Dünya 1930’lara geri mi dönüyor?

16.07.2018 - 13:23

Sağcı popülizmin ve faşizmin yükselişi, 1930’lardaki felaket on yılın tekrar yaşanacağı yönündeki korkuları tetikliyor. İngiltere’deki Sosyalist İşçi Partisi’nin (SWP) liderlerinden Charlie Kimber, 30’ların yalnızca sağın yükselişini değil, canlı direniş olasılıklarını da barındırdığını hatırlatıyor:

Avrupa’nın dört bir yanında aşırı sağ güçlerin yükselişi ve Donald Trump’ın ABD’deki ırkçı taarruzu, dünyanın 1930’lara dönmekte olduğuna dair bir his yarattı.

2008’de finansal kriz patlak verdiğinde, “1930’lara dönüş” her şeyden önce ekonomik çöküşün daha sonra felaket politik sonuçlara yol açabileceği korkusunu ifade ediyordu. Bugün acil bir ekonomik bozukluk beklentisi eskisine kıyasla daha az.

Ancak ekonomik şok ve anaakım politikaların yarattığı hayal kırıklığı sonucunda habis güçler sahneye çıktı.

Hemen her yerde yöneticiler göçmenlere ve Müslümanlara karşı milliyetçiliği ve ırkçılığı teşvik ediyor, kemer sıkma politikalarını sonuna kadar zorluyorlar.

Trump, nükleer silah kullanımı ihtimallerinden bahsediyor ve savaş olasılığı yoğunlaşıyor.

Faşist güçler yalnızca sokaklarda eylem yapmıyor, aynı zamanda parlamentolarda oturuyorlar, hatta bazen kabine masalarının etrafındalar.

Nazi grupları, parlamentoya odaklanan geleneksel muhafazakâr veya ırkçı popülist partilerle aynı değiller. Faşistler parlamenter demokrasiyi sadece iktidara gelmek için kullanmak değil, onu yok etmek istiyorlar.

Ancak faşistler ve anaakım sağ birbirlerini besliyor, siyasi atmosferi sağa kaydırıyor.

Avusturya’da merkez sağcı Halk Partisi (ÖVP) geçtiğimiz Kasım ayındaki seçimlerde faşist Özgürlük Partisi’ni arkadan vurmak istedi; daha sonra onunla bir koalisyon kurdu. Avusturya faşist bir devlete dönüşmedi, ancak faşistler göçmenlere ve Müslümanlara saldırılarını artırmaya yarayacak kilit bakanlıkları ellerinde tutuyorlar.

Macaristan’da Viktor Orban’ın açıkça İslamofobik, antisemit ve mülteci düşmanı olan hükümeti, faşist Jobbik’in parti programının geniş bir bölümünü ele geçirdi.

Ve şimdi “Bizim Ülkemiz Hareketi” adı verilen yeni bir faşist hareket, “Avrupa’da bir beyaz adası olarak kalacak bir Macaristan” çağrısı yapıyor. “Yahudiler dışında herkesin nasıl suçlu olduğunu dinlemekten” bıktıklarını ilan ediyorlar.

Almanya’da milletvekillerinin yarısı Nazi olan aşırı sağcı AfD, Hristiyan demokratlar-sosyal demokratlar koalisyonuna karşı ana muhalefet konumunda. Ve son anketlerde AfD, merkez sol parti SPD’nin önünde gözüküyor.

İtalya’da Birlik Partisi’nden İçişleri Bakanı Matteo Salvini, göçmenler için “sokak sokak, mahalle mahalle” kitlesel bir temizlik çağrısı yaptı. Çoğunu sınır dışı edebilmek için Romanların kayıt altına alınmasını istiyor.

Şimdilik bu faşistlerin hiçbirisi Adolf Hitler’in Nazi Partisi’nin sahip olduğu korkutucu güce sahip değil. 1932’de Nazilerin milyonlarca oyu, aynı zamanda rakiplerini fiziksel olarak devre dışı bırakabilecek, grevcilere ve sola saldırabilecek 350 binin üstünde paramiliter askeri vardı.

İtalyan faşist yönetici Benito Mussolini, 1919 yılında kendi hareketini, sosyalist günlük gazete Avanti’nin basıldığı atölyelere saldırarak kurdu ve 4 kişiyi öldürdü. Muhalefete gözdağı vermek ve onu ezmek için paramiliter kadrolar yetiştirdi.

Bunlar geniş ölçekli olarak henüz gerçekleşmedi, ancak bu tehdidi görmeden hâlinden memnun olmak da kabul edilemez.

Trump bu tarz aşırı sağcı hareketler için bir ilham kaynağı gibi hareket ediyor. Onların bir sokak hareketi inşa etme ve demokrasiyi yok etme hedeflerini paylaşmıyor, ancak retoriği tehlikeli ölçüde faşistlerinkine benzer.

Geçtiğimiz ay mülteciler hakkında “Bunlar insan değil, hayvanlar” demişti. Geçtiğimiz günlerde de “Ülkemize akın ederek onu istila etmek istiyorlar” diye tweet attı.

“İstila” (ç.n. “infest”) genellikle haşereler ve kemirgenler için kullanılan bir kelime. Bu, insan gruplarını şahsiyetsizleştiren bir dil, onları kıymetsiz görerek davranmaya giden bir yol.

Ekonomik krizin etkilerinde, 1930’ların başka yankıları da var. 2007’nin likidite krizi, 1929 Wall Street iflası kadar büyük bir felaket değildi.

1931 yılına gelindiğinde hem Almanya’da hem de ABD’de işçi sınıfının üçte biri işsiz kalmıştı ve tüm dünyadaki üretkenlik üçte bir oranında düşmüştü.

Bu kez bu seviyede bir yoksunluk yaşanmadı, ancak 1930’lara kıyasla daha yavaş bir ekonomik toparlanma süreci görüldü. Her ne kadar küresel ekonomi tekrar büyüyor olsa da, bu büyüme Trump’ın başlattığı ticaret savaşlarının tehdidi altında.

İktisatçı Paul Krugman, “bütünlüklü bir ticaret savaşının toplam ticaret hacminde %70’lere varacak kadar büyük bir düşüşe sebep olabileceğine dair yüksek bir olasılık var” diye yazdı. Ve bunun toplam maliyeti, tüm dünyadaki üretimde yüzde 2-3 civarı bir düşüş olabilir; bu mevcut küresel büyümenin yarısını yok eder.

Büyüme olduğunda dahi, bunun neredeyse tamamını en tepedekiler kapıyor.

OECD ülkelerine ilişkin son dönemde çıkan bir rapor, kapitalistlerin ekonomik büyümeden her yıl işçilere kıyasla daha da büyük bir oran aldığını söylüyor. Sonuç olarak, “eğer gerçek ortalama ücretler 1995-2014 arasında üretkenlikteki büyümeyi tam olarak takip etmiş olsaydı, sürecin sonunda %13 daha fazla olmaları gerekirdi”.

Bu bile hırsızlığın büyüklüğünü azımsıyor, çünkü en tepedekiler için işler iyi gitmeye devam etti. Yunanistan, İrlanda ve İngiltere gibi bazı ülkelerde ise hayat standartlarındaki düşüş ortalamadan daha büyüktü.

Britanya’da Victoria devrinden beri (ç.n. 1837-1901) maaşlardaki en uzun düşüşü gördük ve sosyal yardımlarla geçinen insanlara yönelik savaş başlatıldı.

Bu arada ABD’de yetişkinlerin %20’sinden fazlası aylık faturalarının tamamını ödeyemiyor. 2017’de yetişkinlerin dörtte birinden fazlası, parasını ödeyemeyecekleri için gerekli tıbbi tetkikleri yaptırmadı.

Hükümetler kemer sıkmaya karşı direnişi kırmak ve suçu üzerlerinden atmak için ırkçılığı teşvik ettiler. Ancak bu anaakım partileri korumaya yetmedi; bu da 1930’ların bir diğer yankısı.

Bunların yerine yeni veya yeniden keşfedilmiş siyasi güçler ortaya çıktı; bazen solda, ama daha çok örnekte sağda.

Ağırı sağ güçlerin yanı sıra, Fransa’nın cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un yeni hareketinin yükselişini düşünün. Sıfırdan gelerek onu cumhurbaşkanı yaptı ve parlamentoyu ele geçirdi.

Britanya’da Jeremy Corbyn, İşçi Partisi’ni (Labour) yeniden yarattı.

Bir kez daha, anaakımın çözülüşü 1930’lardaki kadar derine inemedi; ancak krizin aynı etkisiyle ilgili yankılar var.

1990’larda Sosyalist İşçi Partisi’nin kurucusu Tony Cliff, durumu “ağır çekim 1930’lar” diye tarif ediyor ve ekliyordu:

“1930’lar filminin yavaş çekimde de olsa geri geldiği gerçeği, filmi durdurmak ve bizim istediğimiz yöne sarmak konusunda çok daha büyük bir fırsatımız olduğu anlamına geliyor.”

Şimdi film hızlanıyor. Direnişe ilişkin görevler daha da acil hâle geldi. 1930’ların ve bugünün çok açık bir dersi şu ki, faşistler statükoyu ve –AB gibi- mevcut kurumları savunarak durdurulamaz.

İnsanların hayatını mahveden ve elitlere yönelik öfkeyi yaratan, tam da onlar tarafından agresif bir şekilde uygulanan kapitalist politikalar. Siyasi “merkez”i korumaya çalışmak yerine neoliberal politikalara karşı bir mücadele ve kapitalizmi alaşağı edecek bir hareket inşa edilmeli.

Kriz sadece işçiler için acılara yol açmaz. Aynı zamanda egemen sınıf içerisinde bölünmeler ve kitle mücadeleleri için olanaklar yaratır.

1930’lar sadece gericiliğin zaferler kazandığı bir dönem değildi. ABD tarihindeki en militan işçi direnişleri bu dönemde görüldü; San Francisco, Toledo ve Minneapolis’te kitle grevleri ve Flint General Motors fabrikasında bir işgal gerçekleşti.

1934’te Fransa’da beş milyon işçi, faşist bir askeri darbe girişimini engellemek için genel greve gitti. İki yıl sonra sol bir hükümetin seçilmesiyle, işçilerin iktidarı nasıl alabileceğine işaret edecek derecede muazam bir grev dalgası görüldü.

İspanya’da işçiler 1931’de bir genel grev ile monarşiyi devirdiler. 1936’da faşist bir ayaklanmayla karşı karşıya kaldıklarında, işçiler sanayinin büyük bir bölümünü ele geçirdi; köylüler ve tarım işçileri toprakları işgal etti ve zaman zaman kolektifleştirdiler.

Britanya’da isyanlar vardı; deniz kuvvetlerinde bir başkaldırı oldu, işsizler hareketi çok büyük gösteriler düzenledi.

Bu mücadeleler kapitalizmin hakimiyetini kırmakta başarılı olabilseydi, İkinci Dünya Savaşı, Holokost ve nükleer silahların berbat maliyetine meydan verilmeyebilirdi. Ancak bu hareketler ya çok zayıf kaldı ya da hareketin liderleri tarafından geriye çekildi.

Şu an bir taviz veya geri çekilme zamanı değil. Irkçılığa ve faşizme karşı mümkün olan en geniş direnişi – ve aynı zamanda devrimci sosyalist güçleri- inşa etme zamanı.

(Socialist Worker’dan Türkçe’ye Ozan Tekin çevirdi)



Bültene kayıt ol