Askeri harekât değil barış, diyalog!

30.11.2022 - 13:26

Taksim’deki bombalı saldırının hemen ardından İçişleri Bakanının ABD’yi sorumlu ilan etmesi, saldırganın geldiği bölgenin hızla sorunu Suriye’nin Kuzeyi’ndeki Kürt bölgelerine kaydırmasıyla birleşmişti. Özet şuydu: ABD’nin desteklediği PYD’li terörist Taksim’de bomba patlatmıştı!

Sonrası hızla geldi. Pençe-Kilit Harekâtı adı verilen bir askeri operasyon başladı bölgeye.

Harekat muhalif çevrelerde hemen 2023’te gerçekleşecek seçimlere bağlandı. İktidar seçimlerde milliyetçiliğe oynayarak ve savaş ortamının yaratacağı politik atmosfere yasalanarak seçimi kazanacak bu iddiaya göre.

Koşullu savaş destekçiliği

Bu iddianın şöyle bir hatası var: Elbette iktidarlar iç ve dış politikada atılan her adımın seçimleri kazanmalarına yarayacak şekilde popülerliklerini artırmayı da hedeflerler. Ama sağından soluna kadar muhalefetin geniş kesimlerinin tersine ne devlet ne de Erdoğan sanıldığı kadar parlamenter ve seçim endeksli hareket ediyor.

Türkiye’nin 2010’ların ortalarından, özellikle çözüm sürecinin sonlandırılması ve Arap Baharı’nın Mısır ve Suriye’de karşı devrimci devlet rejimleri tarafından bastırılmasının ardından bölgesel bir güç olmak için stratejisini yenilediği görülüyor. “Yerli ve milli” olmak şeklinde kodlanan AKP ve devlet arasında bir koalisyonunun ideolojik harcını oluşturan bu perspektif, dış politikada Mavi Vatan teziyle birlikte işlemeye başladı.

Bu perspektif sadece Kürtlerin özellikle Suriye’de elde ettiği kazanımların kökünü kazımakla tanımlanmıyordu aynı zamanda ABD’nin muğlak, titrek, kendine güvensiz ve gerileyen hegemonya girişimlerinden de güç alıyordu. ABD’nin bu bölgede gerilemesinin yarattığı boşluğu tüm bölge ülkeleri kendi askeri ve müdahaleci varlıklarıyla doldurmak için bir fırsat olarak gördüler.

Türkiye de bu ülkelerden birisi.

Dış politikada sakinlik ve barış

Suriye’nin Kuzeyi’nde süren hava harekâtı, devlet koalisyonunun bölgesel güç olma girişiminin bir hamlesi olarak görülmelidir. Bu hamle aynı zamanda iç politikada da Kürt sorununda diyalog dışındaki askeri ve baskıcı yöntemlerin devreye girmesiyle el ele ilerleyecektir.

Bir askeri harekât sırasında “Hayır!” sesini yükseltmek için bu harekatın seçimlerle bağına bakmaya çalışmak çok tehlikeli bir yaklaşımdır.

Seçimlere etkisinden bağımız olarak bir askeri harekata, komşu ülkelerin topraklarına yönelik operasyonlara karşı çıkmak demokratlığın ilk şartıdır. Örneğin 6’lı Masa bu konuda hemen her defasında tam da bu yüzden çuvallamakta, iktidardan hiçbir farkı olmayan politikalar önerebilmektedir. Son harekatla ilgili 6’lı Masa’nın açıklaması hiç unutulmayacak cinsten. Şöyle diyor 6’lı Masa: “Öte yandan, sınırlarımızın korunması ve ulusal güvenliğimizin sağlanması dış politikada temel önceliğimizdir. Bu bağlamda, Türk Silahlı Kuvvetlerimiz ve Emniyet güçlerimizin canları pahasına terörle mücadele etmelerini takdir ve minnet duygularıyla karşılıyoruz. Ancak, konuyu iç politikada istismar eden ve farklı toplumsal kesimleri düşmanlaştıran söylemlerin ve politikaların ulusal menfaatlerimize aykırı olduğuna inanıyoruz.”

Bu sınır ötesi operasyonlara açıkça destek vermektir. Böyle bir muhalefet bir iktidar için bulunmaz nimettir.

Bir kara harekatının zor göründüğü ama ihtimal dışında da olmadığı, dolayısıyla çok fazla insanın ölümünün söz konusu olduğu bir durumda iktidara askeri harekât konusunda verilen desteğin muhalif olmakla hiçbir ilişkisi olamaz.

İktidar, “ne ABD ne Rusya/hem ABD hem Rusya” çizgisinde zikzaklar çizerken, muhalefetin bu zikzakların peşinden koşması tüm yıpranmışılığına ve sonucunda milyonlarca yoksula hayatı zindan eden çok sayıda düzlemde yaşanan krizlerine rağmen çok daha hızlı gerilemiyorsa muhalefetin bu milliyetçiliğidir.

Böylece muhalefet tarihin en başarısız dış politikasının sorumlularının başarılı gösterilmesinin sorumluları arasına giriyor.

Oysa iktidarın kendisinden kat be kat büyük güçlerle askeri ve politik alanda sürdürdüğü tehlikeli oyunların ekonomik ve askeri güçlerce belirlenen bir sınırı var.

Askeri harekâtlar bu sınırlarda dolanmak ve çok daha tehlikeli gelişmelere kapı aralamak anlamına geliyor.

Bizler, “Savaşın kazananının olmayacağını” bilenler olarak, askeri harekâtlara hemen son verilmesini ve halklar, komşu ülkeler ve bölgeler arasında barış köprülerinin kurulması gerektiğini savunmalıyız.

Şenol Karakaş

 


Bültene kayıt ol