Son dört yıldır, İrlanda'ya, Kuzey İrlanda barış sürecini, Hayırlı Cuma Anlaşması'nı ve aradan geçen sürede yaşananları araştırmak ve yerinde görmek üzere, Türkiye'den, siyaset, medya ve akademik çevrelerden temsilcilerin katıldığı heyetler geliyor.
Bu heyetlerin bazılarında meclis partileri AKP, HDP ve CHP milletvekilleri de bulunuyor. Heyetler, bu ziyaretlerde Kuzey İrlanda barış sürecini ve görüşmeleri yürütmüş olan dönemin İrlanda ve İngiltere hükümet temsilcileri, İrlanda ve Kuzey'in cumhuriyetçi Katolik partisi Sinn Fein yetkilileri, eski İRA üyeleri ve süreçte rol almış diğer bürokrat ve görevlilerle görüşüyorlar. Kısacası, tüm dünyada bilinen Kuzey İrlanda sorunu nasıl çözüldü, barış nasıl sağlandı, onu yerinde görüp Kürdistan barış sürecine ilişkin dersler çıkarmak üzere geliyorlar.
Kürt sorunu ve Türkiye’de bugün yaşanan süreç ile Kuzey İrlanda’nın tarihsel koşulları ve süreci birbirinden pek çok alanda farklı ancak bu tip gezilerin yapılması ve başka yerlerin barış süreci deneyimlerinin öğrenilmesi elbette önemli bir girişim. Bu geziler sonrasında yazılanlar ve anlatılanlar pek çok kritik ayrıntıyı ve politik detayları atlasa da, bu ziyaretler iyi gelişmelerdir.
İyi olmayan ise, istedikleri kadar gelip gitsinler, istedikleri kadar araştırma yapsınlar, CHP’nin CHP’lilikten çıkmadığı, çıkmak istemediği ve çıkmayacağı gerçeğidir. Vahim olan, yapılan bu ziyaretler ve görüşmelere rağmen, geldikleri ‘ulusalcı-milliyetçi-barış karşıtı’ karışımı kafalarını aynen, olduğu gibi geri götürmeleridir. Bir yandan dünyanın başka bir yerinde, başka bir halkın bağımsızlık-özgürlük mücadelesini anlamaya çalışıyor görüntüsü verirken, diğer yandan barış sürecine ve Kürtlerin kazanımlarına karşı tarihsel reflekslerini olduğu gibi korumalarıdır.
O nedenle, geldikleri buralarda, PKK ve Öcalan’la görüşülmesin hesabıyla ‘’Siz İRA ile değil Sinn Fein ile görüştünüz” itirazları yaptılar, bunlara aldıkları cevaplara, ya da Gerry Adams’ın toplantıda “Biz Kürdistan halkının özgürlük mücadelesini destekliyoruz” diye söze başlamasına tepki duyarak ve buralarda gördüklerini bir an evvel unutma telaşıyşa anavatana geri döndüler.
Onca para, zaman, emek boşa gitti. Ne gördüklerini anlayabildiler, ne de akıllarında yeni soru işaretleri oluştu.
Bunun son örneğini HDP-hükümet ortak basın açıklaması sonrasınsa yeniden gördük. MHP son kullanma tarihi geçmiş ‘’vatan elden gidiyor’’, ‘’istemezük’’ saldırganlığına devam ederken, CHP ise çok iyi bildiği şekliyle ‘’barışa karşı değiliz ama...’’ diye başlayan cümleleri, sürece, gelişmelere ve aslında Kürtlerin kazanımı olan barışa nasıl karşı olduklarını anlatan ifadelerle devam ettirdi.
CHP Grup Başkanvekili Engin Altay, "Silah bırakma çağrısı keşke daha önce olsaydı. Silahların gölgesinde barış olmaz. Barışın birinci koşulu PKK'nın silah bırakmasıdır", "Ne olacaksa TBMM çatısı altında ve iradesinde olmalıdır çözümün adresi TBMM'dir’’ diyerek, partisinin İRA-Kuzey İrlanda tecrübesinden, buralarda gördüklerinden ve konuştukları kişilerin aktarımlarından hiçbir şey anlamadığını bir kere daha kanıtlamıştır.
‘’Öne sürülen 10 maddelik şartın tamamının kabul edilmesi diye bir şey yoktur’’ diyerek, aklı sıra, daha en başından Kürtlere ‘’Dur!’’ emrini vermeye çalışmaktadır.
CHP, ‘’barışa karşı değilim ama barışa karşıyım’’ partisidir. Irkçıların ‘’ben ırkçı değilim ama...’’ diye söze başlayarak ırkçılık yapmaları gibi.
Bir daha gelmesinler, boşu boşuna zaman kaybetmesinler.
Oslo görüşmelerinden bugüne, meclisteki muhalefet partilerinin vekilleri ve yönetimleri giderek kaçınılmaz olan barıştan, bunu isteyen Türk-Kürt halklarından, yani yaşamın gerçeğinden uzaklaşmış durumdalar. Bu durum siyasetin pek çok alanında AKP’ye fırsatlar veriyor. AKP’yi ‘’daha fazla barış’’, ‘’daha hızlı barış’’ diye zora sokmayan bir Türk ana muhalefeti Türkiye’nin günü gelecek değişecek bir kadersizliğidir.
Demek ki, Yaşar Kemal’e, ardından övgüler düzerek kardeşlik, eşitlik, barış olmuyor. Önce yazdıklarını anlayacaksın...
Memet Uludağ