Her dönemin en revaçta ideolojik kurgularından biri olan “devletin bekası” retoriği bugünlerde gene damarlarımıza zerk ediliyor.
Kafamızda bir devlet fikri var...
Buna göre, eğitim, sağlık, ulaşım gibi alanlarda vatandaşlara karşı görevleri olan; ama biraz daha medeniyetten nasiplendiyse, demokratik işleyişi, insan hakları ve özgürlüklerini de garantiye alması beklenen bir devlet fikri var...
Bu bizim gibi vatandaşların kafasındaki fikir... Devleti yönetmeye talip olanlar da zaten en çok bu ve buna benzer alanlarda bize vaatlerde bulunuyorlar. Ama kaba söylem ve gözlemin biraz arkasına geçip, az da olsa “analiz” yapmaya kalktığımızda da biliyoruz ki, devlet çok daha başka bir şey...
Devlet, en azından toplumdaki güç ilişkilerinden bağımsız bir organ değil. Yani kim güçlüyse onun borusu daha çok ötüyor. Ama ayrıca bu güç ilişkilerinin ötesinde devlet kendi başına da üreyen bir aygıt. Bürokrasisi, polisi, silahlı kuvvetleri, gizli servisleri, derin servisleri, dev para kaynakları ile iktidarın tecessüm ettiği bir aygıt. Yani bu haliyle sadece toplumsal ilişkilerin seyrine göre şekil değiştiren bir türev ya da gölge asla değil.
Devlet içinde çöreklenmiş olan bir değil, sayısız “paralel” yapının kendi aralarındaki çıkar savaşlarıyla ortaya çıkmış denge üzerinde kurulu ve bu dengeyi değiştiren kavgalara bağlı olarak kendi hayatını idame ettiren bir “canavar”...
Bu yüzden devletin, yani içindeki çıkar gruplarının ya da devlet içinde olmaktan ötürü, vazgeçilmez çıkarları oluşmuş olan grupların esas derdi, tam da bu çıkarların garantisi olarak devletin kendisini daim kılmak...
Tabii ki, bu çıkarlar sadece para falan değil; “devlette olmak”, o çarkların içindeki en küçük vida konumundaki unsura bile bir aidiyet, itibar gibi soyut iktidar nimetler sağlıyor.
Bu yüzden devlet sadece legal-illegal, meşru-gayri meşru, görünür-görünmez devlet binalarının içinde “işlerini” yapanlarla sınırlı olan bir yer değil. Devlet tam da sunduğu aidiyet, inşa ve kontrol ettiği bedenler vasıtasıyla toplumun içinde varlığını sürdüren, o toplumun etinden sütünden beslenen bir aygıt...
Yani devlet, polis, yargı, ordu vb. kurumların ötesinde şöyle bir şey:
Devletin ihaleleriyle güçlenen sermayedar, “fakir fukaraya dağıtılmak üzere” ucuz kömür üretmesi istenen ve böylelikle 301 işçi öldüren maden işletmesi, memleketin en güzel alanlarına istediği gibi inşaat yapma hakkına sahip olan gözü doymaz inşaat müteahhitleri, öğretmenler, imamlar, “devletin bekası” adına harekete geçtiğine inanmamız istenen “hassasiyeti yüksek” vatandaşlar, hem EMASYA birlikleri, hem beyaz / özel kuvvetler, Osmanlı Ocakları, Ergenekon, Batı Çalışma Grubu, bunların faaliyetleri konusunda bizi ikna eden medya ve her türlü “düşünce kontrol mekanizmaları” ve de bunları “halktan aldığı” meşruiyetle bir arada tutan, ya da bütün bu karmaşık yapının kafamızı karıştırmasının önünde engel olan ve bizim o karmaşık yapıyı kontrol edebildiğimiz hissini veren (ve nispeten kontrol edebildiğimiz) bir hükümet.
İç ilişkilerin çok yoğun olduğu bu yapı, hem çok sağlam hem de çok zayıf...
Sağlam; çünkü, ilişkilerin yoğunluğu ve çapraşıklığı sebebiyle, az sayıda ilişkinin ya da grubun etkisiz kılınması çok sorun teşkil etmez. Geri kalan ilişkiler, birbirlerini besleyerek ya da tehdit ve şantajla mecburiyet ilişkisini sürdürerek devam ederler.
Zayıf; çünkü, bu yapının içinde öyle anlar ya da çürük ilişkiler vardır ki, –devletin karanlık koridorları hakkında oldukça malumat sahibi olan bir devlet büyüğü tarafından dile getirildiği gibi, “bir tuğlayı çekerseniz bütün duvar çöker”.
İşte bu devletin içinde küçük hacimli olmayan “paralel” bir yapı, diğer “paralel” yapıların mecburi ya da gönüllü muvaffakiyetleri altında, bu aygıtın varlığını sürdürmek için bir savaş veriyor.
Dün verdiği gibi, Dersim’de verdiği gibi, darbelerde verdiği gibi, Hrant’ı öldürürken verdiği gibi...
Bu paralel fraksiyon ve müttefikleri, ürettikleri bir gerçeklik dünyasına toplumun bir kesimini hapsetmiş bir durumda ve “total” bir kimlikle kafamızda şekillenen devlet bugün bize öldürmenin gerekliliğini ve estetiğini şırıngalıyor.
Devlet bize teröristlerin nasıl öldürüldüğünü gösteriyor mesela... ABD’nin “kimyasal silahları olan terörist” Irak’ı bombalarken sunduğu “kansız” görüntülere benzer şekilde... Hangi ecnebi teknolojiden devşirme olduğunu bilemeyeceğim ama süper sofistike ekranlı, dürbünlü silahlar marifetiyle teröristler vuruluyor...
İnternet kafedeki bilgisayarlarında karşılıklı adam vurmaca oynayan çocukların performanslarını seyrediyoruz adeta...
Adeta devleti “çalışırken” görüyoruz... Yeni zamanlara uygun... Hayatı bilgisayardaki savaş oyunları gibi gören insanlara “savaşın ne kadar korkunç olduğu” mesajının aradan kaçmasına izin vermeden yapılan bir çalışma...
Ölen çocukların, bebeklerin, yaşlı kadınların çok fazla gündeme gelmesine engel olmak üzere, “aslında bak biz teröristleri öldürüyoruz ve kan da yok; gayet medeni yani” diyen bir proje...
Bir kamuoyu oluşturma, ikna ya da halkla ilişkiler tekniği...
Ferhat Kentel
(Basnews)