Kitlelerden korkmalı mıyız?

27.08.2016 - 07:53

Dünyada beş yıldır Arap devrimleri, karşı devrimleri, savaşlar devam ediyor. Kapitalizmin ve emperyalizmin krizi artarak sürüyor. Avrupa’da kitle hareketleri, kitle partileri, radikal sol yükseliyor. Türkiye’de bürokratik aygıtın krizi, darbe girişimi ve darbe girişiminin kitle hareketi ile engellenmiş olması söz konusu.

Tartışmalarda ana başlıklarımız siyasal İslam, AKP’nin karakteri, din, solun tutumu vs. Bu tartışmalar bizi iki noktaya götürüyor. Biz bütün bu olanları medeniyetler çatışması, ilerici-gerici çatışması, din çatışması olarak mı göreceğiz, yoksa Marksist bir analiz yaparak içindeki sınıf çatışmasını mı açığa çıkaracağız?

Kendiliğinden hareketler

Kitle hareketleri ve grevlerle ilgili olarak Rosa Luxemburg önemli analizler yaptı. Özellikle Rusya’da1905 grevlerini analiz ettiğinde harekete geçen kitlelerin güçüyle, liderliklerin güçsüzlüğü arasında büyük bir mesafe olduğunu tespit eder. Bu durum 15 Temmuz darbe girişimine karşı mücadeleyle de benzerliğe sahip; sol darbeye karşı tanklara çıkan insanların gerisinde kalmıştır. Rosa, hayallerle gerçekler arasında açı olduğunu söyler. Sol 19. yüzyılda da ideal kitle hareketleri tasavvur ederdi. Bakuninci anarşist görüş kitle hareketlerinin kontrol edilebileceğini, kolaylıkla sosyal devrime evriltilebileceğini öne sürer. Rosa bu görüşlerle tartışır. Solun evdeki hesabı çarşıya uymayınca, gerçekler karşısında dehşete kapılır. Bu tip tartışmalar yıllardır devam etmektedir.

Kitle mücadeleleri solun tasavvur ettiği koşullarda gerçekleşmez, hareketin koşullarını biz belirleyemeyiz. Bizler tahmin edemeyeceğimiz koşullarda ortaya çıkan kitle hareketlerine müdahale etmeye çalışırız. Mesela darbe olacağını bilemezdik, ama ortaya çıktığında hemen darbe karşıtı hareketin içinde yer aldık. 

1905 Rusya’sında Çarlık polisinin kontrolündeki sendika üyelerinin yine Çarlık ajanı Papaz Gapon önderliğindeki Kışlık Saray’a yürüyüşü devasa bir hareketin başlamasına sebep oldu. Daha sonra örgütler bu kitle hareketinde yer alabilenlerden doğdu.

Rosa kitle hareketlerinde yer almaktan korkan solun hareket içinde kolayca kırılmaktan korktuğunu anlatmak için porselen, steril sol tanımlaması yapar. Kitle hareketlerinden korkmamak, onu evriltmeye çalışmak gerekir. Ama bizdeki solun bazı kesimleri kendiliğinden gelişen darbe karşıtı harekete büyüteçle bakıp, içinde IŞİD’i gördü.

Kitle hareketleri ve demokrasi tartışması hareketin köklü bir tartışmasıdır. Darbeyi durduran hareket somut olarak demokratik bir davranış göstermiştir. Elbette darbe karşıtı harekette pek çok farklı düşünce vardır. Saf kendiliğindencilik de yoktur. Darbe karşıtı harekete katılanların 28 Şubat darbesinde şekillenen bir bilinçleri vardır.

Rusya’da devrim öncesinde sosyal demokratlar ve Menşevikler kendiliğinden hareketlerden hep korktular. Halbuki dünyayı değiştirmek isteyenler harekete geçen kitleler içindeki her türlü düşünce ile tartışabilmelidirler. 100 yıldır aynı şeyin yapılması, kitle hareketlerinin barbarlıkla suçlanması, elitizmdir, seçkinciliktir. Nitzche de kitleleri iktidara, güce tapanlar olarak görür. Kitle hareketlerini, totaliter rejimlerin kaynağı olarak görür. Bu düşünceler solda 1960’lı yıllara kadar yaygındı.

Bizler kitle hareketlerine bakarken farklı eğilimleri tespit etmek zorundayız. Kitleleri saf, homojen, değişmeyecek bireyler olarak görmeyiz. Hareket içinde tüm aykırı düşüncelerle tartışır, onları sınıf mücadelesi çizgisine çekmeye çalışırız.

Elitizmin yukarıdan bakışı

Solun bazı kesimleri yıllardır AKP analizlerinde onu ABD’nin yeşil kuşak projesinin bir unsuru, yeşil sermayenin temsilcisi, Türk-İslam sentezinin uygulayıcısı olarak tanımladı, ama kitlelerin niçin AKP’ye oy verdikleri ile ilgilenmedi. Kitleleri kandırılmış yığınlar olarak gördü. Bu analiz komplocu, sadece AKP liderliğini ele alan bir yaklaşımdır ve tabanda yer alan milyonlarca yoksulun neden bu partinin sloganlarına yöneldiğini anlamaktan uzak bir analizdir. Kitleler maniple edilen, pasif, kandırılan kalabalıklar olarak tanımlanır, harekete geçtiklerinde ise barbar olarak suçlanırlar.

Halbuki 1980’li yıllardan beri süren ağır bir neoliberal saldırı altında Türkiye’de halk giderek yoksullaştı. Köyden kente yoğun göçler yaşandı, solun ideolojik yenilgisi sonrası kitleler yüzünü siyasal islama döndü. Yani analizlerimizi kitlelerin değişimini, yönelimini anlamak için aşağıdan yapmalıyız. Kitlelerin davranışlarını anlamaya çalışmalı, yukarıda, liderliklerin tutumlarının analiziyle yetinmemeliyiz. AKP’nin yeşil sermaye, inşaatçı vb. özelliklerini anlatan pek çok yayın vardır, ama kitleler AKP’ye niçin oy verdiğini izah etmeye çalışan yayın çok azdır. Bu tip analizler yapanlar, hegemonya mücadelesinin bir parçası olmaz, sadece izlemekle yetinir.

Ne yapmalı?

Egemen fikirler, egemen sınıfın fikirleridir, ama harekete geçen kitleler egemen sınıfın fikirleri ile tartışır. Bizler bu tartışmaları daha da derinleştirebiliriz. Mesela Balyoz, Ergenekon davaları olmadan da ordunun darbeci olduğunu biliyorduk, ama dava süreçleri başladıktan sonra ordunun darbeci yapısını kitlelere anlatmak daha kolay oldu. Yine 17-25 Aralık yolsuzluk soruşturmaları olmadan önce biz egemen sınıfların hırsız olduğunu, çaldığını biliyorduk. Ama soruşturmalar, belgeler bu yolsuzlukları kitlelere anlatmayı kolaylaştırdı.

Kitle mücadelesi için birleşik cephe siyaseti önemlidir. Sol komünizm, birleşik cephe siyaseti önünde önemli bir engeldir. Lenin, sol komünizmi şöyle tanımlar: İşçi sınıfının hayati çıkarları söz konusu olduğunda bile harekete müdahil olmama, geniş cepheden uzak durma, sekterlik. Bu tip davranışlar 1920’li yıllarda Almanya ve İtalya’da devrimin yenilgisini kolaylaştırdı, faşizme kapı araladı. Sol komünizm sadece kendisini haklı ve doğru görür, strateji ve taktik tartışmalarından, birleşik mücadeleden uzak durur.

Mısır’da devrim sonrası yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinin son turunda iki aday vardı: Mursi ve eski rejimin temsilcisi A.Şefik. Sol bu seçimlerde “Ne veba, ne kolera” dedi ve ikisine de oy vermedi. Sisi darbesi sonrası bu sloganın ne kadar yanlış olduğunu gördü. Mısır solu Mursi karşıtı eylemlerde giderek koleraya razı oldu. Darbeci Sisi rejimine destek oldu.

Suriye’de ilk ayaklanmalar başladığında sol kontrol edemediği bu devrimci kitle hareketinden korktu, uzak durdu. Önceleri “Ne Esad ne Cihatçılar” derken giderek “Esad Cihatçılardan iyidir” noktasına sürüklendi.

Bizler Türkiye’de kültürelciliğin, özcülüğün etkili olduğu bir ortamda siyaset yapıyoruz. Her kesimin kendi mahalleleri var. İşçi sınıfının seküler dindar kesimleri ayrışıyor. Bu da solu siyasette cılız bir hale getiriyor. Sokağa çıkan milyonları gerici ve faşist olarak nitelemekten vaz geçerek, cılız kalmaktan kurtulmak yönünde ilk adım atılabilir.

Canan Şahin

(Sosyalist İşçi)



Bültene kayıt ol