Suriyelileri gönderme yarışı

03.09.2018 - 09:27

Bu seçimlerin önemli tartışmalarından biri de Suriyeli göçmenler meselesi oldu. Sadece seçimlerin değil elbet. Nisan 2011’den bu yana Türkiye’ye göç eden Suriyeliler her zaman siyasetin konularından biri oldu.

Maalesef Avrupa’daki gibi “Refugees Welcome” (Göçmenler Hoşgeldiniz) gibi bir hareketin konusu olmaktan ziyade, burada Suriyeliler geri gitmesi gerektiği üzerine yapılan açıklamalar ve ne kadar para harcandığının konuşulması ile gündemde. Sosyal medyada dolaşan çoğu asılsız haberler, Sözcü gibi ulusal yayınlarda yer alan “Suriyeliler de oy verecek” haberleri, Suriyelilerin aldığı çılgın maaşlar gibi kötü (ve kötülük üreten) haberler...

Suriyeliler hakkında gerçekler nedir?

Türkiye'de kaç Suriyeli var? Ne zaman geldiler? Nerelerde yaşıyorlar?

Murat Erdoğan’ın araştırmasına göre “Suriye’den Türkiye’ye ilk toplu nüfus hareketi, 29 Nisan 2011 tarihinde 252 kişilik bir grupla gerçekleşmiş, ardından bu 'kaçış', takip eden yıllarda artarak devam etmiştir.”

TBMM’nin raporuna göre “Yaklaşık 3,2 milyon geçici koruma altındaki Suriyeli Geçici Barınma Merkezleri'nin dışında Türkiye’nin 81 ilinde yaşamaktadır. Suriyelilerin hangi kentlerde yoğunlaştıklarına bakıldığında, 517.697 göçmenle ilk sırayı İstanbul almaktadır.” Kamplarda yaşayanlar 3,2 milyon Suriyelinin yalnızca yüzde 8’ini oluşturmaktadır.

Yine TBMM’nin raporuna göre “Türkiye’de 28 Aralık 2017 itibariyle 3.424.237 Suriyeli bulunmaktadır. Suriyelilerin, 1.852.563’ü erkek ve 1.571.674’ü kadındır. Yaş dağılımına bakıldığında, göçmenlerin yaklaşık %50’sini 0-18 yaş aralığındakiler; %45’ini 18-60 yaş aralığındakiler ve %5’ini 60 yaşın üstündekiler oluşturmaktadır."  Yani göçmenlerin yarısı çocuk!

Suriyeli göçmenlerin yarısını oluşturan bu çocuklar ne yapıyor? Okuyorlar mı? Yeterli sağlık hizmeti alıyorlar mı? Hiç çatışma görmüşler mi? Yakınlarını kaybetmişler mi? Bu soruların cevaplarını çeşitli araştırmalarda bulabiliyoruz.

Bahçeşehir Üniversitesi’nden Serap Özer ve New York Üniversitesi’nden Selçuk Şirin yönetimindeki ekibin 2013 yılında Gaziantep Islahiye’deki mülteci kampında yaklaşık 500 çocukla yaptığı araştırmaya göre, Suriye’deki iç savaşın çocuklar üzerindeki etkileri tahmin edilenden çok daha fazla.

Raporda çocukların ne tür “travma” sayılabilecek olaylara tanık olduğu, bu olaylara verdikleri psikolojik tepkiler, stres bozuklukları, depresyon, psikosomatik sorunlar konularında verilen bilgilere göre, her dört çocuktan üçü ailesinden birini savaşta kaybetmiş, her üç çocuktan biri fiziksel şiddet mağduru olmuş ve her üç çocuktan ikisinin bir yakını fiziksel şiddete maruz kalmış.

Araştırmada sorulan “Ailenizde çok değer verdiğiniz herhangi bir kişiyi kaybettiniz mi?” sorusuna çocukların yüzde 74’ü "Evet" yanıtını vermiş. “Ülkenizde herhangi bir savaş ya da askerî çatışma yaşadınız mı?” sorusuna yüzde 79 "Evet" demiş. “Başka birinin hayatının büyük bir tehlikede olduğunu düşündüğünüz herhangi bir başka stresli olaya şahit oldunuz mu?” sorusuna verilen yanıt ise yüzde 61 ile "Evet". Bütün bunların sonucu ise şöyle: Çocukların yüzde 35’i travma sonrası stres bozukluğu, yüzde 49’u yüksek düzeyde depresyon yaşıyor.

Rakam değil çocuk!

Açık Toplum Vakfı’nın 2016 yılında yayınladığı Kayıp Neslin Eşiğinde: Okuyamıyorum. Yazamıyorum. Okula Gitmek İstiyorum adlı rapordaki rakamlar çocukların eğitim durumuna ilişkin veriler sunuyor. Bu araştırmaya göre, okul yaşındaki Suriyeli çocuk sayısı ise 860.000.

Raporda Suriyelilerle ilgili saha araştırmaları yapanlardan görüşler alınmış. Hepsinin ortak görüşü, kamplara girip araştırma yapmak çok zor: “Kilis’teki mülteci kampının yöneticisi de bu tabloyu doğruluyor: 'Şu ana kadar hiç kimseye burada araştırma yapma izni verilmedi.’”

Bahçeşehir Üniversitesi’nin araştırmasından üç yıl sonra, 2016 yılındaki Açık Toplum Vakfı’nın raporuna göre psikolojik etmenlerde durum daha da kötüleşmiş: Çocuklar arasında ailede ölüme tanıklık etme yüzde 79, tehlikeyle karşı karşıya kalma yüzde 60, şiddet eylemine şahit olma yüzde 60, şiddet eylemine maruz kalma yüzde 30.

Öncelikle psikolojik olarak da destek almaları gerektiğini belirten raporda eğitim veren Suriyeli öğretmenlerin de savaşın yol açtığı travmalara sahip olduğu belirtiliyor. Maya Vakfı’nın Project Lift programı yöneticisi Leyla Akça’ya göre: “Travmalı çocuklara, travmalı öğretmenler ders veriyor. Toplumun ve yasa yapıcıların Suriyeli mültecilere bakışı değişmedikçe, çözüm üretemeyiz.’’ Yine aynı rapor Suriyeli öğretmenlerin, hatta Suriyeli mültecilere ders veren Türk öğretmenlerin de psikolojik destek alması gerektiğini belirtiyor. Ama bunun için finansman yok.

Rapora göre, 2016 yılında okul çağındaki 856.900 Suriyeli çocuk arasından Geçici Eğitim Merkezleri'ne (GEM) gidenlerin sayısı 247.00, devlet okullarına gidenler 78.000, okula gitmeyenler 531.900. Kamplarda Suriyeli öğretmenlere ayda 600 TL ödeniyor. Okula gitmemenin en önemli sebeplerinden biri dil sorunu. Türkiye’de anadilde eğitim konusu tabu olduğu için bu konuda adım atılamıyor, çözüm üretilemiyor.

“Çocuklarını dil, uyum ya da ekonomik sıkıntılar sebebiyle devlet okullarına gönderemeyen ailelerin alternatifi olan GEM’ler de kayıt parası ve ulaşım giderleri sebebiyle ulaşılmaz olabiliyor. Açık Toplum Vakfı’nın bu rapor için yaptığı araştırmaya göre, düşük gelirli bir Suriyeli ailenin tek bir çocuğuna yapması gereken okul harcaması aylık 108 TL.” Kamplarda yaşayan mülteciler AFAD’dan kişi başına aylık 85 TL alıyor. Aileler de ayda iki kere gıda ve hijyen yardımı alıyor. Çocukların bir kısmı Suriye’de de savaştan dolayı hiç okula gidememiş. Türkiye’ye gelince de ailelerin çoğunluğunun öncelikli sorunu barınma. Kalacak yer bulabilirlerse, kira ve temel ihtiyaçlardan sonra eğitim son sırada yer alıyor.

“UNICEF’in tahminleri her on Suriyeli çocuktan birinin işgücüne dahil edildiği yönünde. İnsan Hakları İzleme Örgütü, Suriyeli çocukların tekstil atölyelerinde, ayakkabı üreticilerinde, kuru meyve imalatçılarında, oto tamircilerinde, tarımda ya da sokak satıcısı olarak çalıştığını belirtiyor. Yine araştırmalara göre, kimi çocuklar günde beş TL’den az kazanıyor. Özellikle İstanbul, İzmir, Hatay ve Ankara’da çocuk işçiliği son derece yaygın.” Rapora göre, İstanbul’daki Suriyeli ailelerin yüzde 26,6’sında çalıştığı için okula gidemeyen en az bir çocuk var. Hatay’da ailelerin %48’ini çocuklar geçindiriyor.

On bir yaşındaki Mahmud, Halepli. Ailesiyle birlikte 2016 Şubat’ında Hatay’a, oradan da İstanbul’a, Balat’a geldiler. Mahmud’un babası hasta. Çalışamıyor. Mahmud okula gitmek istiyor, ama ailesi parasızlıktan gönderemiyor… Suriye’de de hiç okula gidemedi savaş sebebiyle. Bu yıl beşinci sınıfa başlaması gerekiyordu, her şey ’normal’ olsaydı. Mahmud, ailesine destek olmak için sokakta mendil satmaya başladı.

Hasan, on iki yaşında. Savaşı Halep’te yaşadı, haftalarca bombardıman altında kaldı. 2012’de Türkiye’ye geldi. Üçüncü ve dördüncü sınıfları Kilis’te okudu. Şimdi 5’te. Kilis’e geldiklerinde kampa gitmek istemedi babası. Ev de bulamayınca bir süre bir dükkânın bodrumunda yaşadılar. Hasan da haftada 150 TL karşılığında bir terzide çalışmaya başladı. İstanbul’a gelince okula başlayabildi. Mahallesinde üç Türk arkadaşı var, onlarla çok iyi anlaşıyor. Türkçesini onlarla konuşa konuşa ilerletti. Suriye’ye dönmek istiyor.

Okula gidemeyen, çalışan 450 bin, zor koşullarda öyle ya da böyle eğitim alan 533 bin çocuğun buna benzer hayat hikâyeleri var. Okul çağındalar, ama hayat hikâyeleri var!


İstanbul Bilgi Üniversitesi Göç Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi tarafından yapılan “Türkiye’de kutuplaşmanın boyutları” araştırmasında en büyük uzlaşmanın “Suriyelilerin eve gönderilmesi” konusunda olduğu ortaya çıktı. “Suriyeliler evlerine gönderilmeli mi?” sorusuna “Evet” yanıtı veren AKP’lilerin oranı yüzde 83,2, CHP’lilerin yüzde 92,8, MHP’lilerin yüzde 88, HDP’lilerin yüzde 75.


Sağlık hizmetleri

Ulusal haberlerde, sosyal medyada, hastanede sıra beklerken yan taraftaki hastanın konuşmasından duyabileceğiniz sıradan bir cümle de şu: “Biz sağlık hizmeti alamazken Suriyeliler hastanelerde ücretsiz sağlık hizmeti alıyor.”

Türk Tabipler Birliği’nin 2017 yılında yaptığı Savaş, Göç ve Sağlık Çalıştayı durumun tamamen farklı olduğunu gösteriyor. Çalıştayın açılış konuşmasında TTB Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Raşit Tükel: “Suriyeliler emek sömürüsü ile karşı karşıyalar; temel hak mahrumiyetlerine, nefret söylemine ve ayrımcılığa uğruyorlar. Sağlık hizmetleri sunumunda yetersizlikler, güçlükler var. Bunun en önemli nedenlerinden biri dil sorunu. Kamp dışında yaşayanların yaşadığı zorluklar var; kronik hastalıkların kontrol ve izlemiyle ilgili zorluklar, ilaca erişimle ilgili zorluklar...”

Çalıştayın sonuç bildirgesinde ise, “Okul çağındaki çocuklar geçici okullarda okumaktadır ve yüzde 49,2’si eğitim alamamaktadır. Lise ve üniversite eğitimine gidenlerin sayısı daha da sınırlıdır. Çalışan Suriyeliler sosyal güvence, işçi sağlığı ve güvenliği sorunu yaşamaktadırlar.  Özellikle gençler çok uzun saatler, çok düşük ücretlerle, hiçbir söz hakkı olmadan çalışmaktadırlar. İş kazaları çok yaygındır ve raporlanmamaktadır.”

Nefret söyleminde Suriyeliler

Hrant Dink Vakfı’nın medyada nefret söylemi raporuna göre, 2017 yılında incelenen yazılı ulusal ve yerel basında nefret söylemi içeren haberlerde Suriyeliler 1148 haberle Yahudilerden sonra ikinci grubu oluşturuyor. Rapora göre, Suriyelilerle ilgili yapılan haberlerin çoğunda yanlış bilgilendirme, çarpıtma gözlemleniyor.

Murat Erdoğan’ın 2017’de hazırladığı Türkiye’de Yaşayan Suriyeli Mültecilere Yönelik Medya Algısı araştırması kapsamında 18 ulusal gazetenin internet sayfası ve 47 yerel gazete incelenmiş: “Haberlerde kullanılan dilde zaman zaman 'kaçak mülteciler', 'yasadışı yollarla sınırdan geçen kaçaklar' gibi nitelemelere de yer verildiği, bu anlamda mültecilerin bir anlamda 'suçlu' olarak sunulduğu da gözlenmektedir." Medyanın kullandığı bir diğer tabir ise misafirlik tabiridir. Bu tabir Cumhurbaşkanı da dahil olmak üzere yetkililer tarafından da sıkça kullanılmakta. Murat Erdoğan’a göre, “Misafirlik, içinde barındırdığı bütün olumluluğa ve sempatiye rağmen bir hak sahipliğini içermez. 'Misafir' kendisine verilen ile yetinmeyi gerektirir.”

Bu konuda en çarpıcı örnek Ertuğrul Özkök’ten gelmiş. “Arkadaş, Misafirsen Misafirliğini Bil!” başlıklı yazısında: “Kucağını Suriyeli mazlumlara açan ülkeyiz. Onlara dünyanın çok az ülkesinde görülecek kalitede ve konforda mülteci kampları kurduk. Bölgedeki halkımızın imkânları üstünde imkânlar sağladık. Şimdi bu arkadaşlar ayaklanıyor. Neymiş, oraya zulümden kaçan 1200 Türkmen getirmişler. Onları istemezlermiş. Neymiş, elektrikler kesiliyormuş. Adam sadece itiraz etmiyor, oraya bir de bayrak çekiyor. Polisimizi rehin alıyor, görevliyi yaralıyor. Tabiatıyla bizi de yaralıyor. Acaba bende bir tuhaflık mı var? Sizin de içinizden gelmiyor mu şöyle haykırmak: 'Arkadaş misafirsen misafirliğini bil'. Oranın parası, bu ülkenin vatandaşının vergisi ile ödeniyor. Bahaneye bak, klima yokmuş, elektrik kesikmiş." (Hürriyet, 27 Temmuz 2012). Medyada hâl böyle olunca, hele seçim zamanı, siyasetin de dilinden Suriyeliler düşmedi.

Seçim kampanyaları ve Suriyeliler

Erdoğan’ın Suriyelileri Avrupa Birliği’ne karşı rehine olarak kullandığını biliyoruz. Seçimlerden önce yaptığı çeşitli açıklamalarla “Kapıları açarız ha” şekilde AB’yi sık sık tehdit ettiğine tanık olduk. Seçim kampanyası sırasında da Suriyelileri ülkelerine geri gönderme konvoyuna Erdoğan da eklendi. Zaten hükümete yakın medya tarafından "Şahane kamplar yaptık, gül gibi yaşıyorlar" şeklinde yapılan haberlerden sonra, Erdoğan da 200 bin mültecinin ülkelerine geri gönderildiği müjdesini (!) Antep mitinginde verdi. Aynı mitingde Erdoğan’ın seçim vaadi şöyleydi: “Seçimin ardından tüm Suriye topraklarını güvenli hâle getirmeyi ve misafirlerimizin tamamının evlerine dönmelerini sağlamayı hedefliyoruz."

Erdoğan'ınkiler sadece vaad değil. İcraat da var. Bakın neler yapmış AKP hükümeti Suriyeliler için: Valiliklere genelge göndererek dilencilik yapan Suriyelileri kamplara gönderdi. Antalya valiliği 1500 Suriyeliye kenti terk etmeleri için tebligat yaptı. Kenti Suriyeliler için bir cazibe merkezi olmaktan çıkarmak istediklerini söyleyen Antalya Valisi Muammer Türker, “Prensip olarak Suriyelilerin Antalya’da kalıcı olmaması planlanıyor” dedi.

Üstelik mültecilik bir insan hakkı olmasına rağmen Suriyelilere mülteci statüsü bile verilmiyor. Bir şehirden başka şehre gitmek için izin almak zorundalar. Zaman zaman İstanbul’a girmeleri yasaklandı. İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) raporlarına göre, sınırdan İdlib’e geri döndürülen, Türk güvenlik güçleri tarafından ateş açılan Suriyeliler var.

24 Haziran 2018 seçimlerinin bütün partilerinin ortak noktası Suriyelilerin geri gönderilmesi konusuydu. Muharrem İnce’den Meral Akşener’e, oradan Erdoğan’a hepsinin seçim vaadinde Suriyelileri göndermek vardı.

İnce, hemen her gittiği yerde, yaptığı mitingde, çıktığı her televizyon programında Suriyeliler konusunda bir iki laf etmeden geçmedi. İnce’nin Suriyeliler konusunda herhalde en önemli demeci “Tatile mi geliyorsunuz?” oldu. CNNTürk’teki programda bayrama Suriye’ye giden 72 bin Suriyeliyi bayram sonunda Türkiye’ye geri almayacağını söyledi. İnce, “Türkiye’de 4,5 milyon Suriyeli yaşıyor. Bayram’da gidiyor 72 bin kişi, 1 hafta 10 gün kalıyor, sonra geri dönüyor. Eğer sen gidip 10 gün kalıp geri gelebiliyorsan kal orada devamlı. Ne diye geliyorsun, tatile mi geliyorsun? Demek ki şartların uygun. Gittikten sonra kapatırım kapıyı kalırsın. Burası aşevi mi? Benim ülkemin insanları işsiz” dedi.

İnce, Kilis’te yaptığı mitingde “Kilis’te Kilisli mi çok, Suriyeli mi çok? Böyle bir devlet olur mu?”dedi. AKP’nin Bursa’dan Suriyeli bir milletvekili adayı göstermesine ilişkin olarak Bursa mitinginde: "Suriyeli bir milletvekiliniz olacak gözünüz aydın, hayırlı olsun" dedi, mitingdekiler de yuhalayarak tepki gösterdi. Ordu mitinginde, “BM'nin açıklaması var, 2,5 milyon Suriyeli daha gelebilirmiş. Dört milyon Suriyeliye dört milyar dolar para harcadık. Eğer Erdoğan bir daha kazanırsa yandık. Dolar yükselir, 2,5 milyon Suriyeli daha gelir ve dünyada saygınlığımız yerle bir olur” dedi. Çorlu mitinginde şöyle dedi: “Suriyelileri davulla zurnayla Suriye’ye göndereceğiz. Suriyelilere harcayacağımız 40 milyar doları Çorlu’ya, Lüleburgaz’a, Konya’ya harcayacağız.”

Antep’te konuşan Meral Akşener de Suriyelileri geri gönderme peşindeydi: "Size söz veriyorum, 2019'un Ramazan ayında 81 ilden temsilcimizle Suriyeli kardeşlerimizle Suriye'de iftar açacağız".

Bahçeli’nin Suriyeliler konusundaki fikirleri diğer konulardan farklı değil elbet, bu konuda da ırkçı. Bahçeli, 2016 yılı temmuz ayında grup toplantısında Suriyelilere vatandaşlık verilmesi yönündeki çalışmalarla ilgili olarak, "Türkiye vatandaşlığı Cumhurbaşkanı'nın keyfine bırakılmış bir unvan değildir. Türk vatandaşlığının bir saygınlığı, itibarı vardır. Buna gölge düşürmek hiçbir devlet adamının haddi değildir. Milyonlarca Suriyeliye vatandaşlık ikramı millî birliğimize engel çıkarmak anlamına gelmektedir. Vatan Türk'tür, vatandaş Türk'tür, gelecek Türk'tür. Türklüğün geleceğini kırmaya kalkan kim varsa ayağını denk alsın" dedi.

MHP Kahramanmaraş milletvekili adayı Zuhal Karakoç Dora, 20 Haziran’da yaptığı esnaf ziyaretinde, “MHP iktidarında, Suriyeli misafirlerimizi ivedilikle vatanlarına kavuşturma sözünü verdik” dedi.

MHP Bolu milletvekili adayı Adem Evcil, MHP’nin seçim beyannamesinde olduğu gibi Suriyeli ve Iraklı göçmenleri ivedilikle vatanlarına geri göndereceklerini söyledi.

Irkçılık ve linç

Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi'nden Ceren Sözeri, şöyle diyor:

"Suriyelilerle ilgili haberlerde başından beri en dikkat çekici olan ve eleştirdiğimiz konu, haberlerin sürekli 'gerginlik' başlığı altında verilmesi. Medya, linç girişimlerine dair haberleri, linç girişiminde bulunanların tarafından göstermeyi tercih ediyor. Haberler genelde, 'kalabalık, yetkililerin itidal çağrılarıyla yatıştırıldı' diye bitiyor. Bu linç girişimleri yüzünden insanların kaldıkları yerlerden ayrılmak zorunda kalmaları, haberin sonunda kalabalığın yatışma gerekçesi olarak bir cümleyle geçiştiriliyor. Medyanın bu tarz haberleştirme biçimi, özellikle şiddeti meşrulaştırma halkasını besliyor. Medya, bu haberlerde belki doğrudan bir nefret dili kullanmıyor, ama gerek görmeyerek, gerekse de olayları sadece bir taraftan görmesiyle, aslında nefret suçuna zemin hazırlıyor."

Örneğin Mayıs 2015’te Başakşehir'de Suriyelilerin kaldığı bir ev ırkçılar tarafından ateşe verildi.

Yine 2015’in Mayıs ayında Antakya’da linç girişimi oldu. Urfa’da “Suriyelileri istemiyoruz” yürüyüşüne polisin izin vermemesi üzerine grup ara sokaklarda Suriyeli mültecilere saldırdı.

Mersin’de 2017’de Suriyelilerle çıkan kavganın sonucunda mahalleliler Suriyelilerin yaşadığı çadırlara saldırmak istedi. Polis tarafından “mahalleli” ikna edilemeyince Valilik Suriyelilerin tahliyesine karar verdi.

İzmir’in Torbalı ilçesinde 2017’nin nisan ayında 300 kişilik sopalı bir grup tarafından Suriyelilerin 40 çadırı yakıldı. 500 kişilik Suriyeli grup mahalleyi terketmek zorunda kaldı.

Suriyeliler yaşadıkları şehirlerden sık sık toplanıp kamplara gönderilmeye çalışılıyor. Suriyeli mültecilerin zorla gönderildikleri kampların durumu da sorunun başka bir boyutu. 30 Nisan tarihinde, Mardin Derik Geçici Barınma Merkezi’nde verilen yemekten zehirlenen mültecilerin protesto eylemine polisin sert müdahalesi olmuş ve 17 Suriyeli mülteci gözaltına alınmıştı.

Suriyeliler 2011’den bu yana, buna benzer medyaya yansımış ve yansımamış çok sayıda saldırıya maruz kaldı. Ama hâlâ bütün partilerin hedefindeler.

Savaşa değil hepimize bütçe!

Bu seçimde patatesten sonra en çok duyduğumuz cümlelerden biri de Suriyelilere ne kadar para harcandığı idi. Hemen her siyasetçinin dilinde 40 milyar dolar vardı. Bu 40 milyar dolar Suriye’den Türkiye’ye göç başladığından beri harcanan para. Bu miktarın savaştan kaçan, çoğu kadın ve çocuk 3,2 milyon kişi için ne kadar yetersiz olduğunu söylemeye gerek yok sanırım.

Buna karşılık, sadece Afrin harekâtının maliyeti 1,5 milyar doları buluyor. Bu harekâtta uçaklar tarafından ilk defa kullanılan yeni nesil akıllı mermilerin tanesi 600 bin TL.

Suriye’deki savaşın sadece Suriye’ye maliyeti 275 milyar dolar! 2020 yılına kadar, yani iki yıl içinde, toplam 1,3 trilyon dolara mal olması bekleniyor.

İddialar şunlar: Suriyelilerin iyi eğitim aldıkları, Suriyelilere çok para harcandığı, Suriyelilerin sağlık hizmetlerinden yararlandığı. Maalesef bu iddialar doğru değil! Keşke olsalar ve Suriyeliler sağlık, eğitim, barınma hakkına sahip olabilse. Bu haklara sahip değillerse, bizim söylememiz gereken "Daha az harcayın, daha kötü koşullarda yaşasınlar, okumasınlar, sağlık hizmeti almasınlar, savaş olan ülkelerine geri dönsünler" olmamalı. Muharrem İnce şu konuda haklı: 40 milyar doları başka yerlere harcayabiliriz, ama mültecilere harcanan 40 milyar doları değil, savaşa, operasyonlara harcanan 40 milyar doları!

Özden Dönmez

(Bu yazı, AltÜst dergisinin 27. sayısından alıntıdır. AltÜst'e ulaşabileceğiniz satış noktaları: http://www.altust.org/satis-noktalari)



Bültene kayıt ol