“Asgari ücret yüksek tutulursa işveren işçi çalıştırmaktan kaçar. İşsiz sayısı artar. Onlar bunun farkında değil.”
- TC Cumhurbaşkanı
Hemen, daha en başında bir şey söyleyim de yüreğim ferahlasın.
Aptal değiliz. Patronlar babalarının hayrına iş vermiyor bizlere. Bizi kâr yapmak için çalıştırıyorlar. Şükür, o kadarına kafamız basıyor... Patronlar da aptal değil. Asgari ücret birazcık artacak diye milyarlarca kârdan vazgeçecek değiller.
Yukarıdaki asgari ücret ile ilgili cümle belki de tüm dünyada olan biten bir sürü şeyi özetliyor. Bu cümle not edilmeli ve akılda tutulmalı.
Bu cümlede herkese; sosyalistlere, işçilere, patronlara, ulusalcılara-milliyetçilere, Müslümanlara, ülke içine, dünyaya, işsizlere, grevdeki işçilere, sendikalara, evet, herkese bir mesaj var.
Türkiye Cumhurbaşkanı’nın icadı değil bu cümle. Bu, dünyanın dört bir yerinde siyasetçiler tarafından sürekli olarak tekrarlanan, çok bilindik bir ifade.
Belki de dünyada olan pek çok şey bu cümlenin etrafında dönüyor.
Bu cümlede Cumhurbaşkanı’nın ‘onlar’ dediği insanlar var, bir de satır arasında gizli ‘bizler’ dediği kesimler.
‘Onlar’dan mı, yoksa ‘bizler’ den mi; kim, ne'ci, olduğumuz, nasıl bir dünyayı düşlediğimiz bu cümlenin neresinde durduğumuza bağlı.
...
Sosyal Güvenlik Kurumu verilerine göre, Türkiye’de işçi statüsündeki kayıtlı çalışanların sayısı 14 milyon'a yakın. Bu sayının yaklaşık 1,5 milyonu kamu işçisi ve sendikalı. Özel sektörde, sendikasız ve ücretli çalışanların sayısı yaklaşık 12 milyon. Bu rakamın yüzde 40’ı, yaklaşık 5 milyon işçi asgari ücretli.
...
Günümüz dünyasının ekonomik ve siyasi sisteminin adı kapitalizm. Bu sistemde patronlar, devletler, hükümetler ve işçiler var.
Gizlisi saklısı yok, kapitalizm kâr etmek üzerine kurulu bir sistem. Bir işyerinde çalışan herkes 'şirketin kârlılığı', 'masrafların azaltılması' gibi lafları defalarca kere duymuştur.
Patronların, kâr etmek ve dolayısı ile üretim yapmak için, sermayeye (para, makinalar, otomasyon, vs.) ve işçilere ihtiyacı var. Yoksa bizleri niye işe alıp önümüze bir masa ve bilgisayar koysunlar, ya da madenlerde kazma sallatsınlar.
Yani patronlar babalarının hayrına iş vermiyorlar bize, bizi kâr için çalıştırıyorlar.
Kapitalist sistemde kâr etmenin kaçınılmaz bir gerçekliği ise rekabet sistemi.
O yüzden 'rakip şirketler' den bahsederiz iş yerlerimizdeki konuşmalarda, o nedenle şirketler reklamlar verir 'biz en iyiyiz, en ucuzuz' derler.
Başka bir gerçekliği daha var kapitalizmin: Rekabetçi, 'serbest piyasa' denen ortamda, genel bir eğilim olarak, giderek azalan kâr oranları.
Bu eğilim zik-zaklı bir gidişat gösteriyor ama tüm dünyada kâr oranları azalma eğiliminde.
Kapitalizmin buna bir takım çözümler getirmeye çalışır. Fakat, pek çok çözümün (bu çözümler eninde sonunda tüm kapitalistlerce uygulandığı için) zamanla etkisi azalır ve kapitalistlere sağladığı rekabet avantajları kaybolur.
Şirketlerin pazar payını arttırma yarışı, birbirini satın alması, sektörel hakimiyet mücadeleleri ve hepsinden de önemlisi işçi giderlerini azaltma çabaları bu çözüm arayışlarına örnektir.
Teknokoji kullanımında, hammadde girdisinde, makinalarda vs. kısıntıya gitmek rakiplerin karşısında doğrudan bir kayıp olacağından dolayı, patronlar kârlarını arttırmak için gözünü işçi maaşlarına dikerler. Aynı veya daha çok işi, aynı veya daha az işçiyle, daha az ücret ödeyerek yaptırmak kâr yarışında öne geçmek anlamına gelir.
İş yerlerinde gördüğümüz 'performans değerlendirmeleri', 'verimlilik artışı' gibi uygulamalar bu nedenle vardır.
İşçisiz üretim ve kâr yapılamayacağı için patronlar sürekli olarak işçi giderlerini azaltmak zorunluluğunu hissederler. Zira rekabette kapitalistten kapitaliste dost olmaz. Bu gideri azaltamayan kâr yapamaz ve piyasada barınamaz.
Savaşlar bile çıkmıştır bu yüzden.
...
Şimdi gelelim Türkiye Cumhuriyeti sınırları içindeki herkesin, yani cumhurun başı olan Cumhurbaşkanı'nın mesajlarına.
Elbette günümüzde, 'para' yaşamımızı sürdürmek için en gerekli şey. Ne kadar paramız olduğu, her anlamda nasıl yaşadığımızı, hatta nasıl öldüğümüzü bile belirliyor. Parası olanla olmayanın arasında, sağlık-eğitim gibi bir sürü alanda dağlar kadar fark var.
O yüzden konu asgari ücret olunca Cumhurbaşkanı'nın söylediği cümledeki açık-gizli mesajları görmekte fayda var.
Cumhurbaşkanı kapitalistlere-patronlara şunu diyor:
"Korkmayın, mesele kâr ve para olunca ben 78 milyonun başı dahi olsam, devletin bana verdiği siyasi erkimi sizin kârlarımızı korumak ve kollamak için kullanıyorum. Daha da çok kâr yapmanız için sizin adınıza 'serbest piyasayı' düzenliyorum. 5 milyon işçi ve ailelerinin gelirini asgari de tutarak kâr oranlarınızı arttırmanıza yardımcı oluyorum. İşçiler bir yana, siz bir yana. Ben sizinleyim"
Bunu sadece yerli patronlara söylemiyor Cumhurbaşkanı. Tüm dünya patronlarına sesleniyor.
"Ben sizin başka yerlere göre Türkiye'de daha çok kâr yapmanıza yardımcı olacağım. Romanya'da, Çin de değil, gelin Türkiye'de iş yapın. Bizim işçi maaşlarımız düşük ve bunu yasayla, devlet eliyle kontrol altında tutuyoruz."
Bu konuda elbette tek değil Türkiye Cumhurbaşkanı. Örnek olarak verdiğimiz Romanya ve Çin hükümetleri de benzer şeyleri kendi işçileri için söylüyorlar.
Dibe vurma yarışının sınırı yok anlaşılan.
İşçilere de sesleniyor Cumhurbaşkanı:
"Patronların kârlarının sizin sayenizde olduğunu unutun. Unutmazsanız, devlet eliyle, yasayla önünüzü keseriz, patronlar adına siyasi otoritemizi kullanırız. Patronların sözcüsü olur size 'ya düşük asgari ücret ya da işsizlik' diye dayatırız. Bakın milyonlarca işsiz var, halinize şükredin, sesinizi kesin ve bizim kıymetimizi bilin"
Grevdeki işçilere verilen mesaj çok daha sert:
"Ayağınızı denk alın, düzeni bozmayın. Adam gibi, aldığınızla yetinin, işinizin başına dönün, yoksa..."
İşsizlere ise, işçileri birbirine düşürmek umuduyla, şunları diyor:
"İşi olanlar küstahlık yapıyor, daha çok istiyorlar. Halbuki daha az para alsalar, patronlar daha çok işçiyi işe alır, siz de iş bulmuş olursunuz."
Ulusalcılara-milliyetçilere bir nevi teşekkür ediyor Cumhurbaşkanı:
"Siz, bayrak, millet, cumhuriyet, laiklik, şeriat, asker, postal derken, milyonlarca işçiyi, geçmişten gelen ukelalığınızla 'makarnacı', 'kömürcü' diye aşağılarken, biz bunların gönlünü kazanmaya çabaladık. Şimdi devir bizim devrimiz. Şimdi kapitalizm adına memleketi yönetme sırası bizde. Allah sizden razı olsun. Şimdilerde işçi hakkı falan deseniz de, çok geç kaldınız. Boşuna debelenmeyin. Sizden yana patronlar da sever bu düşük asgari ücret meselesini. Biz milliyetçilik yapa yapa, 'halkımız-vatandaşımız' diye diye işçileri düşük asgari ücrete mahkum ederiz, bunu sizden daha iyi yaparız. Sağolun, siz solculuğu bayrakçılık, dindar düşmanlığı sandınız, işçi sınıfını unuttunuz iyice, sayenizde bizim işimiz kolaylaştı, biz dindar işçileri sömürttük. Haklısınız, Türkiye İran olmayacak..."
Müslümanlara da bir mesaj var:
"Sizi hor gördüler, yıllarca krizlerle işsiz bıraktılar, üstelik dininizi, başörtünüzü yasakladılar. Şimdi en azından işiniz var, başörtünüz serbest. Biz olmasak hiçbir şeyiniz olmazdı. Bu bozguncuların oyununa gelmeyin. Sendikalar, solcular hepsi büyük ve güçlü Türk devletini istemeyenlerdir. Biz dinimizle, dilimizle, işçimizle bölgenin en güçlüsüyüz. Bunlar bize düşman, bunlar işsizlik artsın, kriz olsun istiyorlar."
Ama mesajların en önemlisi, galiba, farkında olmadan da olsa, sosyalistlere verdiği gizli mesaj:
"Mücadelenizi doğru seçin. Ulusalcı-Kemalistlere uymayın. Onlardan size bir hayır gelmez. Türkiye özel ya da farklı bir yer değil. Sınıfsal çelişkiler burada da yaşamın merkezinde. Bu mücadeleden uzaklaşan kaybeder. İşçi sınıfıyla bütünleşmezseniz yoksunuz demektir. Bursa'da olduğu gibi mücadele eden işçi sınıfı kazanır. Bunun önünü açın. Asgari ücretli milyonlarla kucaklaşın. İşin kolayına kaçmayın. Anti-kapitalist bir mücadele yürütün. Sosyalist kazanımlar kitap yalamak yutmakla değil, işçi sınıfıyla olan ilişkilerle ölçülür. Sizin her kaybınız, patronlar adına bizim kazancımızdır. Kâh reform yaparız, kâh nobranlaşırız. Siz bizi doğru yerden sıkıştırırsanız işimiz zor, yoksa keyfimiz yerinde."
...
Demek ki asgari ücretle, işçilerin zor yaşam koşullarında yaşamasını onaylayan Cumhurbaşkanı bazı konularda büyük çoğunluğun değil, azınlığın yanındaymış.
Demek ki aynı dil, aynı dinden olmak, aynı sınırlar içinde olmak, aynı bayrağa selam vermek, aynı devletin vatandaşı olmak 'onlar' ile 'bizler' in birbiriyle aynı ve eşit olduğu; hakların, paranın, varlığın eşitçe paylaşıldığı anlamına gelmiyormuş.
Demek ki, Müslüman patron, Müslüman devlet adamıyla bir olup, 5 milyon Müslüman aileyi fakirliğe mahkum edebiliyormuş. Demek ki bunun benzeri ulusalcı patron ile milliyetçi siyasetçi için de geçerliymiş, nasıl ki Katolik patronla Katolik hükümet için geçerliyse.
Demek ki, mesele kâr olunca, Katolik, Müslüman, ateist, Kemalist, milliyetçi patron ve devlet adamları her türlü kombinasyonda biraraya gelir ve asgari ücreti düşük tutarmış. Katolik, Müslüman, ateist, Türk, Kürt işçileri sömürürmüş.
Demek ki, Erdoğan ve patronlarıyla asgari ücretli işçiler arasında bir dindaşlık bağı olsa bile, asıl olan, kapanmaz, uzlaşmaz bir sınıf farkı varmış. Zengin ve fakir; patron ve işçi...
Demek ki, işimiz, gücümüz işçinin işçiyle birliği, bütünlüğü ve dayanışması olmalıymış.
Demek ki işimiz, gücümüz bunun için uğraşmak olmalı. Mesela, Türk işçisinin Kürt kardeşinin - işçiliğin kardeşliği adına - dilini, haklarını, taleplerini desteklemesinin yolunu yapmak olmalı.
Mesela Kamp Armen'in kavgasının niye verildiği anlatmalı, Ermeni soykırımı anlatılmalı.
Kısacası, işimiz gücümüz - belli ki eşçinsellerin de başkanı olmayan -Cumhurbaşkanı her, "eşcinsel aday göstermeyiz" dediğinde, daha iyi bir asgari ücret için, daha iyi bir yaşam için, daha farklı bir dünya için eşcinsel işçiyle Müslüman işçinin aslında birbiriyle kardeş-yoldaş olduklarını göstermek olmalı.
...
Ben asgari ücrete talim etmek istemem, ya siz? Ne de olsa Allah yazgısı değil bu, patronun dayatması.
O zaman buyurun devrimci sosyalist mücadeleye.
Kolay değil ama imkansız da değil.
Selam olsun bu mücadeleyi verenlere.
Memet Uludağ