Gittiğimiz her yerde, katıldığımız her eylemde bu soruyla karşılaşıyoruz.
- Tamam da, kaç mülteci alalım?
Avrupa'nın pek çok yerinde tartışılan bir soru bu. Siyasiler kendi aralarında rakam oyunları oynarken, sıradan insanlar bu sorunun gerçek anlamıyla ilgili.
Galiba bir yanlışımız var. Ya bu sorunun cevabını bilmiyoruz ya da verdiğimiz cevaplar ikna edici değil. O nedenle iyi niyetli insanlar bu soruyu tekrar tekrar soruyorlar.
Bu sorunun altında yatan 'kaç mülteciye bakabiliriz?' endişesi.
'Kaçına ev, iş sağlayabiliriz?' muhasebesi.
'Biz ve onlar' diye resmi ayrılmışlığın kafalarda yarattığı ötekileştirme. Biz, yani bakmak durumunda olanlar ve onlar, bakıma muhtaçlar.
Belki de bugün bu sorunun yanıtını verebilmek mültecilerle ilgili tarihsel ve sosyolojik tartışmalara girmekten daha önemli hâle geldi. Çünkü bu soruda hâlâ bir umut ışığı var. Mültecileri, sınırlı da olsa kabul etmek üzerine kurulu bir mantık bu.
Bu sorunun yanıtını verememek bugün Yunanistan-Türkiye arasında yaşananları kabul edilir hâle getiriyor pek çok insanın zihninde. Çünkü geri gönderilen her mülteci için Türkiye'den bir Suriyeli mülteci alınacak palavrası yayılıyor heryerde.
"Daha ne istiyorsunuz? Avrupa devletleri mültecileri alıyor" deniyor.
Avrupa hükümetlerinin tek derdi, olabildiğince az mülteciyi olabildiğince uzun bir zamanda kabül etmek ve olabildiğince çok mülteciyi en kısa sürede sınırdaşı etmek.
Bu sorunun yanıtı tek başına verilemez.
Buna rakamlarla yanıt vermek tuzağa düşmektir. 10 bin dersiniz de, ya 10 bin birinci çocuk ne olacak?
Sonrasında diyecek lafımız kalmaz.
O nedenle, bu sorunun yanıtı daha cesur olmalı.
Zenginlerin niçin ve nasıl zengin oldukları, Panama'larda nasıl trilyonlarca vergi kaçırdıkları, ve mülteciler olsun, olmasın bu zenginlikleri kimlerin fakirliği ve alınteri üzerinden kazandıkları anlatılmalı.
2008'den beri Avrupa'da etkin olan bir yatırım grevi var. Kapitalistler uluslarası borsa, para transferleri ve finans işlemleri üzerinden, yani paradan para kazanıyorlar. Sonra da kazandıkları paraların vergisini vermeyerek yeniden ve daha da çok kazanç elde ediyorlar. Sırtları devletlerine dayalı, işsizlik, evsizlik, fakirlik, eşitlik umurlarında değil. İnsandan önce kâr geliyor onlar için.
Yaptıkları suç değil. Neoliberal kapitalizmin kendisi. Kâr için her yol mübah.
Soru şuydu: Kaç mülteci alalım?
Avrupa insanları kaç Panama kaçağı zenginle bakabilir?
Kaç trilyon ödenmeyen vergi yükünü kaldırabilir?
Daha kaç milyar İMF/Troyka borcu ödeyebilir?
Kaç milyar askeri harcama yapabilir?
Sırtımızda kaç vergi 'mültecisi' zengin taşıyabiliriz?
Peki, bunları koruyan iktidarlar bugün nasıl işbaşına geliyor?
Seçilmek için kaç ırkçı-milliyetçi yalana ihtiyaçları var?
"Kendi vatandaşımızın derdine bakalım" palavralarıyla kendi vatandaşını fakirleştiren hükümetlere ne yapmalı?
Bu devletler kimin devletleri, kimin çıkarını koruyor? Peki, bunlara ne yapmalı?
Devletlerin himayesinde, belli ki Avrupa zenginleri bizimle, bizim yarattığımız zenginliği paylaşmak istemiyor.
Belli ki Syriza gibi hareketler de bu sistemi içerden partnerliğe soyunarak değiştiremiyor.
O zaman sırtımızdaki bu zengin parazitlerden nasıl kurtulacağız?
Soruyu unuttuk yine...
- Kaç mülteci alalım?
- Sen kaç mülteci ölsün diyorsan, geri kalanını alalım.
Zenginlik desen var; imkanlar desen sonsuz. Dünyanın tüm mültecilerine yetecek kadar.
Ama zengin zenginliğinden vazgeçmek istemiyor. Onun yerine çocuklar canlarından vazgeçsin diyorlar.
- Kaç zengin besleyelim?
Memet Uludağ
@Memzers