Komünizm, tüm dünyada üretim araçlarının üzerindeki özel mülkiyetin kalktığı, toplum yapısının bütünüyle buna göre şekillendiği, sınıflar bütünüyle ortadan kalkmış olduğu için devletlere de gerek kalmadığı özgür ve eşit topluma verilen isimdir. Sosyalizm ve komünizm kavramları sık sık birbiri yerine kullanılır ve yanlış anlaşılır. Bu kavramlara yüklenen anlamların tarihsel süreçler içinde geçirdiği değişiklikler de bu yanlış anlamaların sebepleri arasındadır.
19. yüzyılda Karl Marks ve Friedrich Engels, işçi hareketinin komünizm amacı etrafında birleşmesi gerektiğini söylediler. Ünlü metinleri Komünist Manifesto'da kendilerini komünist olarak tanımladılar. Ancak daha sonra tercih ettikleri kavram sosyalizm oldu. 19. yüzyıl sonlarında ise artık dünyadaki işçi sınıfı partileri sosyal demokrat ismi ile anılıyordu.
Sosyal demokrasinin I. Dünya Savaşı'nda savaştan yana tavır alması sonucunda, Rusya'daki Bolşevik Partisi başta olmak üzere savaşa karşı çıkan marksistler, tekrar komünist ismini benimsediler, böylece kendilerini sosyal demokrasiden ayırdılar. Ancak Stalinizmin, tüm dünyadaki komünist hareketi etkisi altına alması ve komünist ismini kirletmesinden sonra Marksist geleneği sürdürenler genellikle sosyalist ismini tercih ettiler.
İsimlerin, dönüşümü bütünüyle tarihsel süreçler ve işçi hareketi içindeki bölünmeler ile ilgiliydi ancak arkasında yatan büyük bir anlayış farklılığı idi. Buradaki tartışma, sosyalizmin ya da daha sonrasında komünizmin işçi sınıfının kendi eylemi olup olmayacağına, yani aşağıdan olup olmayacağına ilişkin bir tartışmaydı. Ve aslında sosyalizmden komünizme geçişin mümkün olması da tam da bu tartışma ile ilgili.
Sosyalizm, toplumdaki değeri üreten ve kendisi ile birlikte tüm toplumu sınıfsız bir topluma dönüştürme yeteneğine sahip tek sınıfın kendisini egemen sınıf olarak örgütlediği bir aşamadır. Toplum, demokratik planlamaya dayanır ve işçi sınıfının kendi iktidarıdır. Komünizm ise sosyalizmin tüm dünya sınırlarına genişlemesini ve yepyeni bir toplumun ortaya çıkışını gerektirir. Bu süreç diyalektik bir süreçtir. Engels'in dediği gibi proletarya iktidarı ele geçirir geçirmez kendisini bir sınıf olarak yok eder yani sosyalist toplumda işçi sınıfı bir yarı-sınıf dolayısıyla devleti de bir yarı-devlettir. Bu aşama geçici olmak zorundadır, refahtan ve üretimden herkesin pay alabilmesi ve gerçekten bir özgürleşim için komünizmin gelişimi mecburidir ve bu sosyalizmin işçi sınıfının kendi eylemi olmasının doğal bir sonucudur. Dolayısıyla komünizmde devlet ortadan kaldırılmaz, kendiliğinden sönümlenir.
İşçi sınıfının dünyayı değiştirmesi, bu süreçte kendini de dönüştürmesi, kapitalist toplumun pisliklerinden kurtulması anlamına gelir. Tüm dünyada, insanların kendilerini gerçekleştirebileceği, tüm insanların özgürleşeceği bir toplumu kurmanın yani devletlerin, sınıfların, özgür ya da zorunlu köleliğin ortadan kalktığı komünist topluma geçişin yegane yolu kitlelerin aşağıdan eylemidir. Geçmiş dönemin "komünist"lerinin bahsettiği, güçlü devletlerin ise komünizmle hiçbir bağı olmadığı açıktır. Komünist toplum en iyi şekliyle Marx'ın şu sözlerinde anlatılmaktadır: "Herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacına göre".