Birleşen işçiler yenilmez

19.04.2022 - 10:37

Marksizm 2022’nin “İşçiden ve Yoksuldan Alıp Zengine Veren Rejim: İşçi Sınıfının Direniş Potansiyelleri” başlıklı toplantısında Çağla Oflas, Ersin Uzun, Ayşecan Ay, İlyas Şentürk ve Zilan Akbulut sunum yaptılar.

Sunumlardan özetler şöyle:

Çağla Oflas - Tüm Emekli Sen Üyesi:

2008 krizinden beri dünyanın pek çok yerinde ayaklanmalar var, devrimler dalgası var. Libya ve Suriye’deki karşı devrimlerden sonra Fransa’da sarı yelekliler ayaklanması ve Cezayir’de ayaklanmalar oldu.

Covid salgını sonrası Kolombiya’da, Kazakistan’da işçiler ayaklandı. Türkiye işçi sınıfı da mücadele etti. Geçen Ocak ayında örgütsüz işçiler mücadeleye başladı.

Mücadeleyi ilk olarak Trendyol işçileri başlattı ve kazandılar. Arkasından Aras, Getir, yemek sepeti, tekstil işçileri, lojistik ve metal işçileri mücadeleye başladılar.

Ocak ve Şubatta 108 direniş oldu. Sadece BBC grevi yasaldı, diğerleri direniş şeklindeydi, çoğunda sendika yoktu, bir kısmı kazanım sağladı. Bu eylemlere bizler de destek verdik. İşçiler tabandan hareket ediyorlardı, her kazanım diğer işyerlerini tetikledi, kadınlar büyük oranda eylemlere katıldılar.

Bu eylemler aslında Kara Salı dediğimiz Ekim ayında TL’deki değer kaybı ile başladı. Zaten Türkiye uzun süredir bir ekonomik kriz içinde. Buna ek olarak keyfi grev yasaklamalar, Covid nedeniyle oluşan sıkıntılar işçileri bunalttı. Hükümet bu süreçte sürekli sermaye yanlısı davrandı, grevleri yasakladı, kaynaklar şirketlere aktarıldı.

Covid nedeniyle herkese evde kal denirken işyerleri kapatılmadı, işçiler işe gitmeye devam etti. E ticaret sistemi de bu dönemde yayıldı, 220 milyarlık pazar kapasitesine ulaştı. Tekstil iş kolu 5 milyar dolarlık ihracat rekoru kırdı.

Buna karşın işçi maaşlarına çok cüzi zamlar yapıldı. Kasım ayından itibaren eylemler yayılmaya başladı. Metal işçilerinin toplu sözleşme dönemiydi. Sağlık çalışanları sürekli eylemler yaptı. DİSK, asgari ücret eylemleri yaptı. Kara Salı sonrası kitleler kendiliğinden sokağa çıktı, hükümet tehdit etti. Ancak muhalefet partileri kitleye destek olmadı.

Mücadele dalgası Ocak ayında biraz geriye çekildi. Asgari ücrete yapılan yüzde 51 zam işaret fişeği oldu. Patronlar yüzde 10 zam yapmaya başlayınca grev dalgası ortaya çıktı. Bu süreçte medya, işçileri görmezden geldi. Migros ve Farplas’ta işveren polisi işyerlerine çağırdı. Devletin kimden yana olduğunu işçiler gördü.

Ersin Uzun – hekim ve SES üyesi:

Sağlık alanında son 30 yılın en hızlı mücadele dönemini yaşadık. 80’lerden beri özelleştirme sürecinin sıkıntılarını yaşıyoruz. Aile hekimliği sistemi kuruldu. Özel hastanelere alıştık, şimdi şehir hastaneleri özelleştirildi. Bütün bu süreç çok büyük yıkıma yol açtı. Hastalar bazen sağlık sistemini iyi olduğunu söylerler, ama çalışanlar için durum öyle değil. Önce 10 sonra 5 dakikada bir randevu sistemine dönüldü, ama yine de hastalara bakılamadı, şimdi 5 dakika da yetmediği için randevu sistemi çöktü.

Ücretlerimiz son iki yılda reel olarak düştü. Aile hekimlerinin ücreti başlangıçta fazlaydı, şimdi epeyce düştü. Üniversite hastanelerine yardım yapılmıyor, üniversite hastaneleri bu krizi en ağır yaşayan yerler, çünkü şehir hastanelerinin önü açılmak isteniyor. Asistanların uzun çalışma süreleri devam ediyor.

Bütün bu süreç sağlık çalışanlarını çok öfkelendiriyordu, ama tepkilerini tam ortaya koyamıyorlardı. Çünkü 40’a yakın meslek grubundan oluşan bir alan, pek çok farklı talep var. Devlet birisine saldırdığında diğerleri seyrediyordu. Mesela radyologların radyasyondan daha az etkilenmeleri için 5 saat çalışma süresi vardı, devlet onu 7 saate çıkardı, hiç sesimiz çıkmadı.

Bu süreçte sağlık çalışanlarının önemli bir kısmı istifa etti. Hatta vaat ettikleri yasa çıksaydı, epeyce kişi emekli olacaktı. Bu nedenle yasayı geri çektiler.

Sağlık alanında pek çok sendika ve dernek var. Odalar var. Bu bölünmüşlük bir dezavantaj. Ama pandemi döneminde riskler çok fazla artıp, sürekli ölümlerle karşılaşınca meslek hastalığı talebimiz öne çıktı. Sağlıkta şiddete karşı taleplerimiz öne çıktı, ücret talebimiz öne çıktı. Sağlık örgütleri bir araya gelmeye başladı. 

Tüm bunların sonunda Kasım ayında önemli bir grev yaptık. Yapılan grevin güçlü olması herkesi şaşırttı. Sonrasında iki grev daha yaptık. Sonuncusu 14 Martta başladı, 3 gün sürdü. Çok büyük bir katılım oldu, süreç devam ediyor, henüz kazanım olmadı.

İş bırakma kararları bazen 20 örgüt tarafından karar alındı. Ama greve katılım örgütsüz işyerlerinde bile çok güçlü oldu. Şimdi en önemli dezavantajımız farklı hekim sendikalarının giderek güçlenmekte olması. Bu durum mücadeleyi bölebilir. 

Şimdilik 1 Mayısa kadar başka bir eylem planımız yok. Tabip Odalarının seçimleri var, hekim sendikaları müdahale etmeye çalışıyor. Umarım başarılı olamazlar. 

Özel hastaneler grevler sırasında çalışmaya devam ediyor. İnsanlar biraz fark verip orada muayene oluyor, bu da grev için zararlı. Bu hekimleri, özel hastane çalışanlarını grevlere nasıl katarız, bunu düşünmeliyiz.

Ayşecan Ay – belediye işçisi ve Genel-İş Sendikası üyesi:

Kadıköy Belediyesinde çalışıyorum, 4 yıldır belediye taşeron işçisiyim, 2400 işçi ile birlikte belediyenin bir şirketine bağlı olarak çalışıyoruz. İşe girdiğimde çok heyecanlıydım, DİSK’li olacağım için. Sendikada aktif görev almayı düşünmemiştim. Ama Aralık 2019 yılında 1 nolu şubede seçimler vardı, aday listeleri açıklandı, baktık silme erkeklerden oluşuyor. Biz “bu normal değil” dedik. Saçmalığa dikkat çekmek için sadece kadınlardan oluşan bir liste oluşturup seçime katıldık, seçilemedik ama daha çok kadın, işçi temsilcisi oldu, ben de temsilci oldum. 

Toplu sözleşme görüşmeleri başladı. Önümüze taslak metin geldiğinde pek çok maddenin toplumsal cinsiyet eşitliği açısından uygun olmadığını gördük. Sözleşmeye cinsiyet eşitliği ayarı çekmek için çalışmaya başladık. Tüm TİS’leri araştırdık, daha eşitlikçi bir sözleşme nasıl olur diye çok fazla metni inceledik. Tüm bilgilerimizi bir araya getirip örnek bir TİS taslağı hazırladık.

Kadın kotası veya eşit temsil denen sistemi getirdik. Başka ülkelerde zaten TİS’lerde uluslararası sözleşmelere, ILO metinlerine atıfta bulunuluyor. Biz kendi TİS’imize İstanbul Sözleşmesi ile ilgili maddelerin uygulanacağına dair maddeler ekledik. Eşit işe eşit ücret, ücretsiz kreş istedik. Sahada çalışan kadınlara erkek giysileri veriliyordu, bunu istedik, regl izni istedik, aldık. Babalık izni istedik, 15 gün olarak aldık. Mobing maddesini yazdık, cinsel taciz konusuna bakan disiplin kurulunda çoğunluk kadın işçi olması gerektiğini kabul ettirdik.

Kreş maddesinde bize indirim teklif ettiler, reddettik, ücretsiz kreş istedik. CHP’li bazı belediyelerde ücretsiz kreş maddesi geçmişti, bu maddeyi de kabul ettirdik, hem de tüm anne ve babalar için.

Ücret maddesinde anlaşamadığımız için greve başladık. Çok iyi bir dayanışmamız vardı. Grev 3 gün sürdü. Grev sırasında Genel-İş merkezi bize herhangi bir maddi destek vermedi. DİSK merkezi selam bile vermedi. 3 günün sonunda sendika genel merkezi yüzde 8’e imza atıp grevi bitirdi.

Sözleşme Temmuz'da imzalandı, sonra ekonomik kriz patladı. Biz ek protokol yapılması gerektiğini belirtip merkeze başvurduk, aylarca cevap bekledik. Sonunda sendika merkezinden bir yetkili sözleşmeye 1 yıl kala ek zam olmaz diye karar olduğunu bize açıkladı.

O sırada DİSK geçinemiyoruz mitingi için bizi Kadıköy’e çağırdı, işçiler gelmek istemediler, hatta bize de gitmeyin dediler. Biz örgütümüzden hesap sormak için gitmek gerektiğini söyledik ve dövizlerimizle mitinge gittik. Sonrasında hemen görevden alındık.

Sendika merkezi “itibarsızlaştırdığımızı ve özel çıkarlarımızı savunduğumuzu” iddia etti.

Aslında burada olan bir temsil krizi. Dar bir bürokratik kesim kendi çıkarlarını savunuyor, binlerce işçi bununla mücadele ettik. Sendikalar ataerkil olabilir ama dünya değişti, işçi profili değişti. Sendikalar bu değişen işçi profilinin haklarını savunmakla görevli. 

Sendikada bize kadın erkek fark etmez, hepimiz işçiyiz diyorlardı, halbuki kadınlar hem işyerinde çalışıyorlar hem de evde 4,5 saat daha çalışıyorlar, erkek ise yarım saat çalışıyor. Bu eşitlik değildir.

Emek örgütleri ücretsiz ev içi emeğinin, ücretli emekten daha aşağıda konumlanmasına itiraz etmelidir. Bu iki emek eşitlenmeli ki, işçi sınıfı mücadeleye daha fazla katılabilsin.

Dünyanın pek çok yerinde sendikalar temsile yönelik tedbirler alıyor. Yeniden üye kazanmak, itibar ve meşruiyet kazanmak için bunu yapmaları gerekiyor. Devrimcilik bir yana demokratik bir örgüt olabilmek için bile sendikaların bütün işçileri temsil edebilir olması gerekir.

İlyas Şentürk – Yemek Sepeti işçi komitesi üyesi:

2020 yılı Mayıs ayında sendikalaşmaya başladık. Önce İstanbul’da örgütlendik, sonra sosyal medya üzerinden başka illerdeki Yemek Sepeti işçileri ile buluştuk, TÜMTİS’te örgütlendik. Sosyal medyanın olumlu etkisini gördük. Sendikalaştığımızı haber alan işveren işkolumuzu değiştirdi, bizi büro işkoluna geçirdi, ama örgütlenmeye devam ettik. Hatta bu sayede küçük bir sayı ile yetki aldık. İşveren itiraz etti, dava sürüyor.

2 yıldır zam yapmayan YS işvereni bu yıl da zam yapmadı. Sadece asgari ücrete yükseltmek zorunda kaldı. Daha önce daha yüksek ücret alıyorduk, ama şimdi çalışanların esnaf kurye olması için işveren işçileri asgari ücrete mecbur bırakıyor. İşten ayrılıp esnaf kurye olarak devam etmemizi istiyor. Biz buna işi yavaşlatarak, farklı eylemlerle cevap veriyoruz.

YS işçilerinin bu süreçte pek çok kazanımı da oldu. Mesela işkolumuz değiştirildiği, büro işkoluna geçirildiğimiz için aşı hakkımız çıkmamıştı, bunu sosyal medyadan teşhir ettik, iki günde bize aşı hakkı çıkarıldı. Böylece hem hakkımızı aldık, hem şirketi teşhir etmiş olduk.

Komite olarak bülten çıkarmaya başladık. Şu anda örgütlülüğümüz devam ediyor. Ama ücret olarak asgari ücrete mahkûmuz, hiçbir yan ödeme yok, yol parası yok. Esnaf kurye olmamız için işveren bizi zorluyor, biz de direniyoruz.

Zilan Akbulut 

Kadınların iş yaşamında karşılaştığı problemleri anlatacağım. Türkiye’de kadınlar her yerde benzer eşitsizliklerle karşılaşıyor. Benim iş hayatında karşılaştığım ilk konu makul olmamız gerektiğinin hatırlatılması. Bu aslında kadınlar için zaten zor değil, çünkü makul olmak gerektiği fikri ile yetiştiriliyoruz. Tabi sonra mücadele içinde bu makul sınırları reddediyoruz.

Üniversiteye gelen kadınlar bir ölçüde özgürlük yaşıyorlar, ama sonra akademide de pek çok baskının olduğunu fark ediyorlar.

İş hayatında baskıların farkına varan kadınlar bunu bazen ifade bile edemiyorlar. Erkekler pek çok göreve sadece erkek oldukları için seçilebiliyorlar. Kadınlar ise bunu başaramıyorlar. Evlenmemiş kadınlar hırslı olmakla, çocuklu kadınlar evlerine az zaman ayırmakla suçlanabiliyorlar. Giyim tarzlarına karışılıyor.

Kadınlar ücretli iş yaşamı sonrasında evde de çalışıyorlar, üstelik suçluluk duyuyorlar, çocuklarına yeterince vakit ayıramadıklarını düşünüyorlar. Bu suçluluk duygusu sürekli sohbetlerine yansıyor. Yani kadın, sadece kadın olduğu için suçluluk duymak zorunda kalıyor. İş hayatında; evlenme, çocuk sahibi olma konularında sık sık sorulara muhatap oluyor. 

İş hayatındaki ayrımcılığın en somut göstergesi aldıkları ücret. Aynı işi yapan erkeklere göre kadınlar daha az ücret alıyor. Daha fazla eğitimli kadınlar bile eşit işe eşit ücret alamıyorlar. Bu durum tüm dünyada böyle. Kayır dışı çalışan kadın sayısı her zaman erkeklerden fazla. Değişim için kadınların sevimli, makul olması şart değil, bunu artık biliyoruz. Tüm bunların değiştirilmesi için birleşik mücadele şart. Birleşik mücadele kazanımları da getiriyor. Hep birlikte makul sınırların dışına çıkarak mücadele 



Bültene kayıt ol