Sibel Erduman

Sibel Erduman son yazıları

Sibel Erduman tüm yazıları

21.01.2015 - 10:34

Anti-semitik ama Siyonist/demokratik ama İslamofobik bir Batı mı?

Berlin Duvarı'nın yıkılmasından sonra, ekonomik tartışmaların değişen parametreleri ve Amerikan’ın düşmeye başlamasıyla, ABD Cumhuriyetçileri için "kültürel muhafazakârlık" merkezi bir strateji hâline geldi: Sağ, karşı harekete geçeceği yeni bir sosyal düşman tespit etti. Aile, eğitim, suç ve ahlak gibi kültürel konularda merkezileşen muhafazakâr bir siyaset. O zamandan beri akademisyenler, Hollywood, gazeteciler, sivil haklar savunucuları, muhafazakâr aktivizm ve retoriğine bir dayanak olmuştur.

Bir avuç yarı yabancı, her yerde var olan (çoğunlukla Yahudi) dünyadaki tüm iyiliği yok etmeye çalışan elit tabaka, ailenin, küçük kasaba, ataerkil otoritenin düşüşü ve tartışmasız beyaz güç için bir açıklama sunuyordu. Ama bu argümanlar, bu büyük değişimlerin en önemli faktörünü hesaba katmıyordu: Kapitalizm. Kapitalizm, hareketliliği diğer tüm şeylerin yanında hayat standardını aşındırıyor, geleneksel aile yapılarını zayıflatıyor, yani muhafazakârların tasvip ettiği geleneksel yaşam tarzlarını çürütüyordu. Böylece sağcılar kendilerini kurban görmeye başlamışlardı. Tüm bu argümanların aslında ne kadar da komplocu kültürel sol politikayla örtüştüğünü görmemiz mümkün olabilir.

Günümüze gelirsek, bu kültürel muhafazakârlığın esnekliği, çeşitli sağ kanat aktörlerin bir dizi obsesyonuna uyabiliyor. Bunun en iyi örneği Norveçli Anders Breivik’tir. Bu Hristiyan “Markist avcısı”nın manifestosunun üç ana belirleyeni Marksizm, çokkültürlülük ve İslamdır. Kendisi Hristiyanlığı savunur ama seküler agnostiktir. Hristiyanlığı, İslama karşı olmak açısından kültürel bir pozisyondur. Anti-feministtir ve kadınların yüksek eğitim almasına karşıdır. Ama 'seküler toplumu ve eşcinselliği' savunur. Anti-nazi’dir, Müslümanlardan nefret eder. Bir diğer önemli özelliği de Yahudi aleyhtarıdır ama İsrail’i savunur. Onun için İsrail, Müslümanların yayılmasını önleyen bir devlet olarak savunulmalıdır. Bu arada Breivik, ülkesindeki yabancılara saldırmamış, Norveçlilere saldırmıştır; yani problem yabancılar değil kendi kimliğidir. Avrupa’nın ekonomi ve finans kirizi devam etmekle beraber, birkaç yıl önce Avrupa anayasası oylamasıyla “teknokratik ekonomik” bir birlik olarak Avrupa’da kitleleri harekete geçirecek tek ideolojik güç, göçmenlik karşıtı olmaktır. 

Paris’te olan biteni biraz bu gelişmeler çerçevesinde de düşünmek gerekebilir. Avrupa’nın göçmenlik karşıtı politikalarıyla (göçmenlerin çoğu Müslüman) teknokratik ekonomik bir birlik olma vizyonu arasındaki bağlantıyı gözden kaçırmadan olanlara bakmak, Avrupa’daki emekçi sınıfların mücadele ederek elde ettikleri kazanımları da göz ardı etmeden (buna ifade özgürlüğü de dâhil) tüm bu kazanılmış haklara da sahip çıkarak ve her türlü özgürlüğün sınırlarını ya da kapsamını da egemenlere karşı mücadelenin belirleyeceğini akılda tutarak, bu dinamiği her zaman ezilenlerden yana bükerek politika geliştirmek gerekir. 

Bu anlamda Yunanistan’daki gelişmeler Syriza’nın liderinin yaptığı konuşmada vurgulandığı gibi çok önemli. Aleksis Çipras şunları söyledi 3-4 Ocak'ta toplanan SYRİZA kongresinde: “25 Ocak’ta demokratik Avrupa, Yunanistan’a güveniyor. Zorunlu tasarrufa karşı çıkan toplumsal bir çoğunluk, Avrupa’nın Sol tarafından tehdit edilmediğini, Merkel siyaseti tarafından, neo-liberalizm ve onun sonuçları olan Kuzey-Güney bölünmesi, işsizlik ve çok geniş toplumsal kesimlerin ve orta sınıfların durumunun kötüye gitmesi, kitle tabanına sahip aşırı sağın ve faşizmin yükselişi tarafından tehdit edildiğini anlıyor. 25 Ocak günü Avrupa’nın ihtiyaç duyduğu değişim burada, Yunanistan’da başlayacak. Ve bizim zaferimiz bu yılın sonlarına doğru Podemos ve Birleşik Sol’un hükümet olacağı İspanya’daki zaferle ve bir yıl sonra Sinn Fein’in Gerry Adams’ıyla İrlanda halkının zaferiyle devam edecek.” Önümüzdeki dönemde kazanımlar da tüm Avrupa'da dinamikler de değişebilir.

Sibel Erduman

[email protected]


Bültene kayıt ol