Sibel Erduman, Alain Badiou'nun Gerçek Yaşam: Gençliği Yoldan Çıkarmaya Yönelik Bir Çağrı kitabını Sosyalist İşçi'ye tanıttı.
50. yılını andığımız 1968 dönemi sonrası kapitalizm bugün küresel olarak tüm dünyayı kucakladığı halde, insanların büyük bir kısmını anlamlı herhangi bir bilişsel haritadan yoksun bırakıyor. Ne kapitalist dünya görüşü ne de kapitalist uygarlık diye bir şey vardır, söz konusu olan kapitalizmin kendisini bütün uygarlıklara uyarlayabilmesi yani küresel piyasa mekanizmasının gerçeğidir.
Bu bağlamda Badiou kitabında gençlerin yeni bir dünyanın eşiğinde olduklarını fakat bunun binlerce yıllık geleneksel dünya olmadığını söylüyor. Bu yüzyılda gençlerin geleneğin son kalıntılarını sarsan ve yok eden bir toplumsal kriz döneminde yaşadığını belirtiyor. Bu yıkımın, bu inkârın olumlu yanının ne olduğunu bilmediğimizi ama bunun bir tür özgürlüğe yol açtığını bildiğimizi söylüyor. Ama arkasından bunun olumsuz bir özgürlük olduğunu, tüketici olduğunu ve ürünlerin, moda ve görüşlerin sürekli değişmesine mahkûm olduğunu belirtiyor.
Badio, modernite geleneğin terkidir, esas üzerinde durulması gereken budur dedikten sonra yaşanan kopuşun binlerce yıldır varlık sürdüren örgütlenme biçimlerini üç yüzyıl gibi bir süre içinde süpürüp atan insanlık üzerindeki bu gerçek kasırganın öznel bir kriz yaratması olduğunu söylüyor. Bu gelişmenin en belirgin veçhelerinden birinin özellikle gençliğin bu yeni dünyada kendine bir yer bulmasının aşırı ve giderek büyüyen güçlüğünden bahsediyor.
Badiou, gelenekten kopuşun gerçekte insanlığın sembolik örgütlenmesinde devasa bir krize kapıyı açtığını söylüyor ve 1848’de, Marx’ın “Burjuvazi kişisel haysiyeti bir mübadele değeri haline getirdi ve bin bir güçlükle elde edilmiş sayısız özgürlüklerin yerine, o biricik ve acımasız özgür ticareti koydu. Tek kelimeyle dini ve politik aldatmacaların maskelediği sömürü yerine, zorba, utanmaz doğrudan ve çıplak sömürüyü koydu.” tanımının onun döneminden ziyade günümüzde daha doğru olduğu için çarpıcı olduğunu söylüyor.
Irkçılık, batının kendine hayranlığı
Badiou’ya göre, yansız bir özgürlük kisvesi altında evrensel gönderge olarak sadece parayı öneren bu krizin gözünden bakıldığında günümüzde iki farklı alternatif vardır. Ve bunların ikisi de tutucudur ve gençliğin karşı karşıya olduğu gerçek öznel meselelere uygun değildir.
Bunlardan ilki Badiou’nun‘Batı arzusu’ cazibesi diye adlandırdığı şey, yani Fransa’nın ve aynı türdeki diğer bütün ülkelerin liberal, ‘demokratik’ modelinden daha iyi hiçbir şeyin var olmadığı ve olmayacağı savıdır. Diğeri isi geleneksel, yani hiyerarşik simgeselleştirmeye geri dönüş yönündeki tepkisel arzu. Bu arzu ister ABD’deki Protestan sektler olsun, ister Ortadoğu’daki tepkisel İslamcılık ya da Avrupa’da ritüalist Yahudiliğe geri dönüş şeklinde görülsün, genellikle herhangi bir dinsel anlatı kisvesine bürünür. Fakat bu arzu ‘yaşasın safkan Fransız’ gibi ulus hiyerarşilerinde, ‘islamofobi, anti semitizm’ türü katıksız ırkçılıkta ya da nihayet ‘yaşasın Ben kahrolsun ötekiler’ gibi atomlaşmış bireycilikte pusuya yatabilir bir arzudur. Bunlar gerçek çelişkinin etkili olmasını engelleyen sahte çelişkilerdir. Esas çelişki korkunç eşitsizlikler ve patojen başıboşluklar yaratan Batı kapitalizminin simgesellikten çıkmış bakışı ile genellikle ‘komünizm’ diye adlandırılan ve Marx’tan ve çağdaşlarından bu yana eşitlikçi bir simgeselleştirme öneren bakış arasındadır.
Gençlerin gelenekten gerçek kopuşun ve sahte çelişkinin hayali boyutunun ikili etkisi altında ve gerçek yaşam, günümüzde piyasa yansızlığının ve eski hiyerarşik ideaların ötesinde yer alıyor.
Kadınların mücadele içinde değişen rolleri
Badiou, Platon’un “Filozof gençlere ne söyleyebilir?” sorusuyla hareket ettiği birinci bölümden sonra, ikinci bölümde cinsiyet farklılıkları konusunu ele alıyor; Oğlan çocuklarının Çağdaş Yazgısına Dair olan ikinci bölümün ilk kısmında, erkek çocuklarının saldırganlığını sistemin lehine örgütlemede ilk adımın askerlik olduğuna dikkati çekiyor. Böylece şiddet tekeli, kendisine bir zemin bulmakla kalmaz, aynı zamanda potansiyel failini de icat etmiş olur. Elbette, bu yalnızca ilk adımdır. Ardından pek çok geleneksel kodun yeniden üretilmesini sağlayacak olan iş bulma ve aile kurma gelir. Böylece döngü tamamlanır. Oğlanın güya “erkekliğe” adım atmasını sağlayan bu düzen ve disiplin, aslında tam aksine erkeğin bir tür ebedî oğlan kalmasına yol açacak bir sakatlamadır. Benliğin hiyerarşik makineye uygun bir dişli hâline gelmesi, oğlanın aynı zamanda tüketime hazır olduğunu gösterir. Artık potansiyel bir müşteri değil, fiili bir tüketicidir. Çünkü ergenler pazarın kalbidir. Parayı ve rekabeti öznelliğin kurucu öğesi hâline getirmek için kat edilen bu uzun yol baştan sona nihilisttir, sanki kariyerin bir anlamı varmış gibi bu böyledir. Ezeli ergenlik, bu tavrın evin temel tuğlası haline getirilmesidir.
Badiou, Kızların Çağdaş Yazgısı Hakkında adlı son bölümde insanlık tarihi boyunca adı her fırsatta silinmiş olan kızları sahneye çağırır. Geleneksel toplumda lanetli pay daima kadının payıdır. Bekâr anne lanetli paydır. Yaşlı kız, kız kurusu da bir diğeridir. Kız tanımı gereği genç olmalıdır. Evet, genç kadınlar eskiden olduğu gibi “eril dolayım”la çıkmaz sahneye ama bu özerklik, kadının başka bir dolayımın ağına yakalanmadığı anlamına da gelmez.
Gelenekteki simgesel rolü, feminist mücadele sayesinde büyük oranda değişmiş olsa da kadına yönelen tehdit okları azalmamıştır. Günümüzde genç kadının karşı karşıya kaldığı en temel tehlike, gençliğini yaşamadan mecburi bir olgunlaşma sürecinin içine itilmesidir. Genç kadınların çocukluğunu elinden alan bu düzenek, ezelî ergenleri kontrol etmek zorunda bırakılmış ebedî bir anne yaratır. Bu rolün niteliklerini yaşamın her aşamasına yayarak, genç kadını kendinden başka herkese ve her şeye ihtimam göstermek zorunda olan birine dönüştürür.
Kapitalist canavara teslim edilmiş çağdaş toplum ne istemektedir? İki şey ister: Eğer mümkünse pazardaki ürünleri satın almalıyız, ama bu mümkün değilse uslu durmalıyız. Geleneksel buyruk temelde ‘Baban gibi bir erkek ol annen gibi bir kadın ol, İdea’ları asla değiştirme!’dir. Çağdaş buyruk ise ‘Sen küçük arzularla dolu, asla herhangi bir İdea’sı olmayan bir insan hayvansın, öyle kal!’dır.
Sonuç olarak, Badiou çağdaş toplumun kız ve oğlanları iki imkânsızın buyruğu altında yaşamaya mecbur bıraktığını söyler: Bu simgesel düzenekte genç kadınların çocukluğunu yaşamaları, oğlanlarınsa büyümeleri imkânsızdır.
Bir diğer önemli nokta ise çağdaş kapitalizm bu kız-kadın’dan rekabetçi ve tüketimci bu bireyciliğin sağlam, olgun, ciddi, yasal ve cezalandırıcı bir versiyonunu hayata geçirmesi talep eder; burjuva ve tahakkümcü bir feminizm bu nedenle vardır, bu feminizmin talebi kesinlikle başka bir dünya yaratmak değil mevcut haliyle dünyayı kadınların gücüne teslim etmektir. Müdür, bakan, vekil, cumhurbaşkanı olamayan kadınlar için bile kadın eşitliğinin ve toplumsal değerlerinin normunun bu olması gerekir. Bu amaçla kadınlara muzaffer kapitalizmin yedek ordusu gözüyle bakılır.
O halde özgürleşme siyasetine katılan kadın kimdir? Çoğunun ismini bilmiyoruz ama çoğalıyorlar çünkü kadınlar da artık ‘ne gelenek ne de egemen çağdaşlık’ şeklinde ifade edilebilecek yeni bir ‘iki aradalık’ içinde bu sorularla uğraşmaktadır.
Sibel Erduman
(Sosyalist İşçi)