyarıları tutuklayan devlete ve polise;
Gözaltına alınanları, yukarıda anlattığımız işadamımın "işini yapmasına engel oluyorsunuz" diye tutuklayan mahkemeye;
Brüksel'den hiç bir dayanışma duygusu olmadan, bir yandan Yunanistan, diğer yandan İspanya ve İrlanda'ya "asarım-keserim" diyen AB komisyonuna;
Yunanistan ve İspanya gibi, "krize hayır!" diyen halklara;
Bütün bunlar olurken "göçmenler geldi ülke battı" diyen ırkçı/faşistlere, bunlara göz yuman iktidarlara;
Bu ırkçı/faşistlere gereken cevapları veren Avrupa halklarına;
Ve hâlâ ve yeniden Ortadoğu'yu bombalayan, Nato'ya ayrılan fonları arttıran, Avrupa'yı giderek militaristleştiren AB devletlerine...
Göçmenlere "hoş geldin" diyenlerle, Akdeniz'de ölüme terkedenlere;
Bütün bunların toplamına 'Batı demokrasisi' denir.
Bizim için ne bir mutlak hedeftir, ne de bir ideal.
Bu sistem ne bir komplo teorisi, ne de karşı konulmaz bir güç.
Batı ne mutlak bir ahlâki bir iyilik ne de kötülük.
Batı'nın ne dini başka yerlere göre daha iyi ne de kültürü.
Batı'nın adı kapitalizm, kapitalizmin mayası ise tepedeki zengin azınlığın milyonlarca işçinin-çalışanın emeğinden daha da fazla kâr etmeye devam etmesi hedefi.
Bunun için işte o başbakanlar, işadamları, AB, finansal danışmanlık şirketleri, İMF, devletler, polis, mahkemeler, medya vs var.
Kâr yapma huzurları bozuldukça devreye daha bir şiddetle giriyorlar.
Bize ve bizim gibilere oralarda düşen görev, kapitalistin kâr yapma huzurunu kitlesel hareketlerimizle bozmaya devam etmek...
Bunu yaparken de "yaşasın Doğu'nun işçileriyle, Batı'nın işçilerinin kardeşliği!" diye haykırmak.
Bu daha başlangıç.
Memet Uludağ