Sınırsız bir dünya için

19.02.2018 - 09:15

İnsanlık tarihi boyunca hep göç etti. Ancak savaşlardan, yoksulluktan veya iklim değişikliğinden milyonlarca kişinin kaçması, kapitalizmin yarattığı modern bir fenomen.

Birleşmiş Milletler’in 2017 yılı verilerine göre dünyada evini bırakıp kaçmak zorunda kalmış 65,6 milyon insan bulunuyor. Bunların 22.5 milyonu yurt dışına kaçan mülteciler. 10 milyonu herhangi bir devletin yurttaşı değil. BM’nin verilerine girmeyen 20 milyona yakın da iklim mültecisi var. Bunlarla birlikte düşünüldüğünde, dünyadaki her 90 kişiden biri göçmen durumunda. Sizin bu paragrafı okuduğunuz bir dakikalık süre içerisinde 20 kişi daha göçmek zorunda kaldı. Tüm mültecilerin yarısını çocuklar oluşturuyor ve 100 bin çocuk, anne ve babasını kaybetmiş veya onlardan ayrı bir ülkede yaşamak zorunda.

Kapitalizmin efendileri, çoğunlukla kendilerinin çıkardığı veya müdahil olduğu savaşlardan, yarattıkları yoksulluktan veya iklim değişikliğinden kaçan insanları kendi ülkelerine kabul etmek istemiyor. Mültecilerin yalnızca %18’i Avrupa ülkeleri veya ABD’ye göçmüş durumda. Geri kalanı Afrika, Ortadoğu ve Güneydoğu Asya ülkelerinde yaşıyor. Batı emperyalizmi mültecileri “kriz” sebebi olarak görüyor. Oysa mülteciler, onların yarattıkları krizden kaçmış insanlar. İsrail tüm dünya çapında 5 milyon mülteci yarattı. Yalnızca Afganistan işgali bir 5 milyon mülteci daha oluşturdu. 1970’lerde İngiltere’deki Genç Asyalılar Hareketi’nin sloganında denildiği gibi: “Biz buradayız, çünkü siz oradaydınız”.

Batı demokrasisinin iflası

AB ülkeleri ve ABD bir yandan mültecilere kapılarını kapatıyor; sınır kontrolleri artırılıyor, duvarlar örülüyor. Ancak OECD’nin hazırladığı bir rapora göre, ekonomik büyümenin durmasını engellemek için Batı’nın 2016’ya kadar 50 milyon göçmen işçi alması gerekiyor. Yani mülteciler, daha iyi bir yaşam umuduyla Batı ülkelerine varmayı başarırlarsa, orada da bu kez ucuz işgücü olarak sömürülüyorlar.

Tel örgüler, duvarlar, sınırları koruyan ortak “güvenlik” aygıtları; Batı’nın mültecilere yönelik tutumu, kapitalizmin sözde “demokratik” değerlerinin maskesini düşürüyor. Yalnızca ABD’de göçmenlerin ailelerine gönderdikleri paralardan bankaların kestiği havale masrafları üçte iki oranında azaltılsa, tüm dünyanın mültecilere harcadığı paradan daha fazla tasarruf edilmiş oluyor. Kapitalizm milyonlarca göçmen için bunu dahi sağlayamıyor.

Merkez hükümetler, aşırı sağın yükselişini mülteci düşmanı politikalarına gerekçe olarak kullanmak istiyorlar. Kendileri böyle yapmadığı takdirde daha sağcıların gelip yapacağını söylüyorlar. Ancak durum tam tersi; ırkçı, sağ popülist veya faşist hareketler, merkez neoliberal politikacıların yarattığı iklimden yararlanarak mülteci düşmanlığına zemin yakalayabiliyorlar.

Irkçılıkla mücadele

Göçmenler gittikleri her ülkede dışlanma, yoksulluk ve ırkçılıkla karşı karşıya kalıyorlar. O ülkelerdeki yerleşik güçler, sağcılar veya ırkçılar, toplumlarındaki sorunların kaynağı olarak işaret edecekleri bir günah keçisi bulmuş oluyorlar. İşsizlik mi arttı? Mülteciler daha ucuza çalışarak işlerimizi elimizden aldığı için. Suç oranları mı arttı? Mülteciler çalıp çırptıkları için. Bütün bu argümanlar, egemen sınıfa, sıradan insanların günlük hayatlarında yaşadıklarına olan öfkelerini yöneltebilecekleri yeni bir insan grubunu sunuyor. Böylelikle burjuva siyasetçilerin ve patronların rolünü görünmez kılmaya çalışıyorlar.

Mülteci düşmanı propaganda büyük ölçüde yalanlara ve önyargılara yaslanıyor. Türkiye’de Suriyeliler toplumun en fakir, en savunmasız ve saldırıya açık kesimi olmalarına rağmen, iddia edilenin aksine suça karışma oranları Türkiyelilere göre katbekat daha düşük. Mültecilerin “kültürümüzü bozduğu” ise Türkiyelilerin Araplara göre üstün bir kültüre sahip olduğu yönündeki milliyetçi ve yanlış bir varsayımdan kaynaklanıyor.

Türkiye’de yıllardır Ermenilere, Yahudilere, Rumlara veya Kürtlere yönelik ayrımcılığa karşı mücadele eden herkesin, bugün de Suriyeli mültecilere yönelik bu ırkçı argümanlara karşı birleşmesi gerekiyor.

Birleşen işçiler yenilmezler

Öte yandan, Suriyeliler hayatta kalabilmek için inşaat ve tekstil başta olmak üzere birçok sektörde en kötü koşullarda kayıt dışı çalışıyor. Asgari ücretin yarısı kadar ücrete, sigortasız, günde 13 ila 16 saat çalışarak ailelerine bakmaya çalışıyorlar. Bu koşullarda Türkiye’de yaşayan diğer yurttaşların işsizlik veya yoksulluk sebebiyle Suriyelileri suçlamaları, sadece patronların işine yarar. Sermaye sahipleri, kendilerinin çıkarına olduğu için mültecileri köle gibi çalıştırıyorlar. Dolayısıyla ücretleri düşüren Suriyeliler değil patronlar. Suriyeli ve Türkiyeli işçiler patronlara karşı birleşir ve mücadele ederlerse, hem işlerini kazanabilirler hem ücretlerini artırabilirler.

Geçtiğimiz aylarda şahit olduğumuz saya işçilerinin mücadelesi, bunun mümkün olduğunu gösteriyor. İstanbul’dan saya işçisi Muhammed, İkitelli’de Suriyeli ve Türkiyeli sayacıların birleşerek iş bıraktığını, onların kazandığını; Gedikpaşa’da ise Türkiyeli sayacıların Suriyelilere destek vermemesi, onlar kaybederse kendilerinin işlerini alacaklarını düşünmesi sonucu mücadelenin kaybettiğini aktarıyor.

Umut var mı, nerede?

Arap Baharı’yla birlikte kendi diktatörlerine karşı ayaklanan milyonlarca kişi, hem kendi yerel egemen sınıflarının hem de onlarla işbirliği yapan küresel emperyalistlerin müdahalelerinin sonucunda ülkelerinden kaçmak zorunda kalmış durumda. Mülteciler yalnızca durumlarına üzüleceğimiz zavallı varlıklar değiller; gittikleri yerlerde bizzat tarihsel değişimin öznesi olacak işçi sınıfının parçası hâline gelecekler. Bundan birkaç yıl önce, Avrupa devletleri göçmenlerin rotası üzerindeki sınırları kapattığında, milyonlarca mülteci haftalarca eylem yaparak, kitlesel ve kolektif olarak mücadele ederek, dikenli telleri aşmayı ve Batı ülkelerine ulaşmayı başarmıştı. Bu süreçte Avrupa’daki solcu toplumsal güçler onlarla muazzam bir dayanışma göstermiş, hem kendi devletlerinin ırkçılığına karşı çıkmış hem de yol üzerindeki mültecilere fiziksel olarak yardım götürerek onlarla dayanışma göstermişlerdi.

Türkiye’de de mültecilere karşı kurulan “milli mutabakat” ortamına karşı sesimizi yükseltmeli, mülteciler için bir şeyler yapan tüm grup ve örgütlerin bir araya gelmelerini sağlamalıyız. Sayacıların sınıf temelli bir birliktelik sağlaması, ırkçılığı yok ederek Suriyelilerle Türkiyelilerin kardeşliğinin nasıl sağlanacağı konusunda bize doğru yolu gösteriyor.

Ozan Tekin

(Sosyalist İşçi)



Bültene kayıt ol