Son dakikada şapkadan başka tavşanlar çıkmazsa, Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun Pelikan operasyonuyla göstere göstere devreden çıkarılması, zaten çok fazla ehemmiyeti kalmamış olan ‘demokrasinin’ “d”sine bile pek şahit olmadığımıza işaret ediyor.
En tepedeki güç konsantrasyonu, kendine alternatif istemiyor ve“tek”gerçeklik, “tek” otorite olmak istiyor... Demokratik bir parti, demokratik bir toplum vb. olmak değil, “ben” olarak kalmak, referans olmak ve hatırlanmak...
Bu “ben”in içindeki kişisel ihtiraslar, psikolojik özellikler, hizmet aşkı, çıkar ve zümre savunması gibi bileşenlerin oranları ne kadardır, hangisi daha üstün gelir bilemem ama her halükârda çok güçlü bir “ben” söz konusu... Dışarıdan bakıldığında, ortaya karışık bir görüntü sunan, yani otoritarizm, totalitarizm, liberalizm, kapitalizm ve bir parça demokrasiden oluşan kombinasyondaki ‘kafa karıştıran’ bir unsur daha azalmış olacak son hamleyle...
Yani Davutoğlu’nun tepeden aşağı bir tür darbe ile kenara itilmesiyle...
Türkiye “demokrasisi” olarak adlandırılan bir siyasal sistemde, Kenan Evrengillerin çok sık başvurduğu usullere benzer şekilde, tepeden inen ve bazen aleni, bazen de kadife görünümüyle tezahür eden bir demir yumruk vasıtasıyla hükümet olan bir partinin başındaki insan değiştirildi.
O partinin içinden alternatif ses çıkıp çıkmayacağını, çıkarsa ne kadar güçlü çıkacağını da bilemem ama geçmişte bu türden darbeler karşısında, “varlığını kendilerini oraya getiren” yeryüzü tanrılarına teslim etmiş, onlara kul olmuş elemanlardan pek bir ses çıkmadığı tecrübesine sahibiz.
Büyük önderimiz, en büyük reis Atatürk’ümüz de partiler kurar, sonra boynuz kulağı fazla geçince de kapatırdı.
Ama mesele sadece ulu önder, milli şef, milli-yerli reis ya da başbuğ, führer falan değil; üzerinde yaşadığımız güvensiz ve tekinsiz topraklarda, gene bu toprakları hep tekinsiz kılan güç ilişkilerinin temerküz ettiği bir devlet geleneğine sahibiz.
Bizans, Osmanlı ya da tek parti yönetiminden devralınan; bir zamanlar bir ‘halkla ilişkiler’ uzmanından duyduğum lâfla ifade edecek olursam-, “ilmik ilmik, dantel gibi işlenen” stratejiler eşliğinde varolan bir gelenekten bahsediyoruz. Devletin koridorlarında işlenen bitmez tükenmez oyunlardan...
Her şeyden önce, ortalıkta dolaşan bilgi ve enformasyon çokluğunu azaltırsınız. İnsanların inanacağı alternatif bilgi türlerini tırpanlarsınız. Medyayı satın alırsınız; sahibinin sesi borazanlar üretirsiniz; başka medya organlarını yasaklarsınız... “Onlar gazetecilik yapmıyor; onlar terörist” diyerek, en basit haliyle...
Buna paralel (kelimenin geometrik anlamıyla) olarak, terörist olarak nitelendirdiklerinizi gerçekten ‘teröristleştirirsiniz’ (bkz. Thomas teoremin kısır döngüsü); karşınızda gerçekten alternatif bir muhalefet ve toplum yaratma potansiyeline sahip olan bir kesimi ve temsilcilerini yolunuzdan ekarte edersiniz.
Alternatif güç olacak insanları, mesela Abdullah Gül’ü ekarte etmek için gün hesabı yaparsınız; Gül’ün cumhurbaşkanlığını devredeceği günden bir gün önceye genel kurul koyup, partiye başkan seçilmesini engellersiniz.
‘Bir günlük’ bir ayar... Nasıl muhteşem bir akıl! Nasıl derin bir zekâ! Nasıl ince bir hesap-kitap! -
Koskoca bir partinin seçimle meşruiyet kazanmışbir liderini, Ahmet Davutoğlu’nu artık akaparatçiklerin eline ve diline verebilirsiniz. Onlar, düne kadar kendilerine söylendiği gibi kafa salladıktan sonra, bugün büyük bir iştahla –ters bir hareket yaparsa- “Hoca’yı” parçalamaya da hazırdırlar.
Aslında, sonuç en nihayetinde iyi oldu... Devletin tepesindeki bulanıklık bitti; manzara biraz daha netlik kazandı...
“(Ey Muhammed!) De ki: Ey inkârcılar! Ben sizin taptıklarınıza tapmam. Benim taptığıma da sizler tapmazsınız. Ben de sizin taptığınıza tapacak değilim. Benim taptığıma da sizler tapmıyorsunuz.Sizin dininiz size benim dinim banadır.” (Kâfirûn/ 6)
Hepsi bu...
Ferhat Kentel
(Bas Haber)