Tekme tokat bir diyalog süreci

22.11.2024 - 10:44

Sürecin bir aşamasında Esenyurt, Mardin, Batman ve Halfeti belediyelerine kayyım atandı. OHAL uygulamalarıyla seçmen iradesine apaçık bir darbe girişimi anlamına gelen kayyım uygulamaları, içinde olduğumuz diyalog sürecinin niteliğini görmek açısından çok önemli. 

İktidar bloku içinde farklılık çok açık. Fakat, farklılık daha çok usule dair gibi görünüyor. Farklar aynı zeminde yükselen sütunlar gibi. Bahçeli, bölgesel gelişmelere devletin vereceği yanıtın PKK’yi devreden çıkartmaktan geçtiğini düşündüğünü gösteren açıklamalar yapıyor. Bu yüzden Dem Parti ve Öcalan’ın muhataplar olarak öne çıkması gerektiğini dile getiriyor.

Bahçeli, PKK liderinin PKK’yi lağvetmesi için muhatap alınmasını öneriyor. Erdoğan ise tüm muhatapları sıfırlamak politikasını benimsiyor. Erdoğan mecliste 30 Ekim’de yaptığı konuşmada “Asli muhatabımız bizzat Kürt kardeşlerimizin kendisidir” dedi.

Muhatap sıfırlama konusunda iktidar blokunun iki parçası da net, Bahçeli bunu Öcalan ve Dem Parti’yi muhatap alarak yapmayı önerirken Erdoğan, Kürtlere “muhatap sizsiniz” diyerek PKK’nin akıbeti meselesinden uzak duruyor. Bu, Erdoğan’ın uzun yıllar boyunca tam olarak bu politikayı savunduğunu düşünürsek Bahçeli’nin çizgisine yaklaştığını gösteriyor. 

Konu hakkındaki en keskin konuşmalarında, Erdoğan Bahçeli’nin fazla ileri gittiğini ima ederken Bahçeli, devletin ali menfaatleri açısından çok önemli gördüğü çıkışını takip etmezse Erdoğan’a destek vermeyeceğini, cumhurbaşkanını görülmemiş bir şekilde överek ifade etti: “Devlette devamlılık, siyasette istikrar, Türkiye Yüzyılının inşası için Sayın Recep Tayyip Erdoğan güvencedir, milletin sevdalısıdır, tecrübesiyle ve birikimiyle bize göre tek seçenektir.”

Fakat Erdoğan ve Bahçeli arasında son süreç açısından asıl fark aynı konuşmada bu sözlerinden biraz önce söylediği sözlerde gizli. Erdoğan’ın yeniden seçilmesi için bir dizi şart öne sürüyor Bahçeli.  

Burada, aralarında yöntem farkı, esas olarak sürecin muhatabını belirleme farkı bulunsa da ilk bakışta Erdoğan’ın da Bahçeli’nin de sorunu terör ve terörün sonlandırılması konusuna indirgediğini düşünmek mümkün. Burada asıl sorun şu: Misak-ı Milli sınırları içinde PKK’nin silahlı eylemleri hemen hemen sona ermişken, Cumhur İttifakı 2015 yılından beri izlediği askeri çözüm politikasına devam etmek yerine neden Bahçeli Öcalan’ın mecliste konuşma yapması için iki kere ısrarlı açıklama yapsın?

Devletin, çeşitli blokları arasındaki tüm farklılıklara rağmen, son 7 yıldır, Çözüm Süreci buzdolabına kaldırıldığından beri izlenen politikaların sonuçsuz kaldığı konusundaki çıkış analizi aniden yeni bir diyalog sürecinin kapısının aralanmasına neden oldu. Bu, kelimenin tam anlamıyla bir tekme tokat diyalog süreci. Kürtlerin son sekiz yıldır, inanmak istemeyenlerin yaşanan tüm seçimlerde aldığı oylara ve kritik politik tutumlara baktığında net bir şekilde görebileceği gibi geriletilemez direnci, devletin bölgesel gelişmelere dair analiziyle beraber mecburi bir diyalog sürecinin başlamasına neden oldu. Devletin baştan sonra planlandığı, her ayrıntısını önceden düşündüğü bir süreçle karşı karşıya değiliz. Böyle bir süreç hiçbir zaman da olmayacak. Öyle muazzam işlek bir devlet aklı olduğunu düşünenler, karşısındaki güce hiçbir zaman sahip olmadığı yetileri atfederek yaklaşanların teveccühü hem egemen sınıfın hem cumhur ittifakının hem de devletin bir dizi konuda bölünmüş olduğu gerçeğini de son süreçte yaşanan zaman zaman kaotik boyutlara varan gelişmeleri de ıskalıyor. 

Bölünmüşlüğe dair bir iki örnek

Ekim ayından beri iktidar blokunun merkezlerinde açığa çıkan bölünmüşlük kasımın ikinci haftasında yapılan grup toplantılarında netleşti. En önemli göstergelerden birisi Bahçeli’nin Öcalan çıkışına Erdoğan’ın hiçbir şekilde değinmemesi oldu. Erdoğan sanki tüm Türkiye’de günlerce konuşulan böyle bir öneri hiç yapılmamış gibi davrandı. Bahçeli’yi genel yaklaşımı için övdü elbette ama Öcalan çağrısını yok saydı. 

Bir diğer örnek ise üstte de sözünü ettiğimiz, Bahçeli’nin Erdoğan eğer yeniden seçilmek istiyorsa diyerek öne sürdüğü şartlar. Bu şartlar, Bahçeli’nin örtülü pazarlıkçılığına çok kesin bir kanıt. Birinci şart şöyleydi: “terörü ve enflasyonu bitirip Türkiye'yi siyasi ve ekonomik istikrarın zirvesine çıkarırsa...” Bu şartın tehdit kısmı ise şuradaydı: “Ne yapacağız, CHP’nin içinde 4 yıl varken adam mı arayacağız?" Bu, eğer isteklerimiz yerine getirilmezse, daha dört sene varken ana muhalefet içinde cumhurbaşkanı adayı belirleme sürecinin parçası oluruz demekti. 

AKP sözcüleri kayyım politikasını ateşli bir şekilde savunur ve yeni kayyım hamlelerinin devreye girmek üzere olduğu tehdidini savururken, Bahçeli, kayyım uygulamalarının, özellikle Ahmet Türk’ün belediye başkanlığından uzaklaştırılmasının yeni sürece nifak sokmak için atılan bir adım olduğunu söyledi. Elbette Bahçeli’nin genel olarak kayyım uygulamasına karşı olduğunu hiç kimse dile getiremez. Ama "geçici olarak görevden uzaklaştırılan belediye başkanları, hukuki süreçlerin sonuçlanmasını sabırla beklemelidir" diyerek AKP liderliğinden bir ölçüde farklı bir tutum aldığı da aşikâr.

Bir başka örnek ise en son konuşmasında görülüyor. 30 Ekim’de konuşan Erdoğan cumhuriyet tarihine dair şu sözleri dile getirmişti: “Belli dönemlerde cumhuriyetin öz evlatları ötelendi, hırpalandı. Elbet güzel günler de gördük ama daha fazla hüzün gördük. AK Parti'mizi kurarken en büyük hedefimiz devlet ile milleti kucaklaştırmak, milletimizin kardeşliğini yüceltmekti. Bu ülkede dindarlara ikinci sınıf vatandaş muamelesi yapılıyordu, ayrımcılığa son verdik.”

Bu konuşmaya yanıtı Bahçeli 12 Kasım’da yaptığı konuşmada verdi: “Bugüne kadar Türkiye’de kimse ikinci sınıf muamelesi görmemiştir… Kimse bu ülkenin zencisi sayılmamıştır.” Böylece cumhuriyet tarihini en koyu milliyetçi fikirleriyle aklama ve allayıp pullama görevini layıkıyla yerine getirdi.

Bu bölünmüşlüğün önemi, süreç boyunca defalarca hat değiştirebilecek bir iktidar blokuyla karşı karşıya olduğumuzu ve hazırlıklarımızı bu ani değişikliklere göre yapmak zorunda olduğumuzu göstermesinde değil sadece, aynı zamanda bu bölünmüşlüğün, değerlendirmesini bilirsek, içinde Kürt halkının en büyük kazanımla çıkabileceği egemen sınıfın zayıflığının ifadesi olmasındadır.

Şenol Karakaş

(Sosyalist İşçi)

 


Bültene kayıt ol